Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Nisan '11

 
Kategori
Öykü
 

Sen

“Dudakarını dudaklarıma değdirebilirsin”diye vurguladı AMWF... 

“Dudaktan kastettiğin ne? Şu ağzımın tadına mı bakmak istiyorsun?” diye sordu Amerikan yerlisi bir kadın Laima... 

“Evet!”... 

Gökyüzünden kayan yıldızları seyrediyorlardı ki Laima AMWF’in aynı şekilde uzaydan yıldız olarak dünyasına düşmüş olduğunu bir an için hatırladı. Tanışalı beri 465 kez güneş aydınlanmış ve sönmüştü. O gece 466.cısı olacaktı. Ekvatorda bilinmeyen bir ormanda yaşayan Laima için hayat olağan duranlığında ilerlerken bir uçak enkazında bulmuştu AMWF’yi. Nereden geldiğini sorduğunda aynı dili konuşmadıklarını farketmişti hemen orada. Çok yakışıklı gelmişti üstü başı harap bile olsa. Özellikle gözlerindeki yeşilin parlaklığı kendi kara gözlerini delmişti en derininden. Kara derisini onun beyazlığına sürtmüştü uyuduğu bir anda. Teni yumuşacık diye özetlemişti hissettiklerini. Üzerinden bu kadar gün geçmiş ve artık AMWF kendi dillerini konuşur olmuştu. O kadar hızlı öğrenmişti ki kabile reisi babası bile ona DAHİ adını takmıştı. Kendisi ise AMWF isminin mistisminden kendini kurtaramıyor, Dahi ismini çok sevmesine karşın onun özgünlüğüne saygı duymak istiyordu. Evet bir yıldan fazladır çocuk yapıyorlardı. Ama bir türlü hamile kalamamıştı. Oysa ailesinde onun gibi hamile kalamayan yoktu. Üzüntülüydü çünkü babasına yeni kabile reisi vermek istiyordu. Belki de DAHİ bir kısırdı; olabilirdi. Buna benzer vakalar kabilede az da olsa yaşanmıştı ama o mümkün değil DAHİ’yi terkedemezdi. Babası onu her zaman özgün ve özgür bırakmıştı. İstediği erkeği seçmekte sıkıntısı olmamıştı. O ise DAHİ’ye sırılsıklam aşıktı. İçten içe biliyodu ki babasının evlendirdiği kocası DAHİ bir uzaylıydı ve farklıydı. Çocukları hiç olmayabilirdi. Ama aşk bu, ota da konar, boka da! 

Bütün gece seviştiler durmaksızın... AMWF normal insanların bunu yapamadığının farkındaydı. Onda ise hiç bir problem yaratmıyordu ardısıra sevişmeleri. İlk gördüğünden beri Laima’yı şiddetle ve sevgiyle arzuluyordu. Aşkları bir din gibiydi. Sürekli tapınmak istediği bir kitap. Gezegeninden kaçışından bu yana 3000 ışık yılı geçmesine rağmen halen kendini dinç ve diri hissediyordu. Oysa bu dünyada insanlar her 50-60 yılda bir yok oluyorlardı. Oysa kendi yüzünde en ufak kırşıklık bile yoktu. Laima otuzuna girdiğinde, gözlerinin çeperinde çizgiler belirdiğinde, çok şaşırmış ve hatta biraz panik olmuştu. Çünkü yıllar sonra ahenksiz bir sütlü kahve olacaklardı. Süt ayrı bir yerde, kahve ayrı bir yerde. Sistem yöneticisinden kaçtığından beridir, sorgulamaları hep cevapsızlıkla sonuçlanmıştı. Her ama her şeyi baştan keşfetmek zorunda olmuş ve kendine 3 milyon yıllık yeni bir hafıza inşa etmek zorunda kalmıştı. Hayatı ne kadar dinginse, beyni o kadar karmaşıktı. Özelikle şu çocuk konusu yetersiz kaldığı alanlardan biriydi. “Sevgi her kelin ilacı değilmiş!”. 

“Sana aşkımın sonsuz olduğundan bahsetmiş miydim? Kanımın içinden çıkan alevler sonsuz bir ısıyla dudaklarından içine akacak, bütün vücudunu sarıp manyetik bir alana dönüşerek seni gençleştirip, dinçleştirecek. Ben senin yaşam iksirin olacağım. Benim her dokunuşumla hem var, hem de yok olacaksın. Seni sevmelerimden kaçamayacak ve her seferinde biraz daha benim kölem olacaksın. Öyle ki gün gelip benden vazgeçmek istesen bile, tenin benim senin üzerindeki varlığımı red edemeyecek. Çünkü ben senin salgın hastalığının aşısı olarak dokularına nüfus etmişim. Evet ben senin erkeğinim. Tanışalı beri yaklaşık on yıl geçti ve vücudum halen tenine aç. Bu gece sanki yarın gece veya dün gece yokmuşçasına sevişeceğiz her gece yaptığımız gibi. Evet, düşünmeden yapacağız bunu. Kabul ediyorum ben bir yabani yabancıyım. Sizler gibi olamayacak kadar bilgeyim ama en az senin kadar, belki de senden daha çok biçareyim senin karşında. Mutluluğun tarifini ancak ben seninle yapabiliyorum. Bütün bu hissettiklerimi sana söyleyemem çünkü sen 500 kelimelik alt yapınla anlayamazsın ne yazıkki! Çok uğraştım yıllardır seni biraz olsun zeki yapabilmek için! Dünyana en fazla 50 yeni kelime sokabildim anlayabildiğin. O kadar az ki.” 

“7280 gün batımıdır ki sevişiyoruz ve ben Laima artık yaşlanan bir kadınım. DAHİ 40 yaşımda olduğumu söyledi. Ben bu yaş kavramını tam olarak anlamış değilim. Ben ancak günleri sayabilirim. Bu gece ilk defa onunla çocuk yapmayacağım. Sebep ise vücudum sallanıyor hastalıktan. Ateşim var ve büyücü Kibela vücuduma çamur sürerek oynamamı söyledi. Kaskatı kesildim çamur kurudukça. Babam öldü ve bizim halen çocuğumuz olmadı. Oysa çok uğraştık, her gece durmadan. Güneş tanrısına yalvardım bana çocuk ver diye ama vemedi. Kabileyi şimdi ben yönetiyorum. Erkekler huzursuz. Bazıları DAHİ’ye birkaç kez saldırdı yok etmek için. Ama DAHİ o kadar güçlü ki, gözlerinden çıkan alevleri bile var. Erkeklerin hepsi onun bir tanrı olduğundan bahsediyor. Ben bir gün gizli gizli kuş gibi uçtuğunu bile gördüm. Kimseye söylemedim. O benim kocam. Dilimizi değiştirdi. Çocuklar artık bizim gibi değil. Onların hepsine Matematik denen şeyden öğretti. Çocuklar kendi aralarında konuştukları zaman biz büyükler hiç bir şey anlamıyoruz. Adına bina dedikleri evlerden yaptılar. Şimdi elektrik dedikleri bir şey üzerinde çalışıyorlar. Bütün herşeyi DAHİ organize ediyor. Ona reislik teklif ettim kabul etmedi. Çocuğu olmadığı için kendini suçluyor. Oysa o kadar iyi bir insan ki. Kabile onun her türlü gücünün farkında ve herkes ona saygı gösteriyor. Bu saygı göstermek lafını da o bana öğretti. Bana o kadar çok şey öğretti ki. Bir de çocuk olsaydı...”: Laima. 

“Ve korktuğum başıma geldi. Bu sabah Laima öldü. Ve ben yeni ırkımla baş başa kaldım. Bugün ilk kez ağladım kabile ağıt şarkısını söylerken. Liderimizi, ruhumuzu kaybettik ve ben sonsuz aşkımı. Kendimi yönsüz ve yapayalnız hissediyorum. O kadar mutsuzm ki bir çocuğum olsaydı, bu büyük acımı onunla paylaşırdım. Oysa kabile bana yeni eşimi buldu bile ve cenazeden sonra bana sundular. Kalbim acıyor. Kafam çatlıyor. Issız, sonsuza uzanan bir denizim. Acaba bir gün ölecek miyim? Hiç sanmıyorum. Laima ilk olan aşkım sonsuzda yerini alırken ben nice aşklara gemi açacağım biliyorum. Çünkü ben insan değilim, ölümlü değilim. Ben bir programlanmış süper kahramanım. Bunu YASA bana açıklamıştı: Çok özel bir seri imalat olduğumu. Ama ben YASA dan kaçtım kendimde evren bilinci oluşturabilmek için. Kendimin gücünün sandığımdan da fazla oluşu, beni ürkütüyor. Atlantis adında yeni bir medeniyetini kurdum bile. Sadece 50 senemi aldı o kadar. Artık medeniyetim her bir birey 10.000 kelime konuşacak kadar bilgili. Kabile ismi sembolik olarak sürdürülüyor. Kull isminde bir halk çocuğu yetiştiriyorum. Bu medeniyetin kıralı o olacak. Fizksel olarak bir boğa kadar güçlü ve aynı zamanda inatçı. Güçlerimin tamamından bir o haberdar. Bana yüce tanrım diye hitap ediyor. Ses çıkaramıyorum nitekim ben gerçekten bu insanlığın tanrısıyım. Oysa tanrı olmak hiç hesapta olmayan birşeydi benim için. 

Laima, herşeye rağmen seni sevdiğim kadar kimseyi bir daha sevmeyeceğim. Bir daha kimseyle seninle seviştiğim gibi sevişmeyeceğim. Sen bu dünya hayatındaki biricik karım oldun. Beni o kadar çok mutlu ettin ki. Keşke sana çocuk verebilecek kadar insan olabilseydim. Biliyorum hep bu yüzden canın yandı. Ama biliyorsun ki tanrıların çocukları olmaz. Benim aşkım bu kadarına yetti. Seninle her sevişmelerimizde ben yeniden doğdum. Biliyorsun bir gram yaşlanamadım ben. Hatta Kull ile aynı yaşta görünüyorum: 25... Ne yapalım! Benim de kendimi Tanrı olarak algılamaktan başka şansım yok. Bundan sonra yazılan kitaplar da benim hakkımda böyle diyecek. Seni gerçekten çok seviyorum. Nur içinde yat sevgilim. Bundan sonra seninle bir daha görüşemeyeceğiz. Elveda...” 

By Eric Van Buyten 

 

 
Toplam blog
: 631
: 293
Kayıt tarihi
: 10.04.11
 
 

Eric'i külden yarattım. Tamamıyla benim eserim. Söyleyeceği çok sözü, söylemek istediği az sözü. ..