Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Nisan '12

 
Kategori
Kültürler
 

Şebedan-ı Sani’de bir öğlen vakti -1-

Yıl 2002…
Balıkesir Edremit’e 10 km mesafede Zeytinli Köyündeyiz.
Güneş tam tepemizdeydi. Hafta sonu Zeytinli Fotoğraf Sanatı Derneğindeki arkadaşlarımızla doğa fotoğraflarını çekmek için fotoğraf safarisine katılmıştım. Zeytinli Köy Meydanındaki kahvede mola verdiğimizde hepimizin midesinde boş karavanaya kaşık çalma sesleri geliyordu. Meydana yirmi metre yakın ekmek fırını olduğunu anımsayınca kızım ve ben adımlarımızı o yöne koşturduk.
Yanımızda duran siyah Laguna'dan belediye başkanımız Şadan Aytaç başını uzatıp,
“Hayırdır! Bu koşturma neden?” diye sorunca,
“Midelerimiz zil çalıyor başkanım, fırına,” demek kafi gelmişti.
“Atlayın, arkaya o halde, Doyuran’a götüreceğim sizi, “demez mi?
Kızım ve ben başkanın aracına atlamıştık, ama neydi o söylediği sözcük, hiç anlamamıştık. Herhalde bir lokantanın adıdır, diye aklımdan geçmişti. Köy meydanına gelince Laguna'yı süren başkana, “Başkanım biz yalnız değiliz, en az 22 arkadaşımız daha var. Onlar da aç,” diye utana sıkıla dernekteki arkadaşlarımızı da öne sürmüştüm. “Olsun farketmez. Araçlarınıza atlayın ve beni takip etmelerini söyleyin,” sözlerinin devamını beklememiştim bile.
Kır kahvesinde boş midelerine Sarıkız Çayı ile dolduran arkadaşlarıma koşturdum, “Hadi başkanın aracını takip edin, midelerimiz şenlenecek,” demem kafi gelmişti.
Aman o ne hızlı kalkıştı! Arkadaşlarım hemen alelacele bulundukları ortamı bırakıp toplu taşıma aracımız olan Belediyenin bize tahsis ettiği minibüse doluşuverdiler.
Başkanımız siyah lagunayı hızla sürerken, “geciktim muhtarım, tam 24 kişi getiriyorum, ona göre masa hazırlayın,” diye de cep telefonundan talimatlar veriyordu. O anda anladım ki, biz 20 km uzaklıktaki Altınoluk’un tam zirvesindeki Türkmenlerin yaşadığı Doyran Köyüne doğru yol alıyorduk.
Zümrüt yeşili yamaçları tırmanırken müthiş heyecanlanmıştım. Bir vizör gibi gözlerim aşağıda kalan Edremit Körfezini bir mavi çarşaf gibi ayaklarımızın altına serilmiş görmekteydi. Yeşille mavi bu kadar mı ahenkle yan yana dururdu Allahım!..Yüksek sesle,

“Orhan Veli Gemlik Körfezinden önce Edremit Körfezine dokunsaydı gözleri, acaba hangi sözleri söylerdi? Yahya Kemal nasıl düşünürdü?” diye başkanımızın yüzünde keyfli gülüşlere neden oluyordum. Ee, bu dağların çocuğu idi.

Gümüşten bir yılan gibi keskin virajları geçtiğimizde aşağıdaki manzara daha da netleşiyordu. Tepeye vardığımızda köydeki Türkmenlerin selamları verirken yüzlerindeki o mutlu tebessümlerine dikkat etmiştim. Onların yüzlerindeki sanki en yakın dostlarını görmüş gibi neşeli bakışlarını, bir de o içten davranışlarını asla unutmayacaktım.
Başkanımız bizi, “işte geldik,” dediğinde bulunduğumuz yeri kısaca göz attım. Türkmenlerin Hükümet Binası dedikleri açık sarıya boyanmış iki katlı binanın bulunduğu yere gelince araçtan indik.
Bir okulu andıran binanın geniş bahçesi oldukça kalabalıktı. Kar beyazı örtülerin serildiği geniş ahşap masaların üzerinde geniş yuvarlak aliminyum tepsilerdeki yiyecek görüntüleri nefisti. Ağzımızın sularını akıtan bu görüntüde hepimizin ilgisini çeken “yöresel yiyecek keşkek” başta olmak üzere, etli nohut, irmik helvası, bol yeşillik salatasını görünce kızım sevinçle ellerini çırptı, “oh, ne güzel et yiyeceğim” diye…
Muhtar Hasan Bey koşarak masamıza geldi ve güler yüzüyle “hayrımıza hoşgeldiniz başkanım,” dedikten sonra masamızda bir hareketlilik başlamıştı. Yemeklerimizi yedikten sonra aç ayı oynar mı, misali o zaman manzarayı farkeden fotoğraf çekim ekibimizin objektifleri Kazdağlarına ve aşağıda kenarlarından çekiştirilmiş mavi bir çarşaf gibi dümdüz uzanmış körfezi zumlamaya başlamışlardı bile…
Eve akşam güneşi kızıl eteklerini toplamadan önce vardığımızda kızım,
“Anne senin de karnın ağrıyor mu?” diye sormaz mı?
Bir saattir sık sık tencere fokurdaması gibi midemizin altından sesler geliyordu. Kızım yukardaki, ben alt kattaki tuvalete koşturduğumuzda, eşim “hayırdır bu ne telaş,” sözlerini duymadık bile.
Tam üç gün ne var ne yok içimizdeki boşalmış, “keçi eti dokundu” diyorduk. Sadece kızım ve ben doktora gitmemiştik. O gün başkan da dahil tüm çekim ekibi evlerinde yatak döşek karın ağrısı ve tuvalet yolu arşınlamıştık.
***
Yıl 2012 ve yıllar sonra bir cumartesi sabah 07:00 yine Doyran Köyüne varmıştık. Bu kez başka bir hayır için Tahtacı Ozan Ali’nin Köy evinde sözleşmiştik.
Altınoluğun zirvelerindeki Türkmen Köyüne uzanan sık virajlı gümüşten yolu başkanın aracıyla değil de bu kez benim kullandığım Meganla tırmanıyorduk. Keskin virajları geçerken midem ağzıma gelmişti. Araçta yanımda oturan sevgili eşimin de benim de vertigomuz vardı. Sık sık eşimin uyarıları ve onun sağ ayağını fren yapar gibi öne doğru basması heyecanımı daha da arttırıyordu. Yıllar öncesi gözlerime aşina Türkmen Köyüne nasıl geldik bir ben bir de Allah bilir. Köyün küçük meydanına geldiğimizde Ozan Ali bizi karşıladı. Bir yıl önce dünyasını değiştirmiş eşinin hayrına 120 hanelik köye ve dışarıdan gelen misafirlerine hayır yemeği hazırlama telaşındaydı.
Bir birimizle selamlaşıp sarıldığımız zaman saatine bakıp; “az daha erken gelseydiniz anonsu da duyacaktınız,” dediğinde bir anlam verememiştim. Birlikte onun yıllar öncesi eşiyle birlikte yaşadığı köy evine doğru gittik.
**
-Devam Edecek-

 

 
Toplam blog
: 141
: 1282
Kayıt tarihi
: 02.11.08
 
 

Kayseri- Develi doğumluyum. İlk- orta- lise ve üniversiteyi istanbul'da bitirdim. Kültür Bakanlığ..