Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Nisan '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Sanık ayağa kalk ve 'akdeniz akşamlarını' söyle!

‘... Şimdi arkadaş, siz işten çıkarılmışsınız ama bu kendi hatanızdan kaynaklanıyor, yani bu süreçten sizin lehinize ya da iki tarafın çıkarlarını dengeleyecek bir sonuç çıkması hakikaten zor’

‘İyi de İbrahim bey, bizim hatamız yok ki olayda. Sarhoş müşterinin biri sahneye şamdan attı, biz de adamı şey edince... Yani bertaraf edince...’

‘Anladım ama daha ahitnamenizin vadesi bitmemiş, lafı döndürüp dolaştırmanın alemi yok, bana kalırsa davacı sizden talep ettiği zararı alır gibi görünüyor’

‘bulursa alır...’

‘nasıl?’

‘... ! ’

‘Valla Okancığım sözleşmenizin bi örneği bende, bunu kafanız güzelken mi imzaladınız ne yaptıysanız artık Türk filminden beter olmuş bu’

‘ya biz onu standart sandıydık. Nereden bilelim kucağa oturduğumuzu. Yani İbrahim bey başımıza gelebilecek en kötü şey nedir bu durumda, siz bana onu söyleyin’

‘Şu anda başınıza gelmiş zaten, donunuza kadar borçlu durumdasınız bu adamlara, ödemediğiniz takdirde de hapis yatarsınız, üç beş ay karaciğerlerinizi dinlendirirsiniz işte. Ama siz bence bu adamlarla diyalog yoluna gidin zaten bana öyle geliyor ki onların da isteği bu, kozlar kendi ellerindeyken sizin orkestrayı yeniden işe almak istiyorlar’

‘bizden daha ucuza çalacak adam bulsalar şimdiye kadar bu işi kağıtsız küreksiz hallederlerdi zaten neyse İbrahim bey ben gidip ekipteki diğer arkadaşları duruma uyandırayım, gidip cam kırmaya falan kalkışmasın danalar’

‘aman ha. Boyunuzdan büyük işler yapmayın. Bir de sana kişisel olarak şunu söylemek isterim artık bu ‘gece işlerinden’ yavaş yavaş kopmalısın yavrum, git bir depoya bekçilik yap, minibüs şoförlüğü yap, bir otelde bahçıvanlık yap; bak daha mutlu, huzurlu bir hayatın olacak, müziği her zaman ... ’

...

İbrahim bey için böyle ‘yavrumlu mavrumlu’ öğütler vermek kolay tabii. Ne de olsa tükürük köftecilerinden sonra en çok parayı kazanan meslek grubunun tecrübeli bir üyesi üstelik depolar da ‘Okan gelsin de bizi beklesin’ diye sıraya girmediklerine göre şimdilik yapacak bir şey yok. (gerçi bahçevanlık fena olmazdı, yok mu onun kursu falan?)

...

Serhat’ı arayıp durumdan haberdar ettim. (adamın attığı şamdan onun kafasına gelince o da mikrofon sehpasını kapıp...)

Serhat çevresindekilere olayı anlatıp akıl danışmış, onun öğrendikleriyle benim öğrendiklerim çelişiyor, ‘hiçbir şey yapamazlarmış olayı oluruna bırakalım’ diyip duruyor.

‘Yahu oğlum başımızın dertte olduğunu anlamıyorsun hala. Haluk amcamın bacanağı var, İbrahim diye. Adam avukat, bizim kontratı falan da götürdüm hadiseyi doğru düzgün anlattım, para cezası alabilirmişiz’

‘bulurlarsa alırlar abi’

‘ben de öyle dedim ama işin sonunda Kepez görünüyor bize’

‘her zaman hapishane koğuşunda şekerli su ve kolonya içip bağlama çalmak istemişimdir’

‘iyi ya işte, ben de kabak kemaneyi getiririm, tam oluruz!’

...

Başımıza gelen hadise uzun süre aynı mekanda müzik yapmaktan doğan bir çeşit kimyevi sorundan ibaretti. Anadolu’da köyleri dolaşan halk ozanları gittikleri her yeni köyde en fazla bir ay kalırlar. Çünkü köylü, dinlediği türkülerden bıkarsa saygınlıklarının ve kendilerine duyulan ilginin azalacağını bilirler.

Ustalarımızdan öğreneceğimiz çok şey vardı, biz de onlar gibi yapmalıydık, iki yıl boyunca aynı mekanda her akşam görünüp yüzümüzü saat kulesine çevirmenin bir anlamı yoktu.

...

Serhat, Tuncay ve ben Cem’in evine uğradık.

Kapıyı çaldığımızda içeriden ‘tuvaletteyim! Bekleyin iki dakika’ diye bir çığlık yankılandı. Kapının önünde gülüşerek bi on dakika kadar bekledik, sonra Cem çok sevdiği birisinin ölüm haberini yeni almışçasına kan ter içinde ve nemli gözlerle açtı kapıyı.

Votka!

Lanet olası bir ‘akşamdan kalma’ sabahı yaşıyordu sevgili bas gitarcımız.

...

Cem’in salondaki yatağında tavşan resimli şortuyla orta boylu esmer bir kız yatıyordu (hıyarağası), mutfaktaki plastik masaya konuşlandık. Cem’e vaziyet anlatıldı ve harekete geçmeye karar verdik.

‘Serhat patronla sen konuş, neme lazım sevimli adamsındır, bir iki espri yapar kotarırsın hadiseyi’

‘Cem Yılmaz olsan kar etmez. Bi kere ocağına düştük adamın’

‘Okan sen konuş, Maksut abiyle karşılıklı çok muhabbetiniz oldu, üslubunu falan bilirsin sen onun’

‘Hayatta olmaz hacı, hem benim kadar hepinizin muhabbeti var adamla. Bence şef garsonu arayıp bi nabız yoklayalım, ona göre dördümüz gideriz patronun yanına’

‘İyi de şef hemen öter, anlatır durumu’

‘benim de istediğim o zaten, patrona öter de patron razı olmazsa ‘biz öyle dememiştik o hapçı Ramazan .ötünden uyduruyor’ deriz, yok patron ‘iyi o zaman gelsin yavşaklar’ derse direkt yırtmış oluruz’

‘Ramazan da kılın tekidir’

‘Uyuz herif!’

‘Sizi bilmem arkadaşlar ama ben sadece anı olsun diye bu kadar basit bir sebepten ötürü Kepez’e gidip yatamam’

‘ben de abi’

‘Ulan korktum be’

Salondaki kız uyanıp mutfağa geldi, bizi ve Cem’i ilgisizce (ilginçtik oysa - en çok da ben) selamladıktan sonra buzdolabından kılıç çeker gibi aldığı bir şişe suyu kafasına dikerek yüzünü yıkamaya ya da duş almaya gitti, bir yerlerden tanıyordum onu tiyatrocu muydu neydi? - Sahi nereye gitti benim bu matah bir işe yarıyormuşçasına hiçbir şeyi unutmayan hafızam!-

...

Haluk amcamın bacanağı olan avukatı, bu defa ‘ağabey’ diye hitap ederek aradım, patronun ‘gelsinler konuşalım’ dediğini anlattım ona.

‘Git bakalım, sonuçtan beni haberdar et’ dedi.

Yolda birbirimize tembihledik, sözcü ben olacaktım ve hiç kimse nezaketi elden bırakmayacaktı.

‘onlar bize ne derse desin, kavga ya da laf sokuşturma yok. Belki anlaşmaya niyetleri yoktur, bizi provokasyona getirip ‘mekanımızı bastılar’ durumu yaratmaya çalışıyor olabilirler aman gözünüzü seveyim, dikkatli olalım... Serhat özellikle de sana söylüyorum bunları, çarşıda adımızı çıkartan sensin zaten üstelik sarışın ve küpeli bir kabadayı olarak hiç de inandırıcı görünmüyorsun’

...

Maksut abi ‘Okan ne olacak bu Antalyaspor’un hali’ diye kapıda karşıladı bizi ‘iyi olur abi merak etme’ dedim ‘Bi sezona kalmaz çıkarız lige’

Futbolun bazen gazetelerin birinci sayfalarına taşması arada sırada bizim de işimize yarıyordu demek ki.

Müdüriyete geçtik.

‘Özür dileriz Maksut ağabey, Serhat genç çocuk bizim de arkadaşımız canımız, onu öyle tekme tokat yerlerde görünce kendimizi kaybetmişiz, saygınlığınıza, haklı çıkarlarınıza verdiğimiz zararı ödemek de boynumuzun borcudur’

Yüzüne bakıp ne düşündüğünü anlamak hakikaten imkansızdı.

‘Valla çocuklar bu dava meselesi benim tarzım değil zaten ama biliyorsunuz benim de ortaklarım var, onların da kendilerine göre iş prensipleri var, bir şekilde buralara kadar geldi bu işler’

‘Neyse abi, ne zaman başlayabiliriz işe’

‘Akşama gelin işte, imzalayın şunları, yalnız bu defa iyice okuyun da sonradan ekşimeyin kafamıza’

‘Estağfurullah abi, kötü niyetin olsa şimdiye kadar duman etmiştin bizi zaten, nereye atıyorduk abi imzayı?’

‘İsimlerinizin altına atın, yarın da notere gider kimlik fotokopilerinizle beraber...’

İşimize kavuşmuştuk yeniden, tek istediğimiz -bunu dördümüzün de istediğinden eminim- akşam içmekti.

İki yerli içki müesseseden.

Diğerlerinin yüzde yirmisi yevmiyeden kesilir, ama hapçı- uyuz- şef Ramazan ortalarda yoksa barmen el altından bakar bize.

Hiç olmazsa gelirken Migros’tan dört şişe muz likörü alırız.

Neyse bi çözüm buluruz herhalde.


Okan Ünver

 
Toplam blog
: 104
: 489
Kayıt tarihi
: 06.03.08
 
 

1978 doğumlu Antalyalı bir müzisyenim, devamını ben de bilmiyorum..