Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Temmuz '07

 
Kategori
Siyaset
 

Seçim sonuçlarının tarihsel bir analizi

Seçim sonuçlarının tarihsel bir analizi
 

Bu seçimin sonuçlarına dair seçim öncesinde yayınlanan ciddi anketlerdeki verilere kızan dostlara duygusal davrandıklarını söylemiştim. Bir öngörüde bulunurken inandığımız yönde etki altında olmamız kaçınılmazdır. Hele bu, siyaset ve seçim gibi insanın kaderini uzun süre etkileyecek ve tarihi etkileyecek bir alanda olursa. Ancak olaylara zaman zaman tarihin penceresinden bakmaya çalıştığım için sonuçlar beni pek de şaşırtmadı diyebilirim. Benim gibi düşünen pek çok kişi olduğunu da bilmekle beraber, yine de görüşlerimi yazıya dökmekten alıkoyamadım kendimi.

Olayı ister bize uyarlanmış anlamıyla “çevre-merkez” tipolojisinde ister sol-sağ ayrımının başaşağı edildiği İdris Küçükömer çıkışlı tez ile değerlendirelim, sonuçta vardığımız yer pek değişmiyor. Asırlardan beri yüzünü batıya dönmüş, iş, aş ve gönenç gailesindeki yığınların tercihidir bu. Bu son seçimin benzerlerini ise benim hafızamda kayıtlı dönemde üç kez yaşadık. Adalet Partisi ile 1965’te, Cumhuriyet Halk Partisi ile 1974’te (ayrı bir olarak analize konu olduğundan bu örneği dışarıda bırakacağım) ve Anavatan Partisi ile 1983’te. Öncesinde de, partili yaşama geçtikten sonra, Terakkiperver Fırka ile 1924-25’te, Serbest Fırka ile 1930’da ve Demokrat Parti ile 1950’de. Bütün bu dönemlerde, 1980 darbesi nedeniyle olan isim değişiklikleri dışında karşı cephede ise tek bir parti görülmektedir; CHF ya da CHP. Cumhuriyeti bir kesit alarak gelişime baktığımızda; soğuk savaş döneminin belirleyiciliğinin dorukta olduğu 1970li yıllarda CHP’ne demokratik sol söylemin egemen olduğu durumun yarattığı yer değiştirme dışında manzara şudur: bir tarafta M.Kemal Atatürk liderliğinde ulus inşaasını ve ülkede dirliği sağlamaya çalışan, halkla teması yine M. Kemal Atatürk üzerinden kuran, idealist ancak sonrasında giderek bürokratik yapıya teslim olan Cumhuriyet kadrosu, diğer tarafta ise M. Kemal Atatürk’e gönülden bağlı ancak Cumhuriyet’ten iş, aş ve gönenç bekleyen ve nufusu giderek çoğalan yoksul millet. Ulus inşaasının süregeldiği bu seksendört yıllık süreçte; soğuk savaşın başlaması ile çok partili yaşama geçilen 1946-50 dönemi, soğuk savaşın ivme kazanmasının yol açtığı iç çatışma sonrasında daha demokratik bir devlet adına değişimin yaşandığı ve devamında tekrar iç çatışmaların damgasını vurduğu 1960 ve 70’li yıllar, soğuk savaşın etkileri devam ederken ABD eksenli yeni bir restorasyon sonrasında ekonominin dışa açıldığı ABD güdümlü 1980 sonrası dönem ile soğuk savaşın bittiği ve ABD hegemonyasının inşaa sürecinin başlamasına karşılık siyasi ve ekonomik bocalama ve yön arayışı ile geçen 1990’lar ve nihayet ABD hegemonyasının neredeyse kayıtsız şartsız kabulü ile yeni dünya düzenine tam uyum döneminin başladığı 2000’li yıllar kilometre taşlarını oluşturmaktadır.

Her dönemin koşullarının farklı olduğu bilinci ile anakronik bir yanılgı payını dışarıda tuttuğumuzda, adeta cam bir yumurtanın şeffaf kabuğunun içini oluşturan toplumun kendi koşullarında kapitalist evriminin ve bu yöndeki taleplerinin de devam ettiği görülmektedir. Buna karşılık yumurtanın kabuğunun zarını oluşturan bürokratik devletin 1980 sonrası dönem ile başlayan ancak 1990’larda yavaşlayarak süren saydamlaşması süreci ise (saydamlaşma terimini değişerek uyum sağlama karşılığı kullandım) 2002 sonrasında dramatik bir hız kazanmış, ancak tamamlanamamıştır. İşte bu son seçim, yukarıdaki söylemin pratik sonuçlarının bu kesimlerce çok kolayca algılanması ve bu sürecin tamamlanması tercihinin ifadesidir. Diğer tarafta ise, siyasi konumunu, seksendört yıllık devlet kuran parti imajı ile CHP’de gören, toplumun yerleşmiş ve cumhuriyetin nimetlerinden şu veya bu şekilde nasibini almış elit tabakası ise önceliğini, Cumhuriyetin kuruluşundan beri, adil ekonomik kalkınma ve “demokratikleşme” beklentilerinin hemen yanında ya da önünde giden güvenlik –asayiş- tesisi arayışı ile birlikte batılı yaşam tarzını muhafaza etme kaygısına vermiştir.

Yukarıda bakış açılarını ve farklılıklarını ifade etmeye çalıştığım iki kesimin siyasi algılamalarına dair kişisel görüşüme ise subjektivite taşıyacağı için burada yer vermeyeceğim. Bununla birlikte, bu noktadan sonra Deniz Baykal’lı CHP açısından tahlilim; AKP’nin, elde ettiği bu yüksek oyun ağır sorumluluğu ve bu sorumluluğun içinde barındırdığı çelişkiler ile birlikte, önümüzdeki dönemde küresel ekonomik ve siyasi gelişmelere paralel olarak, yukarıda sözünü ettiğim sürecin tamamlanması yolunda kazaya uğrayacağı öngörüsü ile ayakta ve hazır durmaya çalışmayı tercih edeceğidir. Ancak bu düşünceyi partiye hakim kılmanın kolay olmayacağı da ortadadır. Deniz Baykal’sız CHP’nin tek seçeneği ise bu tercihi üçüncü plana iterek yüzünü yeniden "sola" dönmek olacaktır. Diğer tarafta ise AKP’yi, iktidara hakim olma mücadelesi ile birlikte (bunun kazasız atlatılması halinde) kendisine iş, aş ve gönenç beklentisi ile koşanları doyurma uğraşı beklemektedir. AKP’nin, çelişkileri içinde taşıyan bu küresel uyum sürecini, yumurtanın halen güçlü çatlama belirtileri gösteren kabuğunu çatlatmadan ve kırmadan, küresel etkilere açık dünyada, tek adam partisi yapısı ile ve yeni meclis sosyolojisi içinde yönetebilmesi ise (uluslararası koşullar veri kabul edilse dahi) çok güç görünmektedir.

24.07.2007

Hakan KİLDOKUM

 
Toplam blog
: 129
: 1104
Kayıt tarihi
: 12.06.06
 
 

Gazi Üniversitesi İ.İ.B.F mezunuyum. Yüksek Lisans diplomalarımı G.Ü Sosyal Bilimler Enstitüsü'nd..