Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Şubat '12

 
Kategori
Güncel
 

Satılan kız çocuğu ve sosyoloji

Satılan kız çocuğu ve sosyoloji
 

Dün itibariyle bütün radyo ve televizyonlara konu olan bir olay yaşandı Antalya’da… Daha doğrusu, olay bundan 5,5 yıl önce yani 2006 yılında yaşanmış ama toplumun yeni haberi oldu… Hukuken hiçbir geçerliği olmayan ve başlığına “sözleşme” yazılan bir kağıt parçası dayanak gösterilerek, 12 yaşında bir kız çocuğu, bizzat babası tarafından 5,000 TL (eski para ile 5 milyar tl.) karşılığında satıldı…

 “Satıldı” kelimesi 21.yy’ın dünyasına ne kadar yakışıyor varın siz düşünün… Nedir bu satılan..?          

Bir insan, bir kız, bir çocuk ve bir gelecek…

Böyle bir “olay” ile karşılaştığınızda, insan olarak, insanlık olarak yorum yapmak hakikaten zor. Konuya birçok açıdan yaklaşılabilir. Adalet, ailenin içinde bulunduğu durum, toplumun içinde bulunduğu durum, ekonomik nedenler, kültürel nedenler ve en önemlisi bu ülkenin geleceği olan -daha ilkokul çağındaki- bir çocuğun psikolojisi ve 12 yaşında resmen tecavüze uğramış olmanın yarattığı travmanın hayat boyu sürecek etkileri

Bu sorun, genel olarak Hukuk ve Sosyolojinin işbirliği ile çözümlenebilecek bir sorun gibi görünmektedir…

Sosyolojik olarak baktığımızda, bugün yaşadığımız toplumsal problemlerin en önemli nedenlerinden bir tanesi “göç” olgusudur… “Kır” kökenli bireylerin, ekonomik, sosyal ve eğitimsel bir takım nedenlerle “kent”e gelmeleri, ardından altyapı ve eğitim eksikliği nedeni ile uyum sağlayamadıkları kent yaşamında, hayatın hızlı akışı içerisinde savrulmaları ya da kaybolup gitmeleri… Bu süreç böylesi sosyolojik vakalarla karşılaşmamıza neden olmaktadır. “Kırsal kesimden” gelen bireylerin beraberlerinde kaçınılmaz olarak getirdikleri roller, normlar ve değerler, farklı kent yaşamına uyum problemleri yaratmaktadır.

Yaşanan bu çirkin olay özelinden çıkıp, daha hafif başka örnekler verecek olursak; yıkanan çamaşırların bir ip gerilerek ortalığa asıldığı, hayvanlar ve insanların bir arada korunaksız bir biçimde yaşadığı veya insanların atletle-pijama ile sokaklarda dolaştığı yerleri görmüşüzdür… Bunlar da, “kırsal kültürün” “kentsel kültür” ile uyum sağlayamadığı -çatıştığını- gösteren basit örneklerdir…

Daha ağır örnekler ise; bir “sözleşme” ile satılan yavrular, sokaklarda dilendirilen çocuklar, yolda önünüzü kesen ve sizden para isteyen eli sustalı eşkıyalar ya da kapkaççılar olarak gösterilebilir…

Sosyolojik olarak bütün bunlar; değişen statülere ve rollere uyum sağlayamamaktan, kırsal kesime ait normları ve değerleri terk edememekten kaynaklanan sorunlardır…

Burada amacımız “kırsal” olanı yermek ya da “kentsel” olanı övmek kesinlikle değildir. Göç olgusu, hemen hemen her toplumda görülen kaçınılmaz bir olgudur ancak, değişime ayak uyduramamak beraberinde toplumu var eden değerlerin birbirlerine dönüşerek kaybolmasına neden olacaktır. Toplumsal kuralların geçerliğini yitirmesi ve toplumun her kesimi tarafından benimsenecek yeni kuralların yaratılamamış olması beraberinde “anomi” yi getirir... Bu da genel anlamda bir “kuralsızlık” demektir ve bunu hiçbirimiz istemeyiz.

Hukuken baktığımızda ise; bu olay en başta insan hakları evrensel beyannamesine aykırıdır… Birleşmiş Milletler Genel Kurulundan 10 Aralık 1948’de kabul edilen “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi”nin 1. ve 4. Maddeleri açık bir şekilde şöyle tanımlanmıştır;

“Madde 1- Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler, birbirlerine karşı kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar.”

“Madde 4- Hiç kimse kölelik veya kulluk altında bulundurulamaz, kölelik ve köle ticareti her türlü biçimde yasaktır.”

Burada yorumu siz değerleri okuyucularıma bırakıyorum…

Yakın tarihte Ülkemizde de çocuk haklarını koruma altına alan yasal düzenlemeler yapılmıştır… 2005 yılının Temmuz ayında kabul edilen ve resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 5395 sayılı “çocuk koruma kanunu” yaşanan bu gibi çirkin olaylarda çocuklarımızın haklarını koruma altına almak için hazırlanmıştır. Ancak görülüyorki; yasa çıkarmak her şeyi çözümlemiyor. Bu olayda, olayın gerçekleştiği tarih 2006 yılıdır. Fakat hukuki süreç “şu veya bu gerekçe” ile 6 yıla yakın bir zaman işletilememiş ve failler serbestçe dolaşabilmişlerdir.

Bu olumsuzluklar da toplumumuzun adalet duygusunu ve yargıya olan güvenini zedeleyici faktörlerdir…

Dün itibariyle yaşanan bu iğrenç olay, Türk Toplumunun takibindedir… Yakın zamana kadar “kadına şiddet” olaylarını tartışan toplum, bu olay ve bunun gibi yaşanmış ancak henüz gün ışığına çıkmamış birçok olay karşısında gereken hassasiyeti gösterecektir diye ümit ediyorum…

Eğer toplum, bu türden olaylara gereken tepkisini gösteremez ise giderek bir “tepkisizlik” hali yaygınlaşacak ve “toplum olma özelliği” kaybolarak “yığın-kitle” haline dönüşüm kaçınılmaz olacaktır…

 

 
Toplam blog
: 8
: 1167
Kayıt tarihi
: 13.09.11
 
 

Güzel Sanatlar alanında eğitim aldım. Merakla okumaya, öğrenmeye devam ediyorum... Amacım, Sosyol..