Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Haziran '12

 
Kategori
Resim
 

Sanatçı da burjuva olursa

Sanatçı da burjuva olursa
 

Sanat-İktidar-Sınıf kavramı Ali Şimşek moderatörlüğünde 29 Mayıs Salı 19,00'da BEKS-KOZAVİSUAL'da tartışıldı. Notlar aldım, paylaşıyorum.

Ali Şimşek :Bu gün çok açık bir şekilde görüyoruz artık, büyük şirketler, büyük kurumlar bilfiil sanatın içinde. Daha önce çok kolaydı misal, Akbank’ın Balıkesir Şubesi’nin sanat galerisi vardı orada işte yerel ressamlar, hobistler, sergi açarlardı. 90 dan sonra her şey değişti, sanat şirket ilişkileri hızla arttı hatta Sanat A.Ş’ ye uzanan kitaba kadar. Rönesans’da da bu böyleydi bunu biliyoruz para orada ve ayakta kalıcı bir şey. Benim buna itirazım yok. İtirazım olan şu, 90 dan sonra bir küratöryal denen kurum var. Küratör etimolojisine indiğimiz zaman küvezde bebek bakan yani bebek bakıcısı, koruyan, kollayan, hami. Ya da mesela Hasanpaşa Camii Yaşatma Derneği’nde derneği yaşatmaya çalışan. Ama tabi şu an için o değil küratör. Değişen şeylerden biri bu küratör. Sınıf yok demiyoruz, sınıf seçtiğimiz bir şey değil ortada olan bir şey. Sınıf arayıp bulduğumuz bir şey değil, o sınıfın küvezine doğuyoruz, sınıf ekstreleri öderken karşımıza çıkan bir şey. Kredi kartlarını aldığımızda sınıf farkı yok, ekstreler geldiğinde var.

Yazının yankı bulmasının nedeni sınıf vurgusunu yapmasıydı tabi bu. Küratöryal konumun ağırlığının üst orta sınıf ve burjuvaziden oluşması. “Üst Orta Sınıf” kavramını kullanıyorum, sınıfla ilgili durumlar hala belirsizlikler taşıyor. Türkiye’de burjuvazi ile vülger kavramı karıştırılıyor. Vülger Almanca o da aynı kökenden ama kentlilikle alakalı bir şey. Tartışacağımız bari de eleştiri kurumu. Eleştiri kurumu da bu gün söz ettiğimiz o sınıfsal kökenler anlamında yoğunlaşmaya başlaması. Örneğin Ali Artun, Galeri Nev’in kuruculuğundan ve yöneticiliğinden, Merkez Bankası Sanat Danışmanlığı’ndan geliyor oluşu ve radikal olarak Marks’tan eleştiri yapıyor olması tartışacağımız şeylerden biri. En önemli başlık ise bu daha önce hiç olmayan dünya tarihinde de olmamış bir şey; sanatçı da orda olmaya başladığında ne olur? Dünya tarihinde sanatçılara baktığımız zaman alt orta sınıflardan gelen kuşaklar. Sanatçı da üst orta sınıftan gelmeye başlarsa ne olacak bunlar tehlikeli tezler. Bunu doğrulayan bazı şeyler var mesela Arkas Holding’in kızı özgün baskı sergisi açtı. Üst orta sınıftan gelen çocukların ağırlığı  bu katmanda var, asıl tartışılması gereken katmanlardan biri, var olan egemen sanat yapma yordamı kavramsal ve güncel sanatı izliyor. Performans, video art, yerleştirme, kolaj. Burada da söz edilen sınıfın ağırlığının olmaya başladığı açık. Bunun dışında konvensiyonel dediğimiz alanın da, tuval, boya, pentür gibi, ekspersyon gibi,… bir tepki olarak küçümsenen , ikincil kalmış, hatta o alanın da alt orta sınıf çocuklarından müteşekkil olduğu, onların da orada konsolide olduğu açık.

1- Şirketler, network ilişkileri ve eş dost ilişkileri ile dayanışma ağlarını güçlendirmekte, yurtdışı ziyaretleri, buluşulan kafeler, mesela Tünel Bölgesindeki gidilen kafeler barlar ama burası değil, yukarısı değil, acı ama gerçek sosyolog gözüyle baktığım için. Buradaki karşılaşmalarla, Galata meydanındaki karşılaşmalardaki network oranları aynı değil. Görünen şey bu.

2- Soylulaştırma dediğimiz hikayede alt orta sınıfı zaten mekandan kovarak, sadece üst orta sınıf ve burjuvazinin sanat alanlarına dönüştürülmesi. Sınıfsal olarak belli bir kesim zaten buralarda yaşayamaz hale getirildi. Küratör ve eleştirmen arkadaşlarımız da “Akp İstanbul’u koruyor” diyerek, Beyoğlu üç kuruşa bira içen lümpenlerinden temizliyor diyor. Burada temizlenen açıkça biziz, benim bildiğim burada üç kuruşa da bira yok.

90' dan itibaren bohemi doğuran dinamiklerde değişim başladı. Kafe ve bar sanatta çok önemli mekanizma. Yani bohemi doğuran şey kafe ve bar. Bohemden clubbera doğru gidiş de tartışılması gereken bir durum.

Bobo (burjuva bohemi) de tartışmamız gereken kavramlardan artık karşımızda Şeker Ahmet Paşa toplayan bir burjuvazi yok. Onların çocukları da çok farklı. Yırtık çorabıyla sanat ortamında bir burjuvazi yok artık. Bizleri bekliyorlar bizlerden çıkacak fikirleri, bir yandan hızla öğütmek diğer yandan ikincil gördükleri ya da ittikleri alana dalmak için.

Hobi, ekspresyon, kalın boya, pentür, figüratif, … gibi alanlara da girecekler ve girme koşulları da ya kavramsal ya da hiperrealite üzerinden olacaktır.

Tezlerden biri de mekansal dönüşüm. Bu da çok önemli bir şey, yani 19. yüzyıl Paris’inin bohemi olmasaydı, bu günün modernizmi olmazdı. Hercümerc gibi bir şey bu. Biz Ümraniye’ye gideceğiz ama ben buna kendi adıma üzülmüyorum.

Diğer önemli tartışmamız gereken şey, bu sınıflara güncel ve çağdaş sanatı yapma biçimlerinin uygun düştüğü. Kavramsal meselelerin burjuvazi ile örtüştüğüne dair tez de tartışmamız gereken. Çünkü kavramsal olan, ironik olan, mesafeli olan oraya uyuyor. Ekspresyon, duygu gibi durumlar bu aşamada birincil değil. Şu an pentür ağırlıklı çalışmalar klasik olan 1950 sonrası çalışmalar Nişantaşı bölgesindeki galerilerde buluşuyor. Ve bu yerler okul ile piyasa arasındaki geçişkenliği sağlıyor, Teşvikiye’deki bazı galeriler ise burjuvazinin alanlarına ( Mısır Apartmanı, Tünel lokasyonundaki yerler,…) kapağı atmaya çalışıyor. Tüm dünyada paranın dolaştığı alan güncel sanat alanı. Bu gün klasik galeri yapısı da çözülmeye başladı. Bu şu anlama geliyor, pentür ağırlıklı çalışanlar için durum giderek zorlaşıyor. Pentürel ve ekspresyonel alan çoktan daralmış oluyor. Bu da acı ama gerçek. Buna bağlı olarak da tepkisel alanlar açılıyor mesela Maltepe Ekolü oluştu seksenlerin ortalarında, sanatçı akını başladı ama şu an yok.

Bir Konuk :Aslında sanatçının hangi sınıfsal kökenli olması hiç de problem değil. Sanatçılar baktığımızda Hem Türkiye’de hem dünyada kendilerini proleteryanın yanında hissetmişlerdir. Marks öyledir, Engels öyledir. Korkunç olan şey aslında burjuvazinin tahayyül ettiği dünyanın her yere sızması ve kendini yeryüzünde var kılmaya çalışmasıdır. Burjuva sınıfına ait bir birey de bu dünyanın peşinde bu dünyayı kurmaya doğru yöneldiği zaman  problem çıkıyor. Kamusal mekanların yok olması giderek her şeyin şirketleşmesi. Örneğin bir ITT şirketi var kamusal mekana şöyle bir ibare yapıştırmış durumda:“Bu kamusal mekan ITT Şirketi’ne aittir”. Kamusal mekan hiçbir şirkete ait değildir herkesin katıldığı heterojen bir alandır. Farklı sınıfsal kişilerin bir araya geldiği, farklılıkların çarpıştığı, tartışmaların yapıldığı, düşünsel anlamda fikirlerin öne çıktığı mekandır kamusal alan ama giderek bunların yitirildiğini görüyoruz. Burjuvazinin şu an bir tahayyülü var ve o tahayyül içinde her şey tasarlanmaya başlandı. Sınıfsal kökenli insanlar da bu tahayyülün içinde belirmeye başladılar yani, dışına çıkıp dışarıdan bakmak gibi bir lüksleri yok gibi. İster istemez merciinde olanlar da kendilerini merkeze doğru yönlendirdikleri zaman böyle bir tahayyülün içine oturtmaya çalışıyorlar. Yani böyle görmeye çalışıyorlar galiba asıl tehlikeli olan bu.

Bir Konuk :Burjuva kökenli bir sanatçının bir tahayyülü var ama bu tahayyül bahsettiğin gibi daha farklı sınıflarla geliştirilecek bir tahayyülden öte, küresel olarak üniter sistemin bir kopyasına aşık olmak.

Ali Şimşek :Burjuvazinin olumlu değerleri dediğimiz değerler o sınıfa bağlı değil insani öze bağlı. O insani özleri başka faturalar adına onlar yaşayabiliyorlar. Burjuvazi, aristokrasi, veya  x adı ne olursa olsun, buradaki sıkıntılar insani özle ilgili sıkıntılar. Boş zaman, boyayı sürme keyfi, oyun, ensenin güneşte pişmesi gibi insanı durumların sadece o sınıfsal çeper içinde yaşanabiliyor olması sorun.

Mülkiyet ilişkilerine ne kadar itiraz etsek de bizi belirleyen bir şey, mesela ulaşım, otobüse binme gücümüzü beliriyor, evimizi belirliyor, atölye metrekaremizi belirliyor gibi. Benim sıkışmaya itirazım var. Mesela Hitler iyi bir ressam olabilirdi, bu bir tartışma değil, burada düşünmek lazım, iyi resim yapması onu kurtaracakmış gibi bir şey yok.

Bir Konuk :Sanat bir şeye çare filan da değil.

Ali Şimşek :Onu söylemeye çalışıyorum etik bir çözümü tümüyle dayatılamayacak bir alan. Ütopya bu. İyi bir resim seyretmekle iyi bir resim yapmak insanı iyi yapmıyor.

Bir konuk :Kamusal mekanın ortadan kalkması, tamamen burjuvazinin tarif ettiği öznelerle donatılması aslında böyle bir dünyaya doğru gidişin göstergesi. Kamusal mekan farklı sınıfların, farklı kökenden insanların, farklı düşünceden insanların bir araya geldiği mekanlar. Mesela köprüaltı böyle bir mekandı. Gerçekten de hiç kestiremediğiniz farklı insan görürdünüz yanınızda.

Ali Şimşek :Clubberlık dediğim şey bu zaten, Köprüaltı yanmaya başladığında 93’te zaten mekansal dönüşüm başladı, club dediğimiz, “Hayal Kahvesi” ile başlayan bir süreç var. Bir genelev kadınıyla karşılaşabileceğin alanlar yok daha sınıfları birbirine yakın insanların karşılaşabileceği alanlara dönüştü mekanlar. Şöyle söyleyeyim mesela modernizmi üreten şey bohemdi. Bohem de kötü çatı katları – burada kötü çatı katlarına gidelim gibi bir şeyim yok-  bu hala İstanbul’da var. İstanbul iddiasız söylüyorum bana sorarsanız bu gün dünyanın en önemli sanat merkezi. Berlin bir yanılsama. Merkezi belirleyen atölye, öğrenci, bohemdir. Öğrenci çok belirler. Sürekli fakülteden öğrenci akını var alana dalacak olan. Üretim anlamındaki merkezden bahsediyorum yoksa sermaye ve marketingden değil. İstanbul ve Berlin evet iki merkez ama Berlin’de öğrenci ve bohem çok yoğun değil. Dinamizm anlamında merkezlerden bahsediyorum, nasıl ki 19. yüzyılda Paris’ti. İtirazlar gelebilir ama ben böyle bir merkez olduğunu düşünüyorum.

Bir konuk :O zaman şöyle bir soru sormak istiyorum :  Neden Avrupa’daki bütün sanatçılar Berlin’e gitti? Neden herkes İstanbul’a gelmek istiyor?

Ali Şimşek :Dinamizm var, karşılaşma mekanlarının çokluğu, ucuzluk, arzuya kolay ulaşılabilirlik, … bu nedenlerle İstanbul’a akış var. Berlin de zaten modernizmin başkentlerinden biri ve ucuz. Berlin ile İstanbul arasında ne tür fark var bu da tartışılabilir. Berlin politik hareketler, anarşizan hareketler için çok güçlü bir şeye sahip bunun yanında, hiçbir zaman Berlin’de olmayacak hep burada olacak seçimlere sahip insanlar var. Hiç ben orda olmak istemiyorum hep burada olmak istiyorum. İtirazlar gelebilir ama şunu söylemeliyim, İstanbul’a çok muhalif, dışarıda olan bir şey hızlı bir şekilde egemen, Berlin bu anlamda daha otantik. Mesela 90 sonrasında Hafriyat Grubu bir sürü star çıkardı. Berlin’de öyle bir şey yok.

Bir konuk :Peki neden Türkiye’deki Hafriyat gibi gruplar ya da bireysel sanatçılar dünyada var olmuyor?

Ali Şimşek :Bu durum lobi faaliyetleriyle ve marketing ile alakalı bir durum.

Rafet Arslan :  Şöyle bir durum var bir de , Berlin’de çalışan bir adam 1500 € maaş alıyor, çalışmayan 800 €. Yani resim yap hiç satma 800 € var zaten. Bence Berlin’in öyle bir avantajı var. Bizde adam ölüyor ve ölürken kimse de adam ölüyor bir şey yapalım filan demedi adam öldü. Sanat tarihine batığımızda bohem işte böyle. Bir sürü cenaze var. Biz de en güzel adamlar ölüyor zaten bu tarihin üzerinden bir de 12 Eylül geçmiş. Hafriyatçılar ne yapacak tabii. Diğer türlü seçenek yok, kamusal  olarak bir şey verilmiş mi verilmemiş, ekonomik destek var mı yok, sanatçı kooperatifi var mı birbirini destekleyecek yok. Düşmanca egoların yükseltildiği star üretilmiş, herkes birbirine ters bakıyor, bu ortamda ne yapacak adam ya ölecek ya yırtabiliyorsa yırtacak. Belki adam burjuva kökenlidir ama kafası başka yerdedir, Şimdi Elif Boyner gidiyorsa gitsin abi. Nalan Yırtmaç gidiyorsa gitsin. O gider Sulukule’de bir şey yapar, öteki başka bir şey. Bazı şeyleri koyarken çok dikkat etmek lazım.

Ali Şimşek :Güncel sanat, çağdaş sanat acayip politik, mesela Turan Erol bu kadar politik değildi, Burhan Uygur değildi. O zaman demek ki o açıyı da kendimiz oluşturuyoruz. O kadar şey yapıyorsun bir anda orda olmuş olunca garabet oluşmuş oluyor. Bence konu olarak politik konuları bırakıp lirizme, ekspresyonizme, yönelip baştan sözleri büyük tutmayalım mesela. O açıyı göstermeyecek bir şey yapalım.

Rafet Arslan :O politik işi yapan, mış gibi mi yapıyor, jest gibi mi yapıyor? Harbiden politik bir şey yapacak durumu mu var?

Bir konuk :Politika ne zaman başladı Türkiye’de?

Bir konuk :80 lerde bu ülkede Vakko Ödülleri konuldu ve bu ülkedeki o dönemin önemli sanatçılarına rastlar bu ödüller. Şenol Yorozlu, İbrahim Çiftçioğlu, Yavuz Tanyeli gibi sanatçılar işleriyle ödüller aldılar. Aslında bu insanlar geçmişte de politik insanlardır ve hatta örgütlü insanlardır. Sürecin 80’ lerden  bu güne gelmesi, sanatçının ne kadar entelektüel oluşuyla ilişkili olmaya başladı. Yani yapılan sanatın politize olması o sanatçının entelektüelliğiyle ölçülebilir artık. Herkes politik iş yapma şansına sahiptir, ne kadar entelektüel iseniz o kadar yaptığınız iş sizi tanımlar.

Rafet  Arslan :Piyasanın tanımlamasıyla, süreci oluşturan şeylerin tanımlaması ayrı şeyler.

Bir konuk :Piyasanın zaten sizi görmesi zordur. Olağanüstü şeylerden bahsediyorsunuz.

Bir konuk :Bu gün sanatçılar hep para konuşuyor, bu bunu yaptı şunu aldı vs.eskiden bu yoktu. Herhangi bir yapıt üzerine saatlerce konuşabiliyorlardı. İşte bu gün işte Berlin’de olan durum bu. Berlin’de olan sanatçılar, Berlin’de, İstanbul’da Londra’da yaşıyorlar. Orada sanatçılar daha da zor durumda. Tütünü bir yerden alıyor, kağıdı bir başka yerden. Türkiye’deki sanatçılar o zorluklara katlanamaz.

Bir konuk :Eleştirinin imkansızlığı durumundayız neredeyse, politik olanın hiçbir anlamı yok, kavramsal olan daha çok alınır satılır durumda. Depo’da açılan sergide Nalan Yırtmaç’ın işi belirsiz aslında, hiç de politik bir iş değildi. Mahallelere destek vermek durumunda tam tersi bir etki yaratıyor, gerçekten politik olan bir iş değil. Eleştirel bir yan yok.

Saadet Sorgunlu :Popüler politik olan sanatçılar türedi. İçselleştirerek üretmişse sanatçı bu iş ortadadır. Politik olmak da popüler oldu ya onlar sonradan politik oldular bu bir gerçek. Bunlar samimiyetsiz duruyor, Nalan Yırtmaç örneğinden yola çıkarsak eğreti duruyor. Üreten kişilere de bakmamız lazım sonradan geçirilmiş kılıf gibi durabiliyor.

Bir konuk : Sanat ne kadar politik olmalıdır ya da olmamalıdır?

Bir konuk :Türkiye’de bu bugün nasıl tartışılıyor anlamış değilim, Almanya’da politik sanat bienalleri yapılıyor bu gün. Türkiye’de yetiştirilen sanatçının yeterliliği konusunda bir problem var. Ne kadar politik olunacağı konusunda fikirler oluşabiliyor, ne kadar politik olunacak? Kim karar verecek buna?

Bir konuk :Türkiye’de sanatçılar burjuvazinin isteğine göre hareket ediyorlar. Burjuvazi ikiye ayrılmış durumda: 1 – Eski Jakoben devletin yarattığı burjuvazi. 2 – Şimdiki kesimin yarattığı burjuvazi. O kesim daha ziyade soyut sanat vs alıyor, suret yasak olduğu için. Diğer kesim ise serüveni olan resim alıyor. Burada sanatçılar serüveni olan resim yapıyorlar ve ona politiklik damgası vuruyorlar. Saadet’in dediği doğru orada. Politiklik burada değil, yaşam biçiminin o hayatın diyalektiği içinde ortaya çıkan bir olgu olması gerekiyor.

Ali Şimşek :Doğançay’ın tablosunun Baraz’ın  kafasına geçirilmesi çok politik bir şey ama bunu anlaşarak video estetiği ile yapmıştı. Yani fuarda bulup da gerçekten geçirse o politikti. Ama bunu görünür hale getirerek politik olanı çalmıştı. Bu anlamda güncel sanat politik olanı  jeste dönüşmüş durumda.

Bir Konuk :Bu anlamda ilk defa politik bir iş üretti, daha önce yerel politikalarda üretilen işlerin evrensel politikalara değmediğini zaten biliyoruz. Yani Küba’lı kendi ülkesini işgal ettiği zaman kimse yüzüne bakmıyor ki. Halil’in son yaptığı iş gerçekten politikti. Daha öncekilerin politik olduğu hakikaten tartışılır. Yaşadığınız coğrafyayı işgal ederek politikleşemezsiniz. Politika sadece kendi ülkendeki meseleler üzerinden sanat yapma meselesi değildir.

Ali Şimşek :Eylem ne demek mesela. Kafaya “Mavi Senfoni”  geçiriliyor bu ne demek. Bu şu anlam geliyor bir tane sanat tüccarı var. Çok satan tablo var, ben buna karşıyım kafana geçiririm. Eylem bu. Mesele anlaşıp bunu yapıta dönüştürdüğü zaman bu artık politikanın çalınması anlamına geliyor. Yani çok politik olan bir eylemi rutinleştirmiş, jeste dönüştürmüş anlamına geliyor. Bana sorarsanız eğer sanatçılar arasında bir kriz varsa az politik iş yapmak ve yerel yeraltında olan ne varsa o hareketlere dönük zenginliğin olması gerekiyor.Dünyadaki şeyi ne belirliyor, ben şunu söyleyeyim kendi izlenimlerimden, yurt dışındaki işlerin politikliği normatif dediğimiz şeyler üzerinden kimlik, cinsiyet, ırkçılık,… gibi. Ve bu işler çok politik olarak okumaya çok müsait olmayan daha geniş yerleri dolaşan işler. Türkiye’deki işler çok daha direkt.

Bir konuk :Aslında global anlamda bir politikadan bahsedebiliyorsak, o zaman politize olmaktan bahsedebiliriz.

Bir konuk :Ben buna karşıyım, global anlamda düşünmek ve sanat yapmak biraz kolajdır. Problemlerle koşması gerekiyor sanatçının kendi içinde bulunduğu, kendi yaşamı organize ettiği problemlerle.  Bence problem sanatçının problemleştire-memesi, hazır problemler üzerinden çalışması. Evrensel değerlere asılarak politik sanat yapmaya çalışıyor sanatçı.

Ali Şimşek :Ben satışa karşı değilim, iyi paralar kazanılsın bize de borç verilsin bunlara karşı değilim. Karşı olduğum çok politik olarak asıl para kazanılan yerin eleştirilen yer olması. Garabetin bir kısmı bu. Toparlarsak az politik iş yapalım.

Bir Konuk :Bazıları politik işlerle öne çıktılar ama sonraları gayet ticari oldular işte alışveriş torbalarının üstüne filan basılmaya başlandı. Bir taraftan da sistem şöyle çalışıyor bunu da göz ardı etmemek lazım.. Marjin de gerçekten kıyıda çok devrimci çok radikal, söylemler üretiliyor sanat üretiliyor, sistem bunları anında ticarileştiriyor, müthiş bir refleksi var bence. İstediğiniz kadar devrimci en radikal şeyleri üretin, ben şeyden biliyorum işte bu Nike firması basmış kendi aleyhine olan sloganları ve satıyor mağazasında şimdi. “tüm dünyada Nike’ı protesto edelim”  sloganı basılı bir tişört giyen arkadaşa sordum nereden aldığını. Nike’dan almış. Böyle bir sistemin içindeyiz, istediğiniz kadar az politik iş yapın,  bir bakıyorsunuz sistem onu ticari ürün haline getirip daha sonra bize satıyor.

Ali Şimşek :benim çözümüm güzel az politik iş yaparsak bir çelişki yaşamayacağız. Ne tuhaf değil mi çok politik olunması gereken dönemde ben az politik olunması gerektiğini söylüyorum.

Bir konuk :Nedir politik olan kör göze parmak mı?

Ali Şimşek :Avangardın başarısızlığı Duchamp’tan itibaren. İyice ayyuka çıktı. Birtakım işler yapıyoruz sevdiğimiz için ve belki satıyoruz geçiniyoruz. Politik iş yapacaksak saf inisiyatif gerekiyor. Politik şey yapıyorsak aç kalmayı göze alacağız.

Bunun çözümünü de komünler, kooperatifler de buluruz. O zaman bir çelişki olmayacak çünkü.

Rafet Arslan :Satan sanatçılar bu hareketlerin içinde hatta organizatörü olduğunda bu şu anlamda oluyor, zaten piyasaya girmemiş adam iş yapınca da şey diyecekler: adam gündeme gelmek için yapıyor. Sistemin getirdiği yer ikili kod sistemi onu kırmak çok zorlaştı. Belki de en kıymetli şey bu tartışmaları yapmak ve konuşmak oldu. Olay buna döndü. Önerdiğimiz şey ağzımızdan çıktığı anda sistem tarafından etkisiz hale getiriliyor. Bununla mücadele etmeli ve birbirimize karşı daha açık, dürüst, samimi olmaktan başlarsak bence daha doğru olur. Neyi işgal edeceğiz biz. Aslında iş satamayan otuz kişi iş satan yeri işgal etse daha iyi olur.

Bir konuk :Avrupa’da da her zaman böyle olmuştur, sanatçılar hep aradaki gazı almıştır. Fransa’da, Almanya’da sanatçıları belli bölgelere yerleştirerek bunu yaptılar. Bizde de şimdi aynı şeyi yapıyorlar, sanatçıları belli yerlere, bölgelere getirerek yumuşak geçiş alanı halini yaratıyorlar. Esas sorun şu: Sanatçılar düşünce adamlarıyla birlikte olmadıkları sürece başarıya ulaşma şansları zor. Felsefecilerle, sosyologlarla, biraz daha sorunların derinine inerek toplu hareketler yaparlarsa başarıya ulaşabilirler diye düşünüyorum.

Bir Konuk : Şu var sistem mekanlara bilerek yayılıyor ve tüm alanları kaplamaya çalışıyor, burada yapacağımız şeyler böyle tek tek münferit yıkıcı söylemler üretmek değil, yapıcı kurucu kendi mekanlarımızı yaratmak. Yaratıcı olmak gerekiyor. Avangartların falan da sıçrayışları yıkma üzerineydi. Nereye kadar yıkacağız?

Rafet Arslan :Yıkıp yapıyorlardı ama.

Bir Konuk :Yıkma içgüdüsel ve kapitalizmin sloganı haline geldi. Zaten yıkıp her şeyi yeniden yapıyorlar. Bizim yapabileceğimiz tek şey gerçekten kendi mekanımızı yaratmak. Bu burada olduğu gibi söylemsel bir mekan da olabilir. Yoksa giderek daralıyoruz ve boğuyor bizi sistem.

Ali Şimşek :Arjantin örneği de hep tartışılan bir şey. Mahalleliler sanatçıyı istemiyor. Sanatçılar geliyorlar ve bir anda orada kiralar yükseliyor, pahalılık artıyor. Bir yandan onun da yolunu bulmak gerekiyor. Bizde de Tophane örneği. O zaman bizim Ümraniye tarafına mı çekilmemiz lazım?

Bir de şu var çok duyduğum, galeri bulamamış zaten bu sanatçılar başarısız, onun için sürekli toplanıp konuşuluyor, muhalif bunlar. Başarılı olsalar zaten böyle olmazdı gibi çok tuhaf sapkın diyebileceğimiz şey de var. Sıkışma oldukça bu tür ayrımlar iyice netleşmeye başladı. Ahlaki şeyleri de olan – gelmeye karar verip bu nedenlerden dolayı vazgeçen de vardır şu anda – mutlaka vardır. Kalıcı olan dediğimiz hani şu cümle var ya “birisi mutlaka kalıcı olacak” öğütülecek. Birisi iki sene yükselecek, yeni bir çocuk bulunduğunda, eski olan öğütülecek birikimi de yoksa satışlardan filan decleke  hale gelecek. Şimdi yükselirken sorun yok, sorun yükselişte kalış süresinde. Bir insan ömrünü ortalama 70 yıl olarak düşünürsek, bu süreler çok kısa. Koleksiyoner ve müzayede mantığında durum nedir? Köklü olan esastır değil mi?

Bir Konuk :Sanat tarihi genç bir bilim dalıdır. Sanat tarihi yorumlanabilecek bir durumda değil şu an . Sanat ekonomistleri ve sanat yönetimi mezunları sanat tarihini yazıyor, sanat tarihçileri değil. Olması gerekenleri değil, olanları yazdığı için belki böyle düşünmek lazım.

Fırat Arapoğlu :Alinin “yeni orta sınıf” tezinden hareketle Ali’nin ortaya koymuş olduğu tezi sanat tarihine adapte etmeye çalıştım. Ali’yi referans vererek yeni orta sınıf sanatçı modelinin nasıl değiştiğini. Clubber sanatçı demişti Ali. Açılışlarda değişen giyim modellerinden, saç modellerinden, romantik döneme dönen zayıf erkek sanatçı modeli, biraz daha solgun yüzlü, uzun saçlı ama daha karizmatik ve cezbedici. Cool bir tavır sergileyip söylemini dışarıya üretmeyen sanatçı modeli üzerinden örnekle, bu yeni orta sınıf sanatçı modeli ve sürece nasıl adapte olacağı konusunda bazı fikirler yürütmüştüm. Hatta bununla ilgili olarak da hatta bununla ilgili olarak da Tophane ve Cihangir’den sonra yeni bölge, bakın Cihangir’de bile bu gün sanatçının –bir arkadaşı ile bile oturup yemek yemesi çok zorken Tophane böyle olacak diye bir öngörüde bulunmuştum. Şu an gidişat bu. Şu an bir dairenin fiyatı 2000 liraya çıktı. Şimdi hal böyleyken ne yapabiliriz sorusu çok genel bir soru Ali. Tüm bu tartışmaların, açtığımız sergilerin, yazdığımız yazıların peşinden aradığımız cevap bu ne yapabiliriz? Müze için bir şeyi sorgulamaya katlığımızda da o zaman kendi arkadaşlarımız bizi şöyle eleştiriyorlar : O zaman niye orada sergi açtınız?.  Biz Müze’nin göbeğinden Müze’yi sorgulayan bir sergi açmaya çalıştık. Belki aslında soruyu ne yapabiliriz değil de, ne yapmasak daha iyi olur diye sormalı mıyız?

Ali Şimşek :Ben daha az politik işler yapalım dedim. Temel açmazlar şu; yapılan işlerle sanatçı arasında kendini gösteren uyumsuzluk oluşuyor. O zaman az politik olmak benim fikrim. Ne tuhaf değil mi dünya o kadar politikleşirken bir de ben tersten oyun yapayım. Az politikleşelim ki sert olmasın mesela lirizm yapalım. Bunu lirizmin politik olmadığı anlamında söylemiyorum. Kavramla sermaye, kavramla sınır kavramla cinsellik,… o kadar çok politik enflasyon var ki. Ve bunların durduğu yer, oranın hedef aldığı yer.

Fırat Arapoğlu: Ümraniye’ye ya da Tuzla’ya gidelim. Ama orayı nesneleştirip buraya taşımaksa bunda yokuz değil mi?

Rafet Arslan :Ümraniye’ye gidip benim alabileceğim bir şey varsa giderim. Ya Ümraniye’den kaçıp gelmişsem zaten, görmek istemiyorsam.

Elif Zeynep Karagöz :Ben Urfa’dan geldim. Burada sanatçılar arasında korkunç bir samimiyetsizlik var. Sürekli birbirlerini kötüleme. Sergiye gidiyoruz, atölyeye gidiyoruz, arkamızı döndüğümüz anda hemen birbirine bok atmalar başlıyor. Sergiye başvuruyorsunuz, galerilerin küratörleri var, küratörlerin de belirli listeleri var. Şu sanatçıyla çalışıyoruz, bu sanatçıyla çalışıyoruz gibi. Sanatçıyla ürettiği sanatı arasında da bir tutarsızlık var, sanatçıların birbirleriyle olan ilişkilerinde de tutarsızlık var.

Fırat Arapoğlu :Daraltarak tartışmamız gerektiğini düşünüyorum. UPSD var mesela şu an, Hülya da o derneğin yönetim kurulu üyesi. Örgütlemeye ihtiyacımız var dedi genç arkadaşlar. Ben şunu merak ediyorum : Buna eğer dahil olmuyorsanız nedenini merak ediyorum bu bir. İkincisi yeni bir örgütlenme modeli var sanatçı birliğinin sanatçı meslek birliğine dönmesi gibi bir olasılık var. Buna dahil misiniz değil misiniz bilmiyorum. Oradan beklentileriniz ne? Küratörleri de işin içine kattığımız zaman farklı bir şeyi tartışmak gerekiyor. Çünkü küratörler sanatçı birliğine dahil değiller, ben sanat eleştirmenleri derneğine bağlıyım. O zaman ortak zeminde hemfikir paylaşımında bulunabiliriz ama ortak mücadele alanında sanatçı hakları adına paylaşmayabiliriz çünkü ben sanatçı değilim. Senin söylediklerinden de sanatçıların birbirleriyle iletişimlerinde daha dikkatli olmaları gerekir derken soyut bir şeyi tartışıyor oluruz. Somut nerede konuşabiliriz?

Rafet Arslan :Eğer istediği düzlemde bir iş değilse zaten galeri işleri sergilemeyi reddediyor, ya da diyor ki bunların yanında şunları da yap onları satarız, bunları sergileriz. Esasında tartışmanın tıkandığı yer tam da burası. Piyasanın kendisinin sansürü ortada.

Ben Ali’nin açıklamalarını sınıfsal bağlama çekmesi yönünden sevdim. Hakim olan şeyler ne : video, enstelasyon, ışıkla yapılan işler, hacimli işler, teknik malzemenin, efektin olduğu işler,… sanatçının bir anda gündeme gelmesini sağlıyor. Başta belki para kazanmıyor ama, Akbank’ın sanat dergisinde çıkması iki sayfa o sanatçıyı bambaşka bir yere getiriyor. Bu noktada şu var, Çukurova’dan gelen beş kişi bir evde kalıyor, bir masada resim yapıyor, bu adamın zaten o efekti, enstelasyonu, neonu yapma durumu yok. Ama diğer tarafta Elif Boyner sanatçı olup, bir sunum yapıp şaşırttırıyor. Ali’nin açtığı başlıkta  tartışma sanatçıya da gidecek, küratöre de gidecek ama burada sanatçının itildiği bir yer var. Adama diyorlar ki zaten sen ses getirecek hacimli bir şeyler yap.

Fırat Arapoğlu :Artık hayallerim bütçemle alakalı. Bütçem varsa her şeyi yapabilirim. Gittiğim bir  Amerikan pavyonunda savaş tankını ters çevirmişlerdi.

Artık hayallerim bütçemle alakalı !

 
Toplam blog
: 84
: 605
Kayıt tarihi
: 05.03.09
 
 

Konya Akşehir doğumluyum. Selçuk Üniversitesi, Mühendislik Mimarlık Fakültesi, İnşaat Mühendisliğ..