Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Mayıs '17

 
Kategori
Öykü
 

Sarı kız

Sarı kız
 

Sarı kız


Güz mevsiminin başlarıydı. Birlikte oynadığım, birlikte çitlembik ağaçlarına tırmandığım çocukların ağzından düşmez olmuştu sarı kız sözü. Söylediklerine göre sarı kız götürecekti bizi okula. Saçları sarı olmalıydı, ama saçları uzun mu kısa mı hiçbir fikrim yoktu. Kimse onu tarif etmemişti bana. Bir tek adını biliyordum. Sarı kız…

Evimizin bahçesiyle, az ötedeki kumsal ve iri kefallerin yüzdüğü derenin kıyısı tek oyun alanımdı. Kıyısındaki söğütlerin dallarını serin sularına sarkıttığı bu dere evimizin yakınındaki kumsalda iyice sığlaşır, denize dökülürdü. Çocukluk eğlencelerimizden biri de derenin sığlaştığı kumsalda paçalarımızı sıvayıp, naylon ayakkabılarımızla dereye dalmak, bir yakadan öte yakaya geçmekti.. Böylece büyük bir iş başardığımızı kanıtlamış oluyorduk. Yorulunca karşı yakadaki kayanın üzerine oturur, naylon ayakkabılarımızı ayağımızdan çıkarıp içindeki suyu boşaltırdık. Uzaktan annemin çağırdığını duyunca ayakkabılarımı elime alır, karşı tarafa yalın ayak geçerdim. Kumsalı geçip üç basamaklı merdivenin başına gelince ayaklarıma yapışan kumları silkeler, ayakkabılarımı giyer, annemi daha fazla kızdırmadan eve koşardım.

Bütün yaz koşup oynadığım kumsalda deniz çekilmiş; dışı çok hoş desenli, içi sedefli istiridyeler, denizyıldızları vurmuştu kumsala. Martılar kumsala doğru süzülüyor, gagalarında avlarıyla havalanıyorlardı. Havalar serinlemiş, gökyüzünün mavisi solmuştu. Rüzgâr sert esiyor, ağaç dalları arasında ıslık çalarak dolaşıyordu.

O gün gelmiş çatmış, kahvaltıda heyecandan sütümü içememiştim.  Okula başlıyorum diye bir hafta önceden yeni ayakkabılar alınmıştı. Üstten atkılı, siyah rugan ayakkabılar… O gün, bizi okula götürecek olan sarı kız bu yeni ayakkabılarımla görecekti beni. Annem saçlarımı tarayıp tepemde tokayla tutturdu. Kolalayıp kocaman bir fiyonk haline getirdiği beyaz kurdeleyi saçıma takarken sarı kızı düşledim. Onun da böyle kocaman bir kurdelesi var mıydı acaba?. Mavi karton çantama kedili alfabemi, annemin kırmızı kaplıkla kapladığı çizgili defterimi, kalemimi koydum, silgimi iple boynuma astım, rugan ayakkabılarımı giydim, bir elimde mavi çantam, anneme el salladım, babamın elinden tutup yola düştüm. Derenin üstündeki yıkıldı yıkılacak gibi duran ahşap köprüyü geçtik. O yaz dereye kefal akını olmuş, ağabeylerim köprünün parmaklıkları arasından bacaklarını sarkıtarak oltayla bir sürü kefal tutmuşlardı. Tam köprünün ortasında eğilip dereye baktım. Bulanık akıyordu. Hiç balık göremedim. Zaten balık falan umurumda değildi. Sarı kızı merak ediyordum. Başımı kaldırıp babama sarı kızın bizi nerede beklediğini sordum. “Hangarın önünde!” dedi.

Hangar çok uzak değildi. Derenin karşı kıyısındaki lojmanların arkasında bir tamirhane vardı. O tamirhanenin bitişiğindeydi. Ağabeylerim bazen arkadaşlarıyla hangarın önünde buluşur, az ötedeki çayırlık alanda top oynamaya giderlerdi. Hangarı onlardan duyar, ilgi alanıma girmediği için pek de merak etmezdim. Bu fırsatla hangarı da görmüş olacaktım. Ağabeylerime sarı kızı da sormuş, bir cevap alamamıştım. Birbirlerine gülümseyerek bakmışlar, “bilmem, biz de görmedik” demişlerdi.

Önünü lojmanlar kapattığından, hangar  bizim evden görünmüyordu ama bize uzak da değildi. Beş dakikaya kalmadan oradaydık. Hangarın önünde çocuklar sağa sola koşuşup duruyor, ebelemece oynuyorlardı. Babamın elini bırakıp, yanlarına koştum. Hangarın demir kapıları sonuna kadar açıktı. Çocuklardan biri bağırdı: “Hadi bakalım arkadaşlar, otobüse! Sarı kız beklemez!” Yumurta sarısı gibi parlak sarıya boyanmış, burnu dışarıda bir otobüs… Demek sarı kız bu otobüstü. Okula, yani ana kucağından hayatın kucağına atıldığım gün beni okuluma ilk kez götüren sarı kız, buydu. Büyük burunluydu ama çok sevimliydi.

Günler haftaları, haftalar ayları kovaladı. Güz yerini aksi ve öfkeli  kışa bırakarak eteklerini toplayıp gitti. Giderken bin bir renkteki yapraklarını da doldurdu eteğine. İçli şarkısını mırıldanarak kar düşmüş dağların ardında gözden yitti. Kış, öfkesini dağların doruklarına lâpa lâpa saçarak yaylalara, ovalara indi, orman içlerine, köylere, kentlere üfürdü soğuk nefesini. Bütün canlılar ürperdi kışın öfkesinden, doğada yaşayanlar ağaç kovuklarına, inlerine, mağaralarına çekildiler. Bazıları kış uykusuna daldılar.

Sarı kız yağmur fırtına, kar kış demeden her gün bizi hangarın önünden aldı, o tatlı burnuyla homurdanarak okula götürdü. Biz çocuklar, sarı kızı çok sevdik. Sonra bir gün, sınıf arkadaşlarımla birlikte son kez bindik sarı otobüsümüze.

***
Okul bitmiş, her birimiz farklı yerlere dağılmıştık, Kimimiz yüksek okullar için büyük kentlere göçtük, kimimiz iş hayatına atıldık. Sarı kız çok uzaklarda kalmıştı. Artık başka kalabalık taşıtlarla, trenle, vapurla, belediye otobüsüyle gidiyorduk gideceğimiz yerlere.

Sarı kızla son yolculuğumuzdan bu yana dünya iyice değişmiş, insanlar ve ülkeler arasında soygunculuk almış yürümüş, savaşlar kaçınılmaz hale gelmiş, insan gibi yaşamakla insan olmak arasındaki bağ kopmuş, yaşamak çirkinleşip değersizleşmişti. Çocukları okula götürecek sarı otobüsler yoktu artık. Savaşlar çağı geri gelmiş, okul çağındaki çocuklar anasını babasını, kardeşini yitirmişti anlamsız savaşlarda.

Sarı renk artık okul yolunda bir otobüsü değil, ezilmiş kumları, bombalanmış köyleri, kentleri çağrıştırıyor bazı coğrafyaların çocuklarına. Çiçek dürbünün ucundaki gelinciğin kırmızısı, dökülen kanların kırmızısına dönüştü.  Ama çocuk yüreği yine de sarı kızın koynunda, güvenli bir ortamda okul yoluna koyulmak, sarı kızın penceresinden yol kıyısında tomurcuklanan bahar dallarını seyretmek, geleceğe dair pembe düşler kurmak istiyor. Ressamların tuvallerinde, doğanın bütün renkleriyle ağaç dallarına tutunan yapraklar, tutundukları dallarda rengârenk ve rengâhenk salınıp dursalar da insanlık yaşadığı coğrafyalarda yeşil bir doğa, bütün renkleriyle ve görkemiyle doğayı ışıtan muhteşem bir güneş istiyor.

Eskiden, çocukluğun ana yurdunda çirkinliklere yer yoktu. Çocukluk, dünyaya çiçek dürbünüyle bakmak gibi bir şeydi. Çocukluğun bütün renkleri sıcaktı. Griye, siyaha yer yoktu çocuklukta. Şimdi, küçücük çocuklar barış resimleri çizerken, kocaman adamların dünyayı paylaşamaması ayıp oluyor. Bense bu hengâmenin içinde birçok duyarlı insan gibi savrulup duruyor, dünyayı düzeltmek için durakta ‘SON OTOBÜS’ü bekleyen gençlere bakıp,  çocukluğumu, çocukluğumun o güzel, o sevimli, o naif ‘SARI KIZ’ını özlüyorum.

www.kucukisler.com

 
Toplam blog
: 142
: 969
Kayıt tarihi
: 04.07.08
 
 

Yaşam, sorulardan ve yanıtlardan oluşmuş. Her soru, aynı zamanda kendinin yanıtı... Çift yumurta ..