Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Kasım '10

 
Kategori
Anılar
 

Şahsi tarihimde 12 Eylül -3

Şahsi tarihimde 12 Eylül -3
 

Milli Eğitim Müdürüne Misafir Olduğum Gece

Samimi, sâde ve güzel bir havada geçti misafirliğim. Geç vakte kadar sürdü sohbet. Bursa’ya bir türlü fırsat bulup da gelemeyen Müdür Bey; ilçeye ait özlediği, hatırladığı ne varsa sordu, sordu, sordu. Eşi de benim gibi Türkçe- Edebiyat öğretmeni idi. Müdür Bey’den fırsat bulup da sözü “ele geçirdiği”nde hem öğretmenlikteki tecrübelerini hem de yeni çıkan dergi ve kitaplarla ilgili düşüncelerini anlatıyordu. Bir bakıma hoca hanım, beni “edebî tartıya” koymuştu. Bunu asla onun bilgiçliğine bağlamıyordum. Bu durum atamam için işime de yaradı, dersem yalan söylememiş olurum. Çünkü bir ara Müdür Bey salondan çıkınca hoca hanım:

- Bu donanımınla sıradan bir köyde öğretmenlik yapmana gönlüm râzı olmaz. Ben Ahmet’le konuşurum. Bizim de görev yaptığımız Ordu Lisesi’nde öğretmen açığı varsa seni de oraya atar, diyor.

Ne diyeceğimi bilemiyorum. Seviniyorum hatta. Çünkü Ordu gerçekten çok güzel bir yer. Müdür Bey biraz sonra aramıza katılıyor. Eşi demin konuştuğumuz konuyu Müdür Bey’e açıyor. Müdür Bey, eşinin sözlerine muhalefet etmiyor belki ama ilkelerinde gedik açılır endişesiyle mütereddit.

- En iyisi, diye başlıyor. Kur’aya katılırsın, yapamayacağın bir yer çıkarsa o zaman bir çâresine bakarız.

Ve Görev Yerim Belli Oluyor

Kur’ada Ordu Medreseönü Lisesi çıkıyor. Müdür Bey çok seviniyor buna. Sevincinin bir sebebi de tayinime “müdahale” etmek mecburiyetinde kalmayışı. “Torpilsiz” bir durum yani. Perşembe ile Fatsa arasında, Fatsa’ya beş on kilometrelik uzaklıkta bir küçük belde olduğunu söylüyor Müdür Bey. Kendisine, gösterdiği misafirperverlikten dolayı teşekkür ederek ayrılıyorum daireden.

Ordu’daki Son Gecem

Kışın ilk günleri. Sahile doğru yürüyorum. Hava soğuk değil ama deniz dalgalı. Hatta deniz bazen öyle bir coşuyor ki dalgalar sahildeki yaya yoluna kadar damlalar bırakıyor. Sahilde yürüyorum. İçimde uçuşan hisler. Onca yıllık çalışmam, çabam, dirsek çürütmem nihayet meyvesini vermiş ve öğretmen olarak atanmıştım.

Sahilde biraz daha dolaştıktan sonra küçük bir lokantada yemek yiyor ve otelime gidiyorum.

Resepsiyondaki görevli karşılıyor beni.

- Odanızı değiştirdik. 5 kişilik odadan üç kişilik bir odaya yerleştirdik sizi, diyor.

Teşekkür ediyor, anahtarı alıyor ve odama çıkıyorum.

Operasyonlar ve Tommiks Okuyan Komiser

Kapıyı açıp odaya giriyorum. Odadakilere selam verip eşyalarımın bulunduğu yatağa oturuyorum. Odadakilerde tanıştıktan sonra başlıyoruz sohbete. Biri Eskişehirli, biri Malatyalı. İkisi de polis. Ordu ve ilçelerindeki operasyonlara katılıyorlar. 12 Eylül 1980 Darbesi’nin üzerinden 3, 5 ay geçmesine rağmen yaşa dışı sol örgütlerin bölgeye hâkimiyet çemberi tam anlamıyla kırılamamıştı. Örgütlerle güvenlik güçleri arasındaki çatışmalar (giderek küçülen çapta da olsa) devam ediyordu hâlâ. Ben olayların (sadece televizyondan tâkip ediyordum) yabancısı olduğum için polisler anlatıyor ben sadece dinliyordum.

Bir ara, gözüm tavandaki delik deşik kısma çarptı.

-Bu izler ne böyle?

Eskişehirli polis:

- Bizden önce burada kalan polisler yapmış, diyor ve ekliyor, psikolojileri öyle bozulmuş ki; onları, ne uyku tutar ne de yaşadıkları gözlerinin önünden gider olmuş. Kâbus üstüne kâbus. O dönem bizimle değiştirildi zaten geçenlerde.

Yatağımdan kalkıyorum bunları anlatırken Eskişehirli polis. Pencereden caddeye bakıyorum. Üç beş metrelik bir yolla ayrılan caddenin karşısında da bir otel var. Loş bir cadde. Dilimden, büyük şâir Necip Fâzıl Kısakürek’in “Otel Odaları” şiirinden iki beyit dökülüyor:

“Bir merhamettir yanan, daracık odaların,
İsli lâmbalarında, isli lâmbalarında.

Gelip geçen her yüzden gizli bir akis kalmış,
Küflü aylarında, küflü aynalarında. “

Hâlâ pencere önündeyim. Gece, bütün karanlığıyla çökmüş şehrin üstüne. Karşıdaki otelin bir penceresine takılı kalıyor gözlerim. Perdeleri çekilmemiş bir oda. Tek kişilik. Biri, ayaklarını karyolanın demirlerine uzatmış, elinde bir kitap, dalmış gitmiş. Floresan bembeyaz bir ışık yayıyor ortaya. Odadaki polislere dönüp soruyorum:

-Kim bu adam, ne okuyor böyle gece gece, diye soruyorum.

Polislerden biri cama geliyor, baktığım yere bakıyor.

- O mu? Bizim komiser. “kafayı dağıtmak” için operasyonlardan sonra geceleri, hep böyle Tommiks okur. Bana bile verir Tommiks serilerinden bâzen, okumam için.

- Tommiks bir çizgi film kahramanı değil mi? Bir emniyet görevlisi (korucu), diye soruyorum.

- Evet, diyor gülerek.

-Benim de çocukluğumun dünyasını süsleyen çizgi roman kahramanlarından birisidir Tommiks. Hani Tommiks, “Binbir Surat”ı bulmak için kale kapısından çıkarken Suzi’yle vedalaştığı kareler var ya hâlâ hatırımdadır. Önce gülüyor polis, sonra birden yüzüne bir hüzün parçası yerleşiyor ve tespit ettiğim nokta üzerinden söze devam ediyor.

-Komiser de genelde o kareleri okur. Bana verdiği kitaplarda da özellikle Tommiks, “Binbir Surat Operasyonu”na giderken, sevgilisi Suzi’nin arkasından bakakalış karelerini, hep kalemle yuvarlak içine almıştır.

Sohbet uzadıkça uzuyor. Malatyalı polis bir ara:

-Uyuyalım artık yahu, yarın operasyona gideceğiz, diyor.

Arkadaşı:

-Sen gideceksin, ben mezunum.

- Mezun, diye tekrarlıyorum soran gözlerle.

-İzinliyim yani diyor.

[Dipnot-1: “Mezun” kelimesinin bu anlamda kullanıldığını ilk defa duyuyordum. İzin, köküyle ilişkisi ortada. Sağ olsun müdür babam, bana bu yöntemi çok önceleri öğretmişti aslında. Bu yöntemle anlamını bilmediğim birçok kelimenin üç aşağı beş yukarı anlamını sezebiliyordum . Meselâ “müntehir”de bir “intihar”, “müezzin”de bir “ezan”, “muasır”da bir “asır”, “müflis”te bir “iflas”, “mülhem”de bir “ilham” sezilmiyor mu? Yeri gelmişken şunu da belirtmek de fayda var galiba: Temelini evimizden aldığımız (ana dil kavramı boşuna değildir.) dilimizden yola çıkarak kendi sözlüğümüzü zenginleştirirken( söz dağarcığı) “sözlük” çok kere bize yardımcı olmaz. Yani sözlük karıştırmak yoluyla belki kelimelerin anlamını öğreniriz ama bu çok teknik bir çalışma olduğu için bir zaman sonra “öğrendiğimiz anlamı” unutur gideriz. Bu mesele ancak her alanda kitap okumakla aşılabilir. Elimize aldığımız bir kitabı söz dağarcığına hemen ulaşamasak da inat ve ısrarla okumaya devam edersek zamanla görürüz ki başlangıçta anlamını bilmediğimiz kelimeler, söz hazinemizdedir artık. Tabiî ki cümleyi bütün olarak ele aldığımızda da kelimeye anlam yüklemek mümkündür. ]

 
Toplam blog
: 300
: 1022
Kayıt tarihi
: 13.06.10
 
 

Tarih, edebiyat, şiir, dil ..