Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Kasım '07

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

Sedef kakmalı takunya

Sedef  kakmalı takunya
 

Dışarıda bardaktan boşanırcasına yağan yağmur, engelleyemediği göz yaşlarının başkalarınca fark edilmesini önlüyordu.

Çantasındaki tüm kredi kartlarının limitleri anca yetmişti; az önce kendini kapıdan dışarıya zorla attığı mağazanın kasasında…

Tüm duvarları baştan aşağı ayna ile kaplanmış, ayna üzerlerine monte edilmiş ve birbirine çok yakın cam raflar, irili ufaklı onlarca sırça bibloyu meraklılarına sunuyordu mağazada..

Çocukluğundan beri çok severdi bu tür mağazaları. Çocukluğu’nun bir bölümü Ankara’da geçmişti ve semtlerindeki zücaciyeci Birsen hanım en iyi arkadaşıydı. İlkokulu bitirdiği yıl Afyon’daki Biblocu Feyzullah amca; Orta Okula başladığı yıl Malatya’daki Paşabahçe bayii Zeki Ağabey en sevdiği insanlar arasında yer almıştı.

Hatta Lise okumaya başladığı yıl, Sultan Abdülaziz’in 1861’de , kız kardeşi Adile Sultan için yaptırdığı yazlık saray’ın (ki kahramanımız döneminde Kandilli Kız Lisesi’dir) çatı arasını, mahzenini, bahçesini, ‘Adile Sultan , hamamda giydiği sedef kakmalı takunyaları bir yerlere saklamıştır’ diye didik didik aramış, konuya ilişkin üç kez ihtar almış, bu nedenle de, üst düzey rütbeli asker babası okula sıkça davet edilmişti.

Taksi şoförünün dikiz aynasında ki gözleri merakla onu süzüyordu “ hanımefendi ne tarafa gideceğiz?” diye sordu. Boğazına düğümlenen hıçkırıklar ile birlikte “kozyatağı” diyebildi zorlayarak kendini..

“Aptal, sakar şey, senin neyine gerek sedef kakmalı takunya, beceriksiz” diye kendi kendine söyleniyor, arada bir burnunu çekiyor, sonra tekrar hıçkırıklar ile ağlamaya başlıyordu. Her daim sıkışık olan Altıyol trafiği yağmur ile birlikte daha da bir sıkışmış, yağmur nedeniyle kafalarını camdan çıkarıp küfür edemeyen sürücüler hırslarını klaksonlara sürekli basarak çıkarıyorlardı.

Taksi şoförü birkaç kez sormaya yeltendiyse de sonra içinden “ amaaan boş ver oğlum, sevdiği adamla kavga etmiştir. Sokma her şeye burnunu sen önüne bak!” diyerek vazgeçmişti. 100 yıl düşünse bulamazdı gerekçeyi.

Nasıl öngörebilirdi ki, arabasına binen ve hıçkırıklar ile ağlayan kadının, az önce bir biblo mağazasında, 17 asgari ücretli’nin toplam maaşları kadar parayı ödeyip çıktığını…

Hem de hiçbir şey almamış olmasına karşın!..

Her zaman ilgisini çeken antika cam ürünler satan bu mağazayı daha önce hiç görmemişti. Yeni açılmış olmalıydı. Vitrinin de bir Çeşm-i bülbül pipo, Osmanlı kantaşı sakızlık, nefis bir Edirnekâri iskemle, Fransız jardiniere bir çift vazo, Osmanlı Sultanlarından birine ait ecza çantası, Japon satsuma çay takımı, Blue blanc şerbetlik, Art deko jardiniere, Dresten şamdan, Beykoz işi Opalin kâse… özenle yerleştirilmişti.

Uzun süre vitrini incelediğini görmüştü mağaza yetkilisi ve kapıya çıkarak “ Hanımefendi içerideki çeşitleri görmek istemez misiniz?” demişti. ‘Kırmızı götlü mum’ ile davetti bu…

İçeri girdi ve üç tarafı baştan başa ayna ile kaplı duvarlardaki cam raflarda biblo ve değerli antika eşyalar sergileniyordu. Raflar öylesine ustalıkla yerleştirilmişti ki ayna yansımaları bir eşyayı 3-5 tane gibi gösteriyordu. Hayranlıkla göz gezdirdi mağaza içinde… O ne? Şu üst rafta yıllar önce Kandilli Kız Lisesi’nin dört bir yanında aradığı Adile Sultan’ın takunyaları..Sedef kakmalı..

Gözleri parladı bir an. Uzandı üst rafa. Yetmedi boyu. Bir kez daha, parmaklarının ucunda…

Sağ elinin parmakları değdi takunyalara. Ufak bir parmak hareketi ile aşağı çekebilecekti, o lanet olası şövalye zırhının elindeki mızrak, montunun kol apoletine takılmasaydı.. Ne yapması gerektiğini düşündüğü birkaç saniye, birkaç saat gibi gelmişti.

Ayak parmakları üzerinde balerin edasıyla durabilmek için neler vermezdi. Mızrağı sol kol apoletine takılan ortaçağ zırhı, yana doğru yatmaya başladığında onu tutabilmek için çantasını tuttuğu sağ eli hareketlendi. Sola doğru dönen vücudu ve zırhı tutmayı düşünen sağ elindeki çanta karayolları greyderi gibi omuz hizasında bulunan cam raftaki bibloları küredi. Zırh, arkasında bulunan Haris Fine İngiliz Sehpaya doğru yönlendi. Bir iki saniye içinde zırh, İngiliz sehpa, üzerinde bulunan Art derko likör takımı ve Richmont lighting Amerikan lambader ile birlikte Porto Rosa desenli granit zemin üzerine büyük gürültü ile indi. Gürültünün nedeni yalnızca zırhın düşmesi ve çantanın taradığı raftaki biblolar değildi elbet.

Onun çığlığı, Zırhı tutabilmek için üst raftaki sedef kakmalı takunyanın ucundaki parmağın bu debdebede hızla aşağı inişi sırasında, takunyanın karşı duvardaki raf üzerinde duran cam karaf’lar, Mermer ve porselen şamdan ve saat takımlarının da yerlere saçılmasını sağlamıştı. Ortalık savaş alanına dönmüştü adeta ve o yere saçılan, kırılan, dökülen onca eşya arasında ahşap kedinin kopmuş kafasını alıp yerine, olması gereken yere koymuştu.

Üç-beş saniye içinde gelişen tüm bu olaylardan sonra mağazayı saran sessizlik ürkütücüydü. Kopuk kedi kafasını yerine koyduktan sonra arkasına döndüğünde tüm mağaza çalışanlarının şaşkın bakışları ile karşılaştı bakışları.

Zoraki bir gülümseme ve olabildiğince takındı şirin hali ile “ Ehh! Şeyy.. zırhın mızrağı şey oldu da..” gibi sonu gelmeyen bir konuşma yapıp, daha doğrusu yapamayıp; “Bana bir neskafe söyler misiniz, bu arada neden olduğum zararı da tespit edin lütfen” deyip, Haris Fine İngiliz deri Berger’e oturdu.

Hasar tespiti yapan mağaza ilgililerine “Silahsızlanma konusunda ne düşünüyorsunuz? ” bir soru yöneltti ve cevabını beklemeden ekledi. “ Bence çok önemli, özellikle mızrakların derhal imha edilmesi gerekir”

 
Toplam blog
: 126
: 1276
Kayıt tarihi
: 10.09.06
 
 

48 yıldır yaşıyorum.Gazeteciyim, müzisyenim, babayım... Önce insan ve iyi bir yurttaş olabilme çab..