Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Kasım '15

 
Kategori
Alternatif Tatil
 

Sakız adası

Sakız adası
 

Sabah işe gitmek için evden çıktığımda bir seyahat planım yoktu. Yarım saat içinde karar verdim gitmeye. Önümde bayram arifesiyle dört günlük boş zaman, İzmir sıcak, bayramlar kötüdür üstelik. Ertesi gün sabah onbirde Sakız limanına inmiştim. Plansız gitmek güzeldir, bu yüzden Sakız güzel bir alternatifmiş.
 
İlk yurtdışına çıkışım, ilkler güzeldir. Hikayeleştirilecek bir durumu olmalı bu güzel tatilin, ama burada anlatmayacağım. Gördüklerimi yazmak istedim burada.
 
Çeşme limanından feribotla geçiliyor. Vizesi olmayanlar için kapı vizesi evraklarını tur şirketleri önceden gönderiyor, oraya indiğinizde ayrı bir kuyruk bekleyip vizenizi alabiliyorsunuz.
 
Plansız yola çıkmanın kötü tarafı, önceden evrak göndermeyenlerin kapı vizesi kuyruğundaki herkesin işlemi bittikten sonra alınması. Tek tek evraklar inceleniyor, bilgiler sisteme kaydediliyor ve bayram kalabalığında feribottan inmekle vizeyi alıp limanın kapısından çıkmak arasında üç saatlik bir bekleyiş olabiliyor. Önceden uyardıkları için çok sıkıntı yapmadım ama günübirlik gelmiş olup üç saat orada beklemek zorunda kalanlar için tabi oldukça sıkıntılı bir durum.
 
 
 
 
 
 
Eşyaları otele bırakıp gezmeye başlıyoruz. Karfas’ta denize giriliyor. İncecik kumu var ve deniz çok temiz. Herşey mavi oluyor bazen ve ben maviyi çok seviyorum. Denizden çıkıp dalgaların bittiği yere yatıyorum, çocukluğumdan beri yapmamışım bunu. Gözlerimi açtığımda gökyüzü mavi. Mavi dünyayı sevmeye başlıyorum. Üç yazdır ilk tatilim bu. Ne kadar yorulduğumu fark ediyorum ve o an ne kadar dinlendiğimi. Renklerin insanlar üzerinde bir etkisi varsa eğer mavi artık huzur demek.
 
Ordaki biraları ilk içtiğimde farklı geliyor. Efes–Tuborg ikilemi orada Fix-Alfa olarak çıkıyor karşıma. İkisini de sevmiyorum, yerel üretim biradan alıyorum, biraz acı ama daha iyi geliyor. Bir de yarı tatlı şarapları güzel. Litrelerce içilen bira sudan fazla etki etmese de o yarı tatlı şarapları keşfettikten sonra başka bir şey içmiyorum.
 
Dar yollar köyleri birbirine bağlıyor. Trafik düzenli ve yavaş. Kimse birbirine saygısızlık etmiyor. Üstü açık Barbie’yle gezdiğimiz için gündüz çok yanıyorum, gece üşüyorum ama sorun değil, telefon çalmıyor, uzak olmak, huzur bulmak, bir de mavi güzel.
 
Yolların kenarlarında orada sanırım trafik kazalarında ölen insanlar için küçük kutular var cam kapaklı. İçlerinde kandil yakılıyor geceleri. Bir akşamüstü Karfas’tan merkeze dönerken bir genç kız büyük bir ciddiyetle yol kenarında yaktığı kandile arkasını dönmüş yürüyor. Ertesi gün yaktığı ateş hala yanıyordu. O kızın yüzündeki acıyla ciddiyeti hiç unutmayacağım sanırım. Sevgilisi miydi acaba diye düşünüyorum ölen. Kimin için yaktı o küçük ateşi? O anda bir senaryo yazıyorum, “Eğer ben burda ölürsem, benim için yapılacak kutuda su kabı olsun, kuşlar su içsin ve yem yesin”. Ölüm acıklı gelmiyor bana, arkandan acı çekecek birinin olması ve olmaması acıklı geliyor.
 
Sokaklarda küçücük köpekler var. Çok nadir büyük sokak köpeğine rastlanıyor. Kediler var bir de. Gittiğimiz restoranlardan birinde tek gözü kör bir kedi görüyorum. Ötekileri kovalayıp ona yemek veren mavi gözlü adama diyorum ki, “Selam, ben Çelin, ben çirkin kör kedileri seven kızım.” O da “Biliyorum, anlatma” diyor. Kedi yemeğini yedikten sonra şarabıma devam ediyorum.  Kör kedi doyduğu için o günüm güzel geçiyor.
 
 


 

 
Nefes alıyorum, boş boş etrafıma bakınıyorum, yalınayak geziyorum, Barbie tepelere tırmanırken çok fotoğraf çekiyorum, yemeklerinden yiyorum, frappesini, birasını, tatlı şaraplarını içiyorum, ellerimi, ayaklarımı sürekli kuma değdiriyorum, yanıp acımış omuzlarımı bile güneşten saklamıyorum, makyaj yapmıyorum, bir gece kafama esiyor, yüz santim topuklu ayakkabılar giyip öyle dolaşıyorum, günleri sahiplenmemem gerektiğini ve son gece diye bir şey olmadığını, gecelerin, günlerin benim olmadığını öğreniyorum. Anlamadığım sözleri olan müzikler dinliyorum, beni Yunan sanıp yüzüme baka baka fesat laflar eden hoşaf olmuş kadına ismimi söylüyorum gülümseyerek. Barbie ormanların arasından geçerken ağaç kokularını içime çekiyorum.
 
Ve tatil bitiyor. Denize atılan tek izmarit bana ait. Sadece kendimden bir şey bırakmak istedim aslında. O an elimde başka bir şey yoktu çünkü. Bunu gelirken düşünmüştüm. Sakızla vedalaşmadan dönüyorum.
 

 

“Anılar biriktiriyoruz sadece “ demişti Yeşim abla. Güzel anılarla doldurup gelgit hafızamı, mavi mavi dönüyorum İzmir’e. Dönmeyi de gitmek kadar sevmek lazım. 
 
Toplam blog
: 18
: 292
Kayıt tarihi
: 22.01.10
 
 

Bir varmış, bir yokmuş. Herşey bir varmış, birden yok olmasın diye yazı olmuş. Dünyada o kadar az..