Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Mart '14

 
Kategori
Kitap
 

Sayyadane bir cevelan

Sayyadane bir cevelan
 

Beykoz'dan İzmit Körfezi'ne bir av gezisi.


2008 yılında kaybettiğimiz, DTCF Türk Dili ve Edebiyatı mezunu, emekli asker ve sahaf Sami Önal'ın yazınımıza kazandırdığı; Ahmed Midhat'ın bir eserinin başlığı 'Sayyadane Bir Cevelan'.

İnsan, daha hayatta bile olmadığı devirlerin 'meşhur'larını nasıl bilir? Yazdıklarından ya da hakkında yazılanlardan. Eh, bugün bir kişi hakkında kimileri kara kimileri de ak derken ve insanın da kafası karışırken, onlarca yıl önce yaşamış kişiler hakkında kesin bir yargıya varmak nasıl mümkün olabilir?

Kişisel düşüncem, ki bu Ahmed Midhat'ın yazdıklarına ve yaşamına baktığımda, kendisinin elindeki kalemi güç sahiplerinin sempatilerini kazanmak yönünde bayağı bir oynattığı yönünde.

Sami Önal'ın Türkçesinden okuduğumuz bu 'gezi' kitabında da görüyoruz ki, Beykoz'dan İzmit Körfezi'ne seyahat ettikleri kotranın sahibi Keçecizade Ferit İzzet Paşa'ya övgüde hiç de cimri davranmıyor yazarımız.

Tabi tüm bunları yazarken, bir taraftan da dostları kendisi hakkında ''Kitapları hariç herşeyini insanlarla paylaşırdı'' derler ve ölümünden önce de Darüşşafaka'da bir bedel almadan dersler verdiğini de anlatırlar.

Dediğim gibi hiçbir şey ne koyu karadır ne de sütten çıkmış ak kaşık. Bir de herkesleri eleştirirken kendimize de dönüp bakmayı ihmal etmeyelim ki, yazdıklarımızla yaşadıklarımız arasındaki kabul edilebilir sınırları aşıp derinlerde boğulmayalım.

Geçmişe her zaman bir tutam Ziya Osman Saba tarzında bakıp, acıyı bal eylemek de gayet makuldür.
Neyse her kadı kızının o kadar da kusuru olur deyip olayın daha çok edebi kısmına geçelim.

Hace-i evvel Ahmed Mithad Efendi, arkadaşları ve dostları ile Beykoz'dan kotrayla İzmit Körfezi'ne bir deniz yolculuğu, ardından da karaya çıkıp avcılık yapmak hevesiyle yola koyulur.

Kitapta işte bu kısa, bir kaç günlük yolculuk tüm detaylarıyla anlatılır. Denizcilik terimlerinin bahsi uzun ve gereksiz gibi görünse de o günlerin 'Körfez'i okuyanlara muhtemelen ilginç gelecek ayrıntılarla doludur.

Ahmed Mithad, kuru kuruya gezip gelen ve bu seyahatlerini  tek bir satır ile dahi olsa yazıya dökmeyenlere çok kızar. ''Onların bir gemiye binip sözkonusu yere gitmesi ile bir manifatura sandığını gemiye yükleyip oraya göndermek arasında hiçbir fark yoktur.''

Hani, ''Yediğin içtiğin senin olsun, gezip gördüklerini anlat bari'' felsefesinin ilk temsilcilerindendir, hatta yediklerini bile bolca anlatır.

'Keyfim' adlı kotra ile Beykoz'dan yola çıkarlar, ''Sünbüli sayılabilecek dereceden biraz daha bulutlu ve rüzgar da kuzeydoğu yani poyraz idi...''

Yağmurlu, karlı, güneşli, bulutlu, ha bir de parçalı bulutlu havayı bilen bizler için akıl ve hayal sınırlarını ne de zorlayıcı bir anlatımdır.

'Sünbüli' ...

Ortak aklın yazılı yanılmazı, durumu 'yağmur yağdırmayan koyu renkli bulutlarla örtülü gökyüzü' olarak açıklar da, biz de meraktan kurtuluruz.

Bu arada Marmara'da gezinirlerken Ahmed Mithad sürekli olarak Henry Bulwer Adası'ndan bahseder ki bu da bize öğrenmenin yaşı olmadığını bir kez daha kanıtlar.

Yıllarca yanında geçtiğimiz Yassıada'nın bir zamanlar sahibi de olan İngiliz Büyükelçisi'nin adıyla anıldığını yazardan öğrenirken adanın kısa tarihini de bir kez daha gözden geçirme fırsatını yakalarız.
Bulwer memleketine dönerken adayı Mısır Hidiv'i İsmail Paşa'ya satar. Deniz Kuvvetleri 1947 yılında adayı İsmail Paşa'nın mirasçılarından alana kadar ada bakımsızlık içindedir.

Sonrası malumdur, Bizans'ta gözlerine mil çekilerek adalara sürgüne gönderilen prenslerin kaderinin bir benzeri Cumhuriyet tarihinde farklı bir şekilde tekrarlanır ve maalesef kadere karşı gelinemez...

Açıkçası bütün kitabı burada özetleyip okuru kolaya alıştırmak gibi bir niyetim yok. Benim diğer kitap tanıtımlarında da yapmaya çalıştığım, merak uyandırıp okumaya teşvik etmek.

Bu amacımı da net olarak ortaya koyduktan sonra buna yardımcı olabileceğini düşündüğüm bir 'parça'yı araya sıkıştırarak yazımı sonlandırayım.

Darıca kasabasının önüne gelirler. Darıca yüz kadarı islam ve kalanı Rum olmak üzere beş yüz haneden oluşmakta ve üzüm bağlarıyla meşhurdur.  

Kasım 'Çavuş üzümü'.

İlk başta Taif'ten getirilip Darıca'ya dikilen 'çubuk'lar ünlendikçe, yurtdışında dahi duymayanı kalmaz. Hatta Kanuni Sultan Süleyman bile, o zamanın Fransa Kralı 1. Fransuva'ya hediye olarak gönderir ki şimdilerin meşhur şarabı 'Chasselas'ın da atasının bu bağın üzümleri olduğu rivayet edilir.

Güzel insan Sami Önal'ın yayına hazırladığı bu eseri, özellikle de gezi yazıları ile ilgilenenler mutlaka okumalı diye düşünüyorum.

 
Toplam blog
: 344
: 1122
Kayıt tarihi
: 22.07.09
 
 

Okur yazarım. Okur yazarlıktan kastım, okuduklarımı yazmamdır ki, bu yazılarımı genellikle 'kitap..