Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Kasım '07

 
Kategori
Psikoloji
 

Saklambaç oyunu

Saklambaç oyunu
 

Çocukken, türlü türlü oyunlar oynardık; mutluluğumuzun kaynağı olan çeşitli oyunlar. Hele onlardan bir tanesi vardı ki, son derece keyif alarak oynadığım ve hayata dair çok şey öğrendiğim; saklambaç oyunu.

Oyunun kuralları basit gibi görünse de, işin aslında çok zor bir oyundu. Önce bir kale seçilirdi, sonrasında bir ebe. Ebe, kaleye yüzünü dönerek, birden ona kadar sayar ve ardından o sihirli sözcükleri söylemeye başlardı; “Önüm, arkam, sağım, solum ebe, saklanmayan sobe!”. Herkes, bir kenara saklanır; ebe, onları bulmaya çalışırdı. Sonrasında ebe ile yakalanan oyuncu arasında bir mücadele başlardı; kaleye önce varma mücadelesi. Önce varan, kaleyi sobeleyerek ebe olmaktan kurtulurdu. Şayet, ebe bir kişiyi bulup sobelemeyi başarırsa, o zaman ebelik el değiştirirdi. Eğer, birden fazla kişi sobelenirse; ebe, yeniden yüzünü kaleye döner ve yine ona kadar sayardı. Yakalanan oyuncular, kaçmaya başlarlardı. Ebe, saymasını bitirir bitirmez, aniden dönerek hareket halinde bir kişiyi yakalamaya çalışır, yakalarsa o kişi, yakalayamazsa; kaleye en yakın kişi ebe olurdu.

Şimdi bu oyunun neresinin zor olduğunu söylediğinizi duyar gibi oluyorum. Zor olan, oyunun kendisi değil, oyun içinde oynanan oyunlardı. Mesela; ebe, saf saf sayar, tekerlemesini söyler ve etrafına dakikalarca bakmasına rağmen, kimseyi bulamazdı. Herkesin evine gittiğini, uzun dakikalardan sonra anlardı. Bazen; saklandığım bir oyunda, ebenin bile evine kaçtığına şahit olurdum.

Ben, genelde kaçmaz, sonuna kadar oyuna devam eder, hiçbir arkadaşıma, sıpa gibi ortada bırakılmayı layık görmezdim. Ama oyun, kurtların arasında oynanıyorsa; kendimi hiçbir zaman gülünç duruma da düşürmezdim. Sonraları, oyunun ilerleyen saatlerine doğru, hep gönüllü ebe olmaya başladım. Bu başka bir oyundu benim için. Biliyordum; herkes evine kaçacak ve ertesi gün beni alay konusu yapacaklardı ancak; ben bu tuzağa, beni bekleyecek bir arkadaşım kalıp kalmayacağını öğrenmek için düşerdim. Çünkü beni bekleyen, güveneceğim bir arkadaşa sahip olmak, bana çok büyük mutluluk verirdi.

Bugün hala görüştüğüm çocukluk arkadaşlarıma bakıyorum da; onlar, saklambaç oyunlarında beni satmayan arkadaşlarmış. İlginç değil mi? Oysa, yaşam boyu ne çok arkadaşa yatırım yapmıştım.

Otuzlu yaşlara geldiğimde, insanların aslında hiç büyümediklerini ve saklambaç oynamaya devam ettiklerini fark ettim. Fakat bu oyun, nitelik değiştirmişti. Oyunda herkes, hem ebe, hem oyuncuydu ve saklanılan yer ise yüze takılan maskelerin arkasıydı. Herkes, birbirinden kaçarken, aynı zamanda bir başkasını sobelemeye çalışıyordu. Bu oyunda insanlar, yakalananlara bir yandan gülerken, diğer yandan yüzlerindeki maskelerini sıkı sıkı tutarak, düşürmemeye çalışıyorlardı.

Zaman içerisinde, maskelerin arkasını görebileceğim bir yöntem keşfettim. Sonraları öğrendim ki o yöntemi benden başka bilenlerde varmış ve o yönteme empati adını veriyorlarmış. Ara sıra, bazı insanların maskelerinin arkasındaki yüzün bana ne kadar benzediğini düşünür ve çok şaşırırdım. Meğer onlarda, saklambaç oyununda benim gibi sona kalmayı tercih edenlermiş.

Geçenlerde bir maskeli baloya katıldım. Maskeli balo derken anlayın işte, yukarıda bahsettiğim türden bir maskeli balo. Hemen hemen davetlilerin hepsi ile empati yapmaya ve maskelerinin arkasında saklamaya çalıştıklarını anlamaya çalıştım. Bir çoğunun şifresini çözdüm ve beni bir hüzün aldı. İnsanlar bu gizemli saklambaç oyununda o kadar basit şeyleri birbirlerinden saklıyorlardı ki. En üzücü yanı ise, çoklarının saklamaya çabaladıkları o basit şeylerin esaretiyle, mutluluğa hasret olarak hayatlarını tüketecek olmalarıydı.

Gördüğünüz gibi saklambaç oynamak, öyle kolay bir şey değilmiş değil mi? Hadi buyurun oyuna; “Önüm, arkam, sağım, solum ebe, saklanmayan sobe!”.

Sevgiyle kalın.

 
Toplam blog
: 36
: 1120
Kayıt tarihi
: 21.09.07
 
 

İstanbul'da 1967 yılında doğdum. Askerlik harici bütün yıllarım bu şehirde geçti. İşletme mezunuyum,..