Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Nisan '12

 
Kategori
Anılar
 

Aramızda demir parmaklıklar olmadan göremedik güneşi

Anı-Söyleşi
“…Ve korkaklar, sadece korkaklar, kafalarıyla yaşar. Korktukları için etraflarında mantıktan oluşan bir güvenlik duvarı yaratırlar. Korkularıyla her kapı ve pencereyi kapatırlar. Kavramları, kelimeleri, teorileri ve dinbilimleriyle, bütün boşlukları kapatır ve bu kapalı kapılar arkasında gizlenirler. Kalbin yolu, cesaretin yoludur.”OSHO

Genelde evde gazeteleri en son okuyan bendim.
Ya ev işleri, ya misafir ve alışveriş, edebiyat sitesi, vs, vs, derken günlük basını takip etmekte zorlanıyorum. Zaman yetmiyor sanki.
Televizyondaki akşam haberlerini artık dinlemez olduk.
Beni ameliyat eden doktorumun,” Emine Hanım… Sigara-stres ve boyalı gıdalar, bu üç şeyden uzak durun, ” sözleri geldi aklıma.
Hadi sigarayı bıraktım, boyalı gıdalar evimize hiç girmiyor desem doğru söylemiş olmam, en azından meşrubat ve içecekler giriyor.
Ama STRES var ya o meret, her an TV ekranlarından bize geçiyor.
Her gün şehit haberleri, doğalgaz-elektrik -benzine yapılan günlük zamlar,
Günlük çıkan torba kanunlarından yeni vergilerin uygulanması, vs, vs derken bir de aklımın mantığımın almadığı, yüreğimi acıtan, sessiz çığlıklar yükselir ruhuma. Bir türlü yargı önüne çıkmamış özgürlükleri kısıtlanmış insanlarımızın ve ailelerinin acı çığlıkları yüreğimizi delik deşik etmektedir.
İşte bütün bu olumsuzluklar beni ve ailemi strese girmemize neden olan etmenlerdir.
Bu sabah, bir gün önceki gazeteyi elime aldığımda, “OLAMAZ YA! “diye yüksek sesimle şaşkınlığımı dışa vurunca, kalp ameliyatı geçirmiş annem merakla sordu:
“Ne oldu kızım, hayırdır?!”
“Ne sen sor, ne de ben anlatayım annem! Gazetede az önce bir haber okudum, ona üzüldüm işte, ” diye geçiştirmek istedim, ama bu tavrım annemi daha da meraklandırmıştı.
“Haberde ne diyor kızım?”
“Ne demiyor ki, annem!.. taa eski bohçaları açıyorlar.”
“Nasıl bir bohçaymış bu kızım?”
“1997 senesine ait bir siyasi bohça annem, sana anlatırsam hasta kalbin dayanmaz. Bu nedenle ne sen sor, ne ben söyleyeyim, dedim annem.”
Annem 1997 senesini söyler söylemez belleğindeki takvimlerin sayfalarını çevirmeye başlamıştı bile…
“Ha, şu tarih… Hani kocanın Gaziantep’e sürgün edildiği tarih…”
Annemi durdurmak ne mümkün!..
“Eskileri açma annem ya, anımsayınca çok üzülüyorum. Siyasilerin acımasızlıkları, zalimliklerine aklım ermiyor.”
“Sana zahmet bir oku bakayım, neymiş o belgeler?”
Dedikten sonra elimdeki 14.04.2012 tarihli Milliyet’in 22. Sayfasında dikkatimi çeken , “GÖLCÜK’TE BULUNAN BELGELER” yazı başlığının devamını yüksek sesle okumaya başladım: “AK Parti Grup Başkanvekili Mustafa Elitaş: Tank kafalı siviller yüzünden 28 Şubat oldu.”
“…O dönemde siviller; mürekkebi mermi, kalemlerini namlu gibi kullandı. Eğer geçmişimizdeki karanlık düşünceleri çöplüğe gömebilirsek Türkiye’nin önündeki aydınlık yolu kimse karartamaz” dedi.
Elitaş, “Çöplüğe gönderilecek isimler arasında kimler olmalı?” sorusu üzerine, “Kim tank kafalı sivil ise, onlar kendilerini bilir. Kim mürekkebi mermi, kalemini namlu gibi kullanıyorsa, onlar bilir. Geçmişe dönüp baktığınızda internet sitelerinde hepsi yazıyor, kendilerini bilirler” diye konuştu.
“…28 Şubat’a ilişkin adli soruşturmanın başlatılmasında, Gölcük Donanma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğünde 6 Aralık 2010’da bulunan belgeler etkili oldu. Döşeme altında gizlendiği belirtilen 10 çuval dolusu belge içinde, BÇG’nin çalışmalarına ilişkin dokümanlar çıktı.
Ankara’ya gönderilen ve savcılığın elde ettiği belgeler arasında, 29 Nisan 1997 tarihli Genel Kurmay Başkanlığı tarafından Deniz Kuvvetleri Komutanlığına gönderilen “Batı Çalışma Grubu Rapor Sistemi” de bulunuyor: Çevik Bir imzalı belgede yer alan sistematik emirlerden bazıları şöyle:
-Laiklik aleyhtarı yayın yapan radyo, televizyon ve yazılı basın neşriyatını takip etmek.
-Siyasi partiler, üniversiteler, sendikalar, demokratik kitle örgütleri, kadın ve gençlik teşkilatları, medya vasıtasıyla kamuoyunun olumlu yönlendirilmesini sağlamak,
-Genç nesillerin körpe dimağlarına Cumhuriyet, Atatürk ve millet sevgisi işlenmesi,
-Kuran kurslarının Milli Eğitim Bakanlığı kontrolünde açılıp denetlenmesi için gerekli kanuni düzenlemenin yapılması,
-Tarikat, vakıf ve cemaatlerin açtıkları Kuran Kurslarının kapatılması için yetkili mercileri yönlendirmek,
-Yasal olarak açılan Kuran Kurslarında Cumhuriyet Rejimine bağlı din adamlarının görevlendirilmesini sağlamak,
-İrtica faaliyetleri nedeniyle TSK’dan uzaklaştırılanların kamu kurumlarında çalışmasını engelleyecek yasal düzenlemeler yapılmasını sağlamak,
-Şeriat kadroların faaliyetlerini kontrol ve takip etmek,
Batı Çalışma Grubu Rapor Sistemi(BÇG) ile ilgili ele geçen belgeler arasında, 3 bine yakın il-ilçe emniyet müdürleri, karakol amirleri, komiser ve polis memurları olmak üzere emniyetçiler de fişlenmişti. “
Annemin kafası karışmıştı. Okumamı arada sorduğu sorularla kesmekteydi:
“Kim fişlemiş? Nasıl fişlenmişlerdi? Hadi gel de denizde deve izi ara bakalım!..”
“ O dönemin Genel Kurmay Başkanı tarafındanmış anne. Hangi polisin eşi türbanlı, hangi bayan el sıkışmamış, kimin eşi kara çarşaflı, kim Kuran Kursuna gidiyor, falan filan…”
“Kızım devlet yönetimiyle ne işi varmış ki kara çarşafın, Kuran okumanın?”
“Anne, işte Atatürk bu tür tartışmalar olmasın diye Laik Cumhuriyeti kurdu. Din ve devlet işlerini ayırdı. Şimdi o içerideki Türk Subayları Atatürk’ü ve ilkelerini savundular diye özgürlükleri kısıtlandı. “
Annem başı kapalı, namazında-niyazında, yüzlerce kez Kuran-ı Kerimi hatim etmiş, iki kez Hac vazifesini eda etmiş bir insandı. Ayrıca yurdumuzu kurtaran Atatürk’e hayran, ona ve şehitlerimizin ruhlarına sürekli dualar okuyan bir anneydi.
Az çok televizyonda izlediği haberlerden Ergenekon-Balyoz davalarına tanıktı. Ama her kafadan bir ses çıktığından kim haklı-kim haksız ayırt edemiyordu. Ama ülkemizin bir İran-bir Irak gibi olmasını istemiyordu. O bir Cumhuriyet Kadınıydı. Din ve devlet işlerinin ayrı tutulması gerektiğine inanan, ayrıca, “Derviş tekkede, Hacı Mekke’de, milletvekili mecliste olmalı” diyerek sapla samanı elemesini bilen bir insandı.
Gazetede okuduklarım onun yaşlı ve ameliyatlı kalbini sızlatmıştı.
“Anne daha fazla okumayayım, bak her ikimiz de üzülüyoruz, “dedim ama onu susturmak ne kelime!
“Kızım zaman aşımına uğramış davaları neden ısıtıp ısıtıp kefeye koyuyorlar? N.Ç adlı küçük kızın tecavüzcüleri zaman aşımından kurtulmadılar mı? “
“Kurtuldular. Hem o dava tam on sene sürdü. “
“Ben okumuş biri değilim yavrum, aklım ermez siyasi işlere… Yarım yumalak şu ahir zaman aklım ermiyor adaletsizliklere. Yanılmaz, yenilmez bir Allah’tır! İçerideki subaylarımızı da zaman aşımından salıversinler ne olacak ki!..”
“Kim bilir, adaletin terazisine hak bilir, hâkimlerin parmağı değermiş anne.”
Anneme ne söyleyeceğimi bilemedim. O otobanda seyir halinde tam gaz yol almış araçlar gibiydi:
“Hem 1997 senesindeki belgeler 1999 Gölcük Depreminde sular altında kalmadı mı? Nasıl oluyor da 10 çuvaldaki kâğıt belgeler döşeme altında çürümemiş de sağlam kalmış? “
Ve kulağıma küpe olacak sözleri söyledi:
“Sakın ileri geri etrafta konuşma, seni de alırlar içeri, o zaman bende üzüntüden ölürüm. Kalbim dayanamaz yavrum. Ne olur sus, sakın konuşma kızım, atalarımızın bir sözü vardır; deve ile tepişme olmazmış, bir tepik de sana gelir!”
14.Nisan.2012 tarihli gazeteyi katlayıp kaldırdım. Annem endişeliydi. Gözlerine korkunun kara lekesi çökmüştü. Tüm yurdu saran o kara gölgelerden onu nasıl kurtarabilirim, diye düşünürken aklıma ilk gelen soruyu sordum:
“Anneciğim, en iyisi sana ben yeşil çay demleyeyim, çaysadın mı?”
Yaşlı kadının yüzü birden ışıdı:
“Hadi, demle kızım… Biliyor musun, yeşil çay kandaki yağları eritiyormuş…”
Mutfağa doğru ilerlerken korkunun kanatlarını takan annemle çay içerken dakikalarca bitki dünyasını konuşacağımızdan adım gibi emindim. Çaydanlığa su doldururken, yazarımız Fevzi Moray’ın makalesi aklıma takıldı. Sağ olsun, arkadaşının mektubunu bizimle paylaşmıştı. Hadımköy Askeri Ceza Evinde tam bir yıldır güneşe hasret, yavrusuna hasret, eşine hasret, yuvasına hasret Tuğamiral Turgay Erdağ’ın halka yazmış olduğu mektubunu düşündüm. Öyle ki, vicdanımı acıtıp, yüreğimi bir burgu gibi sıkıyordu duygu yüklü sözcükleri:
“Aramızda demir parmaklıklar olmadan göremedik güneşi!..”

Emine PİŞİREN
15.04.2012

 
Toplam blog
: 141
: 1282
Kayıt tarihi
: 02.11.08
 
 

Kayseri- Develi doğumluyum. İlk- orta- lise ve üniversiteyi istanbul'da bitirdim. Kültür Bakanlığ..