Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Ocak '15

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Sanatçı egosu

Kendisini ilgilendiği bir sanat dalı ile içselleştirmiş ve bu alanda çalışma içinde olan kişilerde farklı gözlemlerimin olduğunu söyleyebilirim. Sanatçının, niçin böyle davrandığını ya da böyle mi olması gerektiğini hep düşünmüşümdür. Sizi daha fazla meraklandırmadan konuya girmek istiyorum.
 
Örneğin, resim, heykel, tiyatro, müzik, sinema ve diğer sanatlarla ilgilenen ve adına sanatçı dediğimiz kişilerin büyük çoğunluğunda, farklı diyalog ve kişilik çatışmalarına yönelik anlaşma yöntemleri göze çarpıyor. Sanatçı diye adlandırıp yerli yersiz unvanlaştırdığımız kişilerle yaptığımız diyaloglarda, mutlaka dikkatli olmak ve karşınızdakini üzmemeye aşırı gayret sarf etmek durumunda kalabilirsiniz. Sanatçının yaptığı sanatsal faaliyetlerin kamuoyuna sergilenmesi aşamasındaki kokteyl ve açılışlarda, göze çarpan dikkat çekici bir durumu anlatmak istiyorum.
 
İster sanatsal faaliyetleri seyreden kitle olsun, isterse bu faaliyetleri birebir icra eden, yarı entelektüeller olsun, aynı ortamlardaki buluşmalarında karşılıklı ama birbirlerinden habersizlermiş gibi ya da beraberce birbirlerinin yüzüne bakarak gülücükler eşliğinde içinden geçirdiği karşı tarafı alt etme çabası ve bunun için verilen uğraşı kısaca anlatmak istiyorum. Tespitlerimin daha çok taşrada yapılan sanat faaliyetlerini kapsadığını söylemeden geçemeyeceğim.
 
Açılışlarda sanatçının çekim alanı içinde olduğunuzu, bu aşamadan sonra inisiyatifin de onda olduğunu unutmamanız gerektiğini baştan söylemeliyim. Sizin fikrinizin bundan sonra çokta önemi olmayacak, diyaloglarda ne kadar çaba sarf ederseniz edin fikirleriniz hep ikinci sırada kalacaktır. Gösterdiğiniz efor, tutarlı davranma çabası, ve kendinizi kabul ettirme uğraşı, hep arkada kalacaktır. Ancak bir istisna var tabi ki. Karşı tarafın fikirlerini kabul eder, fazlaca acımasız eleştirmez ve sabırla konuşmaların sonunu beklerseniz ve konuşmaların nihayete ermesi aşamasında, hafifçe başınızı öne eğerek onaylama işaretini de algılattığınızı hissettirdiğinizde sorun yok demektir. Şayet, karşı tarafla ilgili olarak katı bir eleştiriye girer acımasız aşağıya çeken cümleler sarf etmeye başlarsanız, sanatçının yüzünde ve davranışların da değişiklikleri fark edersiniz. İster istemez bir sinirlilik hali ortamı germeye başlayacaktır. Sonunda kaçınılmaz bir münakaşa ile karşı karşıya kalınacak, ''acaba bu kişiler sanatla ilgilenmeden önce, böyle miydiler'' diye düşüneceksiniz. ''Hiç sanmıyorum''. Çeşitli sanat dalları ile ilgilenen bu kitle, okullu olarak eğitimini almadıkları önceki, sıradan yaşamlarını sürdürdükleri zamanlarda, diğerleri gibi rutin, basit, sanat bilgisizliği içersinde uzaktan mesafeli ve ürkek durumda idiler. Peki, ''ne oldu''. Bu insanlar ''nasıl bu hale geldi'' der gibisiniz. Kendinizi çok fazla yormayın. Yine deneyimlerimden hareket ederek sizleri yormak istiyorum.
 
Toplumun genelinde, kültür, sanat ve bunun alt kültürü ile ilgilenen kitle sayısal olarak çok aşağıda olduğundan, doğal olarak sanatçı arzı bu niteliksiz yığınların talebiyle karşılanıyor. Doğal olarak seyreden ya da eleştiren bu kitle, not veren hoca edasıyla karşınıza çıkıyor. Eee! Sanatçıyım diye ortaya çıkanlar maskeli, karşısındakilerde sanattan nasibini almamış çakma eleştirmen olunca da ortaya karışık, içinden çıkılamaz bir durum çıkıyor. Aslında her iki tarafta birbirinden memnun gibi gözüküyorlar. Sunumdakiler toplumun elitlerinden olabilmek için vitrinde beklerken, alkışlı kalabalıklarda, değişik yerlerin ve farkına varılmışlığın mutluluğu içindeki huzuruyla doldururlar kokteylleri, sırasız ve toplu olarak. Tabi insan hiç karşılaşmadığı ortamlarda ve değişik yüzlerle birlikte olduğunda, seviyesiz gülücükler, yerli yersiz iltifatlar, kabuller, onaylar, havada uçuşuyor. Arada bir, çokbilmiş, kişilik erozyonu yaşayan, kendisini öne atma hevesi içinde olanlarda, birkaç zengin cümleyle balonu biraz daha şişiriverirler. Bu aşamadan sonra ok yaydan çıkmış, Sanatçı onaylanmış, flaşlar patlamış ve pamuktan protokol kendiliğinden oluşmuştur. Artık seçenler yetkin değil, seçilenlerde dünden razı durumdadırlar. Şimdi ne olacak, çık işin içinden çıkabilirsen. Başta da söylediğim gibi, bu zatı muhteremleri kendi ellerimizle yaratıp toplumun önüne atmış durumdayız. Bu aşamadan sonra sanatçı diye adlandırdığımız kişilere katlanmaktan başka çare gözükmüyor desek de, ümidimizi çokta yitirmemeliyiz. Zamanla düzelmesini beklerken, eğitimliler öne çıkar, okullarımız çoğalır, nitelikliler kendisini gösterir diye de düşünmüyor değil insan.
 
Belki de bu çürümüşlük zamana yenik düşer ve bir süre sonra ortadan kaybolur. Dönemin yeni nesil gençliği, çok dinamik, sanki bu zorlukları bilimle aşacaklarmış gibide görünüyor bir taraftan. Ama diğer taraftan da koşulsuz olarak söylemeliyim ki. Sanatta ve her alanda bilimden şaşmamalıyız. Çağdaş medeniyetlerde kültür ve sanat adına ne yapılıyor, hangi yöntemler uygulanıyorsa, bizde de bu yönde olması için çaba göstermeliyiz. Amerika’yı yeniden keşfetmenin bir anlamı yok tabi ki. Yanlış anlamaya meydan vermek istemem. Hiç bir medeniyete ait, kültür diğeriyle aynı olamaz. Her yerleşik kültür, kendi gelenekselliğinden beslenir. Burada kültürlerin birbirlerinden etkileşimini de göz ardı edemeyiz. Taklitten uzak birebir kopyalayarak, başka kültür ve geleneklerin benimsenmesi, toplumda, farklı yönlere kayma, özden uzaklaşma ve yozlaşmayı doğuracaktır. 
 
 
 
14.01.2105   Ahmet Keleşoğlu
 
ahmetmahmutkelesoglu@hotmail.com                                                                                            
 
                                                                              
 
Toplam blog
: 7
: 315
Kayıt tarihi
: 03.12.14
 
 

1962 yılında Ünye'de doğdu. 1984 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi İİBF Maliye bölümünden mezun ol..