Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Kasım '10

 
Kategori
Tarih
 

Şahsi Tarihimde 12 Eylül -II

Şahsi Tarihimde 12 Eylül -II
 

Ordu'dan bir görüntü


Kasım 1980 – İlk Atama

Eğitim Enstitüsü yıllarında “burs” alanların atamasının yapılacağı duyruluyor. Arkasından da bu statüde bulunanlar kur’a için Ankara’ya çağrılıyor. Soğuk bir Ankara akşamında iniyorum terminale. Ver elini Bahçelievler 7. cadde… Kız kardeşimi alıp Kızılay’a çıkıyoruz. Ankara’da kamplaşmanın tansiyonu normale dönmüş ki Kızılay’da problem çıkmadan yürüyebiliyoruz. Üniversiteli solun bir vitrini gibiydi oysa yakın zamana kadar Kızılay. Yürüyoruz. İlkin Beyoğlu Çarşısı’na uğruyoruz. Örgü, dantel ve yemek kitaplarıyla süslü vitrinler. Hiçbir şey bulamıyorum. Karşı caddeye geçip Zafer Çarşısı’na doğru yol alıyoruz. Geçende de dediğim gibi 70’li yıllarda Marks’ın, Engels’in, Lenin’in kitaplarından geçilmiyordu Zafer’de. Bakıyorum o sarı, kırmızı, yeşil renklerin ağırlıkta olduğu kitaplardan eser yok. Birçok kitapçı, “kasetçi dükkânı”na dönüştürülmüştü. Çarşının dükkânlarındaki teyplerden çıkan sesler birbirine karışıyor.

Kur’a Günü

Bir salondayız. Öğretmen adayları heyecan içinde. Adı okunan, bildiğiniz büyük bir şeker kavanozunun içine rulo yapılıp atılmış küçücük kâğıtları çekiyor; açıyor, sonra gidip onu diğer masada bulunan görevlinin önündeki listeye yazdırıyor. Ne “buton”a basan var ne de bilgisayar. Sıra bende. Düşecek gibi oluyorum. Heyecandan kalbim “küt küt” atıyor. Kavanozun içinden bir kâğıt alıyorum, açıyorum titreyen ellerimle. Ordu. Doğu Karadeniz’in illerinden biri. Ne anlamlı değil mi? Ordunun idareye el koyduğu bir dönemde tâyinim Ordu’ya çıkıyor.

Yine Gurbet

Kasım ayı sonlarında Ankara’dan otobüsle düşüyorum gurbet yoluna. Karadeniz’e ilk seyahatim. “Ölüm ve Korku Günleri”nden Karadeniz’e ait bildiğim tek yer Fatsa’ydı. Güneşin Fatsa’dan doğacağı sloganları. Bağımsız Belediye Başkanı Terzi Fikri. Komünlerin kurulduğu, Devrimci Yol’un her anlamıyla cirit attığı Fatsa. 12 Eylül’ü erken karşılayan ve yapılan “Operasyon”larla 12 Eylül’den önce hallaç pamuğu gibi atılan Fatsa.

Ha bir de üniversite yıllarında aynı evde kaldığımız İlhan’ın memleketi Artvin’i biliyorum. Şavşatlı idi İlhan. Sosyalist grupların cirit alanı. Elektrikleri söndürüp uykuya geçmeye hazırlandığımız gecelerde; o gündüzleri sâkin, sessiz, hatta ketum İlhan, tutun ki bir bülbül kesilir; köyünü, ailesini, Şavşat’ın tabiî güzelliklerini anlatırdı biteviye. Sigarasından bir içim çekerken, sigaranın ateşiyle yüzü belirginleşir, ağzı dolusu üflediği duman onlarca yol çizerdi sanki odada. İlhan’ın sigarasında hasret dumandan yol olup ulaşırdı sanki Şavşat’a. Çünkü 6 yıldır can güvenliğinin olmayışından dolayı Artvin Şavşat’a gidemiyordu.

Geceden yola çıkan otobüs sabahın ilk ışıklarında Samsun’da idi. Sol taraf deniz, ortada Artvin’e kadar uzanan kara yolu ve sağda Samsun. Gurbetin bitmediği gibi yollarda bitmiyor uzayıp gidiyordu. “Uzayıp giden tren yollarııııııııı ahhhh!”
Fatsa’dan Geçiyoruz

Otobüsümüz Fatsa’nın ortasından geçiyor. Şipşirin bir yer görünümünde. Sokaklara sükûnet hâkim. Daha düne kadar, özellikle, o yıllarda Cumhuriyet Gazetesi’nin ajite haberler verdiği, sokaklarına gayriresmi Devrimci Yol’un gayriresmi ”post”u serdiği Fatsa’dan eser yok.

[Dipnot-1: Sosyalist kliklerden biri olan Devrimci Yol’un Fatsa sokaklarına hâkimiyeti öyle kurtarılmış bölge boyutunda falan da değildi. Devrimci Yol, popülist bir yaklaşımla, Robin Hood edasıyla kamyonlar dolusu “karaborsa” malı depolardan silah zoruyla alıyor, halka dağıtıyorlardı. Dahası: Bu gruba mensup militanlar rahatlıkla Ankara – Artvin karayolunun Fatsa’dan geçen kısmını (hem de cadde ortasına) rahatlıkla büyük taşlar döşeyerek kapatabiliyor, durdurdukları otobüslerdeki insanları kimlik kontrolünden geçirebiliyor ve kendilerine göre şüpheli gördükleri kişileri otobüsten indiriyorlardı. Sonrası mı? Sonrası fail-i meçhuller dosyasında. Hatta gemi azıya alan bu gruplar, bir keresinde durdukları bir otobüsten resmî bir polisi indirmişler, götürüp elbiseleriyle birlikte diri diri gömmüşlerdi. Bu eylemi yapanlardan birinin ağabeyiyle aynı okulda görev yapmıştım. Olayı övüne övüne anlatırdı. ]

Fatsa bitiyor. Otobüs Fatsa’dan çıkarken sağ taraftaki evlerin duvarlarının birinde kocaman, boyaları akmış bir slogan okuyorum. “Köpek Vali, def ol!” Bu vali daha sonradan merkeze çekilen Reşat Akkaya. (Darbeden az öncesinde Fatsa’yı kurtarılmış bölgenin çok ötesinde “bağımsız” bir ilçe konumuna getirenlere karşı girişilen operasyonlardaki Ordu Valisi.)

Fatsa geride kalıyor. Sağda bir tabela yeni bir yerde yol aldığımız gösteriyor: Bolaman. Girişte solda güzel eski bir evle başlıyor Bolaman. Kara yolu deniz seviyesinden giderek yükseğe çıkıyor. Yılan gibi virajlar. Solda aşağılarda kalan deniz.

Yalıköy, Medreseönü, Büyükağız, Perşembe ve nihayet Ordu. Şehrin yerleşimi ile deniz neredeyse aynı seviyede…

Ve Bir Karadeniz İncisi: Ordu

Uzun bir seyahat. Vakit öğleye geliyordu. Bavul elde otel aramaya başladım. İlk intibam: Marmara’daki büyük ilçeler kadar bir yerdi Ordu. Kısa bir sürede bir otel buldum ve yerleştim. Çıkarken resepsiyondaki görevliye Milli Eğitim Müdürlüğü’nü sordum. Târifi hâlâ hatırlarım: İki sokak ötede. Sağa mı sola mı belli değil. Ne kadar kısa târif değil mi: İki sokak ötede.

Yolda daha “somut” bir yönlendirme sonunda Milli Eğitim Müdürlüğü’nü buluyor, merdivenlerini çıkıyorum. Girişteki görevliye(sekreter olmalı) durumumu anlatıyorum.

- Buyurun girin, müdür bey odasında.

27 yıl boyunca bir vesileyle makam odalarına gireceğim yöneticilerden birinin kapısındayım. Sağ elimin orta parmağını, gayriihtiyari “dışa çıkık küçük üçgen” şekline getirip kapıyı çalıyor, açıyor ve içeri giriyorum. Makam koltuğunda kara yağız, bıyıklı, temiz giyimli, gençten biri oturuyor.

Selâm verip kendimi tanıtıyorum. Yer gösteriyor. Oturuyorum. Güler yüzü daha da genişliyor, (mesleğe yeni giren birinin heyecanını anlayabilen, empati zengini bir müdür) atamaya yönelik bilgiler veriyor. Soru dönüp dolaşıp “memleket”e geliyor.

-Nereliydiniz sahi siz, diyor.

-Bursa'da bulunuyorum 20 yıldır. Aslen Vanlı’yız. Yüzüme bir yere ait izler arayan özlem dolu bir çehreyle bakıyor. “Annemi tanır mısınız?” der gibi:

-Ben de Bursalı’yım. Epey zamandır gidemiyoruz. “Postahane”nin karşısında ağabeyimin berber dükkânı var…

Neredeyse akraba çıkacağız müdür beyle. Müdür babamı bile tanıyor. Anlatıyor, soruyor; soruyor anlatıyor. Gözlerinde sevinç ve özlem parlamaları. Sorduğu kişilerin çoğunu tanıyorum. Aslında bu sorulardan ve cevaplardan paylaştığımız koca bir dünya çıkıyor: Milliyetçi ve mütedeyyin dünya.

Birimiz bir sıladan gelmişiz, birimiz o sıladan gurbete düşmüşüz, söz biter mi?
Görev yerine atamaların bir hafta içinde yapılacağı müjdesini verdikten sonra:

-Akşama misafirimsin. Mesai çıkışında seni öğretmenevinden alırım, diyor.

Müdür Bey’in makamını daha fazla meşgul etmemek için kendisinden izin isteyerek ayrılıyorum. Tam kapıdan çıkarken “unutma e mi” der gibi:

-Saat beş buçukta Öğretmenevi’nde buluşuyoruz, diyor.

 
Toplam blog
: 300
: 1022
Kayıt tarihi
: 13.06.10
 
 

Tarih, edebiyat, şiir, dil ..