Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Eylül '07

 
Kategori
Tarih
 

Sen de haklısın diyebilmek

Sen de haklısın diyebilmek
 

Aralarında anlaşmazlık bulunan iki kişinin de ayrı ayrı derdini dinleyen Nasrettin Hoca’ nın her ikisine “haklısın” demesi üzerine “bir olayda iki kişinin haklılığımı olurmuş” diyen karısına “sen de haklısın hatun” der. (Bizim adalet mekanizmasının işleyemeyişi acaba bu sebepten midir? Bilmiyorum ama… Konum bu değildir zaten…)

Fıkrayı önce yazdım ki olaylar karışmasın.

Haklıyı haksızı ayırma gibi bir derdimiz olmayıp yazılanları ayrıştırmaya çalışıyorum sadece…

Herkesin bir derdi vardır. Yazarlarınki de para kazanmaktan daha ziyade toplumu bilinçlendirmektir olmalıdır ama herkes kendi anlayışına göre tabiî ki…

Devletimiz, hükümetimiz, muhalefetimiz ve bürokratlarımız cephelerinde sıcak savaş ve uzlaşma arayışları yada aramayışları söz konusu olunca tarihteki bir olaya iki farklı gözün bakışını hatırladım.

Olayı anlatayım aslında sözü eğip bükmeden…

Geçmiş zamanların birinde, “Taif’te Ölüm” (Hıfzı Topuz) ‘ü okumuştum. Zevkle okumuştum hemde… 1876 yılında, savurganlığı had safhaya ulaşmış devletin başındaki, yönetimi herhangi bir meclis ile paylaşmak istemeyen Sultan Abdülaziz’in tahttan indirilişi ve intihar olup olmadığı bilinmeyen ölümü sonrasındaki gelişmeler, Mithat Paşa gözlerinden bakılarak romanlaştırılmaya çalışılmış bir eserdir. Mithat Paşanın Tuna ve Bağdat valilikleri zamanında yaptığı hizmetler Avrupalıların beğenisini, takdirini kazanmıştır. Bu vesile ve Avrupa hayranı olması sebebi ile Mithat Paşa, her zaman İngiltere ve Fransa’nın desteğini arkasında hissetmiş bir devlet adamıdır.

Çocukluğunda İslami tarzda yetişmiş, sonrasında devletlu kişilerle iyi ilişkiler içerisinde bulunmasından dolayı mevkii almış ve hasbelkader Fransa seyahati sonrasında, Avrupa, Fransız devrimi ve siyaseti hayranı olmuş ve (bana göre yine hasbelkader) çeşitli nazırlıklarda bulunan ve sadrazamlığa kadar yükselmiş, meşrutiyetçi Mithat Paşa’nın, ünlü Yıldız mahkemesinde Sultan Abdülaziz’in intihar veya öldürülmesinden sorumlu tutulması ile sürgüne gönderildiği Taif’teki kalede boğdurulurken (kitaptan anladığım haksız yeredir.) çığlıklarını bile işitir gibi olmuştum.

Sonraki zamanların birinde de okuduğum başka bir kitap, “Bir darbenin anatomisi”nde Yılmaz Öztuna bu vahim olay üzerinde durmuş. Yani Sultan Abdülaziz’in tahttan indirilmesi ile gelişen olaylar silsilesi… Saltanat oyunları, devlet üzerine oynanan oyunlar, azınlıkların milliyetçilik akımlarına kapılışı, üretmeyen, ancak Avrupa’yı (şimdiki gibi) taklit eden bir imparatorlukta yaşanan bir değişimin içeriğine bir tarafından bakılan olaylar zinciri…

Tanzimat Fermanı ile Müslüman-Türk üstünlüğünün sona ermesine, Avrupa’ya verdiğimiz tüm taahhütlerin yerine getirilmesinde ve hükmün diğer milletler eline geçişinden yana tutum sergileyip, donanmanın ve ordunun geliştirilmesi için yüklü paralar harcayan ve saraylı kadınların harcamaları karşısında çaresiz kalan ve borcu 10 katına çıkaran Sultan Abdülaziz’in 1876’da kendisini çekemeyen basiretsiz devlet adamlarının kurdukları tezgahı (Avrupa devletlerine olan borçlarını tek taraflı ertelediği için onlarında katkısı olmuştur.) fark edemeden (Yüce millet adına!..) hal edilmiş (tahtından indirilmiş) bir padişah olarak gösterilmiştir. Bir önceki sadaretinde silah ihalesinde rüşvet aldığı ispatlandığında nişanları alınıp ve sürülen, ve “kinim dinimdir” diyen ve Padişahın haremine bile sarkıntılık eden, şimdiki Serasker Hüseyin Avni Paşanın bir numaralı adamı Harp okulu komutanı Süleyman Paşanın binbaşı üniforması ile padişaha bağlı kuvvetleri, padişahı koruma bahanesi(!) ile sarayın etrafında konuşlandırırken bu darbenin farkına varılması anında kellelerinin gideceğinin de farkındadırlar. Hatta Avni Paşa, darbeden 15 gün sonra Sultanın kayın biraderi Yüzbaşı Çerkez Hasan bey tarafından öldürülmüştür. Darbenin 2. aktörü Mithat Paşa ise Tuna valiliği zamanında yaptığı işleri, bilhassa İngilizler tarafından şişirilmiş olup basiretten uzak bir yapıya sahip, sarhoş olduğunda dilini tutamayıp sırları ifşa eden biridir, Hüseyin Avni Paşaya göre… Al-i Osman yerine Al-i Mithat diyebilecek hatta çalışma yapabilecek kadar fütursuz da aynı zamanda… Sadrazam olduğu zaman Sultana karşı düzdüğü methiye ve dahi fikri sadaret koltuğu gittikten sonra değişebilecektir.

Babasının amcası III. Selimin Topkapı sarayında boğdurulduğu odada, darbeden 5 gün sonra üç pehlivan tarafından bilekleri kesilerek ölüme bırakılan Sultan Abdülaziz’in intihar ettiğini duyuran Arz-ı Niyaz Kalfa’nın ise Hüseyin Avni Paşa’nın metresi olduğunu okumuş ve Sultan Abdülaziz’in ölüm çığlıklarını işitir gibi olmuştum.

Zamanın komplolarına taş çıkartacak cinsten bir olayı irdelerken Osmanlı’da işlerin hasbelkader yürüdüğüne, kaht-ı ricalde (adam kıtlığı devrinde) Abdurrahman Çelebi sayılacakların çokluğu ve yükseklerdeki fırtınanın dozunun da yüksek olduğunu düşünmeden edemiyorsunuz.

Herkes kendi anladığını anlatmış ve şimdi gelin iki yazara da hak vermeyin…

Bende haklıyım ama değil mi?

Saygılar

 
Toplam blog
: 37
: 557
Kayıt tarihi
: 28.09.06
 
 

2006 itibarıyla 36 yaşında, yolun yarısını geçmiş bir inşaat mühendisiyim. İşim ve ailem herşeyimdir..