Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Ocak '18

 
Kategori
Blog
 

Sakalımızı, "Fecebook'a" Kaptırmışız Bir Kere

Sakalımızı, "Fecebook'a" Kaptırmışız  Bir Kere
 

Ne olduysa,  Blog Milliyet yüzünden oldu.  Facebook'u işaretle bizi onlara yolladı. Ve Facebook, muazzam bir kitleyi,  Blog Milliyetten söküp almasa bile, onlara paralel kıldı. Facebook şimdi tutana aşkolsun. Neymiş efendim, yazılarımızı orayla da paylaşırmışız. İyi de olurmuş.

Şimdi herkes,  Fecabook yolunda kuyrukta.  Kaydolan kaydolona. Ne kategorisi var, ne editoryası var, ne aşçısı var, ne mutfağı var. Bir selam verip giriyorsun içeri, giriş o giriş.

       Millet birden benimsedi burayı. Neden acaba?  Facebook, koskocaman bir okul. Okul müdürü, buranın hem hocası, hem borazanı, hem yazıcısı, hem zil çalını, hem çaycısı, hem hademesi.hem de herkesle arkadaş.

       Kafandan geçenleri, düşünmeden yaz. Bir bakmışsın ki hemen yayında. İnsanlarımızın bir yazarlık ego’su, daima şuurlarında  gizlidir. Facebook, bunu açığa çıkardı. Adeta bangır bangır ilan edildi: “Gel vatandaş  gel. Sen de gel ! Ne yazarsan kabulümdür. Çeşitlerimiz bol. Ebrulisi var, fıstıkisi, kurşunisi, zeytunisi var. Kategori mi dediniz? Bizde hak getire. Aklına eseni yaz. Yeter ki yaz. Bizdeki desen, renk, ve ufuk, kimselerde yok..  Mısır Çarşısında bile yoktur. “

       Facebook devamla: “Ne editör var, ne Sırat Köprüsü var. Ne bekleme var. Ne  de OHAL var. Tak diye yaz, şak diye karşına çıksın. yazdıkların”

       Hem sonra, Facebook durup durup sürprizler yapıyor size. Hal hatır soruyor, tanımadığı halde. “ Kafandan ne geçiyor, hadi yaz, yaz buraya” diye sizi uyarıyor. Bir “ Pizzanız  sucuklu mu olsun, pastırmalı mı olsun” diye sormadığı kalıyor. Hatta ve hatta,  Sizi düşünceli gördüğü anlar  da oluyor. Canınızın sıkıntısı dağılır kabilinden pat diye bir yazı karşılıyor sizi: “ Bu gün hava güzel. Bulutlar sizin için dağıldı. “Sizi  şööööyle alalım”  demezler mi. Bizi adalara, modalara götürmek istiyorlar.. Gönlümüzü hoş etmek istiyorlar. Bir tek  eksiği var, lokantaya götürüp, pilav üstü az kuru ısmarlamıyorlar. O da olur inşallah.

       Bunları niye yazıyorum? Blog İdaresini dürtmek için. “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla” kabilinden. Biz o kadar yakın durmak istedikçe, blog idaresi bizden neden uzaklaşır?

       Bu öz eleştiriye katlanacak, olgun, “umur görmüş“  editörlerimiz olduğu için  karalıyorum bu lafları. Biraz da  Fecabook’u kıskanıyorum yani. Nasıl kıskanmam. Her şeyime ortak olmak istiyor. Durup durup gönül almak istercesine “ Ne düşünüyorsun?” diye de sorması cabası.

       Eh, ne de olsa memlekette “yazar” açığı var. İşte  Facebook, tamamlıyor. Mübarek tümen tümen.” Milliyet Blog’da yüz binleri aşan yazar var. Ama Facebook’ta daha fazla yazar var. Çünkü; birileri, bir öksürse, bir gülücük kondursa, bir aksırsa, bir tebessüm etse, hepsi “yazar”  oluveriyor. Orada herkes yazar. Eti de para, çulu da para, gülücüğü de para,  “Elini sallasan ellisi, telimi sallasan tellisi” Yani her taraftan fışkırıyor yazarları.

       Biz, bir de Blogcularımıza kızardık: “ Lay lay lom’lu yazılar yazıp, blogları fuzili meşgul etmeyin. Tarağımı, takma dişimi kaybettim. Göreniniz var mı?” diye  bir yazmadığınız kaldı zaten” diye diye dilimizde tüy bittiydi.

       Yazarlarını adli yönden koruyan, birlik ve beraberlik için daima istim üzerinde olan, Milliyet Blog, bize sessiz ve derinden epey şeyler öğretti. Ama gel gör ki, Facebook’a çanak tutmasaydı, iyi olurdu. Kendisine olan ilgiyi dağıtmasaydı.

       Facebook’ta özel yaşam, yerle bir şimdi.  Aileye ait ne varsa şimdi ortalarda geziyor. Sandıkta, sepette, kilerde ne varsa ortaya dökülüyor.  Bazı gizli kalması gereken ailevi ortamlar, karpuz sergisi gibi  meydanlarda.

       Ey Blogcu Blogcu / Eselim biz burcu burcu / Taşlar yerinden oynasın / Bu fasulye iki buçuk lira / Hem kaynasın, hem oynasın  / Hadi var mısınız? / Eller havaya havaya /  “Çaaak” yapaciz./ Düşman çatlataciz /

       Eller havaya, havaya. / Hadi  çaklat./ Sesi Bağdat’tan gelsin Hey, Kandıralı, sen de çaklat /  A be sen ne güzelsin /  Ağzından öpülesin /  Hamsi gözlüm, yeşil gözlümsün /  Hamsinin gözleri gibi / Bi yanayi, bi söneyisin!.

       “Kadifedendir kesesi /  Tık- tık kokar nefesi /  Dudağında busesi /  O bir  tıktık  heveslisi / Yesin onu ninesi.  / Enine nanay / Dikine nanay /  Şinanay yavrum, şinanay

       Arabası dört teker / Köşesiz seni kim çeker / Köşesiz Blogculuk, beterden beter / Bu devirde eşek eşeği ödünç kaşır / Zengin arabasını dağdan aşırır / Ah bir de   Blog İdaremizin OHAL’inden kurtulsak /  Yazımızı dan  diye yazsak, / Pat diye ekranda görsek

       Kimimiz; blog aşkına, tencereyi ateşte unuttu, şiirler döktürdü, kimimiz lokma, kimimiz kızamık döktük, kimimiz  kurşun döktürdük. Kimimiz blog toplantılarında  sahnelerde döktürdük. Bunların hiç birinden idaremizin haberi bile olmadı. Öyle di mi?

       Ama, her şeyden evvel, blogculuk iyidir. Sıhhat saçar. Nefes açar. Diri tutar. Her gün kendini görürsün. Bir ayna gibidir.

       Son olarak “iyi ki varız,” deyip kuvvetli bir “çaaak!” işi halleder. Unutma, “küllük’te, gül de biter!” Sakalı Facebook’a kaptırmışız bir kere. Eski arkadaşların sesi oradan çıkıyor. Yoldaşlarımızla iyiydik. Ağırımıza gidiyor şimdi. Neden bir arada olamıyoruz? Sebepleri var tabi. Neyse.

       Şiirlerle teselli buluyoruz, n’apalım!

       Ört ki, ölem !

 

 
Toplam blog
: 1616
: 918
Kayıt tarihi
: 13.08.06
 
 

Hayatın dikenli yollarından geçmenin  sırrı, aralarından çabuk geçmektir. Ümit, naylon çorap giyd..