Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Mayıs '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Sabaha kederle uyananlar...

Sabaha kederle uyananlar...
 

Babam gazete okuyor. "Aman Allah'ım Türkiye'de işsiz sayısı 2 milyon 675 bin olmuş. Ne korkunç bir rakam..." Aklımın adımları önce usul usul, sonra garip bir şekilde süratlenerek çok eskiye gidiyor. "Demek; yatağında, yüzünde kederle oturan 2 milyon 675 bin kişi var ha..." diyorum mırıldanarak. Başını kaldırıp yüzüme bakıyor "İşsiz sayısı diyorum" diyor "Sen ne yatağı ne kederinden söz ediyorsun." "Yok birşey" diye kestirip atıyorum düşüncelerimin bölünmesini engellemek için. Aklım bir kız yurdu koridorunda, yatağında dağınık saçları ve kederiyle oturan o gencecik kadına takılı kalıyor...

Onu, üniversiteye başladığım yıl kaldığım yurtta, tanımıştım. Ona dair aklımda kalan ilk görüntü açık bir kapı, kapıya bakan bir yatak, o yatağın üzerinde oturan, saçları dağılmış ve sabaha isteksiz uyanan, acı ile güne "merhaba" diyen genç bir kadın. O zamanlar hiç tanımadığım bu genç kadının yüzündeki acıyı hala henüz görmüş gibi anımsamam o acının bir parçasını içime alıp sakladığımdan olsa gerek.

O sabahın içinde zamanın filmi geri sarıveriyor. Kendimi o yurt koridorunda öylece dururken buluyorum. Rahatsız etmiş olmanın verdiği tedirginlikle gülümseyerek "günaydın" diyorum. Gülümsemek için kendini zorlayan bir ifade ile "günaydın" diye karşılık veriyor. Söyleyecek birşeyler bulmaya çalışıyorum ama aklıma birşey gelmiyor. Koridorda öylece duruyorum. Ben kendimi aptal gibi hissederken o gülümseyerek lavaboya geçiyor. Alışmaya çalıştığım Ankara, bu yeni yabancı hayat, burnuma kendi kentimin delice bir özlemle dolan kokusu ve ne yapacağını bilmez bir halde öylece duruyorum koridorda.

Bir bardak çay içmek için küf kokulu kantine inmeye karar veriyorum. Kendimi hapishaneye girmiş gibi hissetmemi sağlayan kantinin duvarlarında içli bir türkü yankılanıyor. Delice bir ağlama istediği ile sarmalanıyorum ama tutuyorum kendimi. Sürekli tekrar ediyorum içimden: "Güçlü ol güçlü ol. Sakın ağlama..." Köşede duvara bakan bir masaya oturup düşünmeye başlıyorum. "Duvara bakarak düşünme alışkanlığım o zamandan geliyor anlaşılan. Duvar, düz yüzey her zaman üzerine yeni resimler çizilebileceği için bana hep rahatlık mı veriyor ne?" diye bir altyazı geçiveriyor bu eski filmin içinden. Düşüncelerim içinde yüzerken "Oturabilir miyim?" diyen sigaradan çatallanmış bir ses duyuyorum. Başımı çevirdiğimde dağınık olan saçlar taranmış, yüzüne çarpan su ile aydınlanmış ama gözlerindeki keder gülümsemesinin bile saklayamayacağı biçimde aynı kalmış olarak O'nu görüyorum. "Elbette" diye karşılık vererek karşımdaki sandalyeyi gösteriyorum. İlk sorusu "Adana'lı mısın?" oluyor. Gülümsüyorum "Sayılır" diyorum kendimi nasıl ele verdiğime şaşarak. "Osmaniye'liyim" Ona özlediği bir şeyi geri getirmişim gibi uzun uzun bakıyor yüzüme ve devam ediyor; "Ben Adana'da okudum üniversiteyi" diyor. Şaşırıyorum. "Şimdi başka bir üniversite mi okuyorsun?" diyorum. Başını hala karıştırdığı çayına eğip gülümsüyor. Çayın içinde yarattığı girdaplara bakarak "Hayır. Okulu bitirdim şimdi iş arıyorum" Uzun bir sessizlik oluyor aramızda. Fonda içli türkü çalmaya devam ediyor. O kendi umutsuzluğuna dalmışken ben bu yurtta sadece öğrencilerin olmadığını düşünüyorum. O zamanlar çok genç olan aklım onun içinde bulunduğu durumu sezemeyecek kadar hayata dair yüzeysel bilgilere sahip. Daha sonra onunla birlikte onun acısını yaşadıkça görüp öğrenecek olduğumu henüz bilmiyorum...

Böyle başlıyor dostluğumuz. İki Akdeniz insanının paylaştığı kendine özgü acıları ile oluşan bir dostluk kuruyoruz kendimize. Farklı acıları çekiyor farklı sorunları yaşıyoruz ama birbirimize sırtmızı yaslıyor ve bu koca kentte yalnız olmadığımızı, küçücük bir aileye sahip olduğumuzu hissettiriyoruz birbirimize.

Böyle böyle aylar geçiyor. Hala başvurduğu işlerden eli boş dönüyor, onun gittiği iş görüşmelerinden dönüşünü bekleyen bizleri üzmemek için binbir bahane buluyordu. Güçlü görünmek için yaratılmıştı. Ama gizli gizli ağlayışlarını duyuyordum. Kızaran gözlerini ve az önce nereye kaybolduğunu saklamak için yaptığı onca şaka havada aslı kalıyor ve inandırıcılık sağlamak isterken düştüğü durum içimize daha büyük bir acı salıyordu. Çok sancılı geçti zaman. İş bulamadı. Ve sonra inadından vazgeçip ailesinin yanına döndü. Uzun zaman sonra bir bankada iş bulduğunu söyleyen cıvıl cıvıl bir sesle aradı. O gün rahat bir nefes aldım. Uzun zamandır içimde bir yumruk gibi duran bir şeyin o an kaybolup hafiflediğini anladım.

Babam tekrar ediyor; "Bu korkunç bir rakam. 2 Milyon 675 bin..." Gözümün önünde yatakları üzerinde dağınık saçlarıyla oturan binlerce acılı yüz... Eski, tanıdık bir acı katlanarak çoğalıyor içimde...

RESİM: Ritva Voutila
 
Toplam blog
: 408
: 1090
Kayıt tarihi
: 17.06.06
 
 

Gazetecilik okudum... Ama gazeteciliği sırf yazabilme serüvenine bir adım daha yaklaşabilmek için ok..