Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Mayıs '13

 
Kategori
Kitap
 

Serenad

Serenad
 

SERENAD, son zamanlarda okuduğum en sarsıcı ve etkileyici romanlardan biri. Zülfü Livaneli’nin kaleme aldığı 2011 yılında yayınlanmış eserini tesadüfen elime aldığımda, her zamanki gibi okuyup kütüphaneme kaldıracağım bir roman diye bakmıştım.  Bazen merakla bazen hüzünle okudum.

Kitabı bitirdiğimde kendimi, eserin içinde anlatılan olayları internette araştırırken ve olayların içine girerken buldum. Yakın tarihimizde bilmediğimiz, belki de bilmek istemeyeceğimiz hüzünler ile bir anda karşılaşmak kolay olmuyor. Yaşananları düşünmek bile zor oldu. Tarihin tozlu sayfalarına gömülmüş gerçekleri, mükemmel bir hikâyenin içine dalarak öğrenmek etkileyiciydi.

Bazı kitapları okur bitirirsiniz, bazı kitapları okur bitirirsiniz ama kitap bitmez, hep devam eder. Farklı bir bakış açısı kazandıran, okurken bilgilendiren, kitap bittikten sonra etkisini yüreklerde hala sürdürebilen bir eser bu kitap. En azından bana göre…

“Hiçbir iktidar masum değildir” diyor Livaneli. Bence kitabın ana fikri de bu cümlede saklanıyor. Ve devam ediyor. “Evet! İktidar zulüm demektir. Hele denetlenmeyen iktidar. İyi insanlar iktidara gelemez, gelse bile iktidar onu bozar, zalim yapar. Evet! Siz bile öldürürsünüz. Çünkü iktidar olmanın başka yolu yok.”

İkinci Dünya Savaşı yıllarının Almanya’sından Hitler zulmünden kaçan solcu veya Yahudi asıllı bilim insanları Türkiye’ye sığınırlar. 1930 lu yıllarda Atatürk’ün de davetiyle gelmeye başlayan bu yabancı bilim adamları İstanbul Üniversitesi’nin temellerini kurmuşlar ve tüm bilgi ve irfanlarını burada akıtmışlar. O yıllarda İstanbul’da hocalık yapan bir profesörün ilerleyen yaşında tekrar İstanbul’a gelmesiyle başlar konu. Kendisi ari bir Alman olan profesörün karısı Yahudi’dir ve o yıllarda Nazilerden kaçmak zorundadırlar. Roman geri dönüşlerle devam eder.

Nazilerin Yahudilere uyguladığı soykırımdan kaçmak isteyen 773 Yahudi mülteci, 12 Aralık 1941’de Romanya’nın Köstence Limanı’ndan Struma gemisiyle Filistin’e doğru yola çıkar. Nazilerin ölüm kamplarında can vermemek için Struma’ya binen Yahudiler, kurtarma salı bile olmayan ahırları kamaraya dönüştürülen gemiyi kurtuluş görmüştür. Profesörün karısı da bu gemidedir ve kendisi onu İstanbul’da beklemektedir.

Almanya siyasi nedenlerle Türkiye’ye baskı yapmıştır. Bu baskılara yenik düşen Türkiye gemiden hiç kimsenin karaya ayak basmaması için karar çıkartır. 14 Aralık’ta geldiği Sarayburnu açıklarında 69 gün bekletilen geminin motoru da sökülerek bir römork eşliğinde çekilip Şile açıklarına götürülür ve onca insan kaderlerine terk edilir. İngilizlerin baskısıyla ne Filistin’e doğru yola devam etmesine ne de karaya ayak basmalarına izin verilmiştir. Sonunda 24 Şubat’ta götürüldüğü Şile açıklarında Sovyet SC 213 tarafından torpillenerek batırılır. Gemiden sadece 16 yaşındaki bir genç ve ikinci kaptan bir tahta kirişe tutunarak kurtulur.

Struma faciası bir insanlık dramıdır ve tarihteki yerini almıştır.

Ve bir diğer trajedi,  Mavi Alay konusu da kitapta yer almakta.

Mavi Alay İkinci Dünya Savaşı’nda, önce Stalin ordusunda görev yapan sonra Ankara Hükümeti’nin de kışkırtmasıyla saf değiştirip Hitler ordusu tarafına geçip Rus’larla çarpışan Kırım Türk’lerinden oluşan bir alay. Alman’ların başarısızlık göstermesiyle Rus’lardan kaçan ve Rusya tarafından vatan haini ilan edilen Kırım Türk’leri göçmen olarak Avusturya’ya yerleşir, sonunda İngiliz’lere esir düşerler. Rusya’nın baskısı sonucu İngiliz’ler Türk esirlerini Rus’lara teslim etmeye karar verirler ( 28 Mayıs 1945). Başına gelecekleri bilen 7 bin kişiden 3 bini kafile yola çıkmadan Drau nehrine atlayıp intihar ederler. Dönemin şartları gereği ulaşım Türkiye üzerinden trenle gerçekleşecektir. Sağ kalanlar havalandırma pencereleri olmayan, kapıları tahtalarla çakılmış vagonlara kapatılarak Türk subayların gözetiminde Rusya’ya doğru götürülür. Türkiye Cumhuriyeti tarafından kurtarılacağını bekleyen bu insanların her türlü yalvarmalarına karşı, Türkiye Rus’lara söz verdiği için bir tekini bile kurtarmaz. Kendi canından ve kanından olan insanların bir kısmı Türk makamlarının gözlerinin önünde Kars yakınlarındaki Kızıl Çakçak baraj gölüne atlayarak intihar ederler. Yoksa indirildikleri yerde Rus’lar kurşuna dizeceklerdir. Kalanlarsa Rus makamlara teslim edilir ve Türk delegelerin gözleri önünde kurşuna dizilirler.

Bir insanlık faciası daha. İktidarlar kendi kanından, ırkından insanlara bile siyasi beklentileri yüzünden acımıyorlar. Son esir de öldürülürken Ankara tek bir tepki göstermemiş. Günümüzde saklanmaya çalışılan ayıplardan biri. Oradaki delegelerin tuttukları tutanakların bile üstü örtülmüş, açıklanmamış.

Romanın kahramanı genç kadının anneannesi bir Kırım Türk’üdür ve başından geçenleri anlatır. Genç kızlığında o trendedir ve nehre atladığı sırada oradaki bir Türk askerinin kendi çabasıyla sudan kurtarmasıyla hayatta kalmıştır. Babaannesi ise bir Ermeni’dir. Tehcir sonrası Türk topraklarında bırakılan Ermeni çocuklardan,  bir ailenin yanında Müslüman olarak yetiştirilen ve sahiplenilen bir çocuktur. Türklerin içinde yaşayabilmesi için aslını saklaması gerekmektedir.

Struma, Mavi Alay ve diğer gerçekler. İnsanın insana zulmü. Can yakan, yürek burkan çok zor hayatların çok zor hikâyeleri. Bilmediğimi anladığım, daha da ne bilinmeyenlerin olduğunu öğrendiğim gerçekler. Aydınlanmamış bir tarihi, bir aşk öyküsüyle birleştirip ortaya koyuyor ve sarsıcı gerçeklere ışık tutuyor bu kitap.

Kimliklerden sıyrılıp önce insan olmayı seçenlerin seveceğinden eminim.

 

Şükran Okyay

 
Toplam blog
: 249
: 3042
Kayıt tarihi
: 19.03.11
 
 

Doğup büyüdüğüm şehirde, İstanbul'da yaşıyorum. Emekliyim. Gezmeyi, görmeyi, keşfetmeyi sevdiğim ..