Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Hakan Karaduman (Akdenizli)

http://blog.milliyet.com.tr/akdenizli

18 Mart '10

 
Kategori
Deneme
 

Sevgi paradoksu

Sevgi paradoksu
 

Batan güneşin içine doğmak.


Sevgi üzerine yazılan yazıların ortak noktası onun yüceltilmesinde saklı. Haklı olunabilir; acaba yeterli mi?  

Sayın Elif Şafak’ın Aşk adlı romanını okuduğumdan bu yana oldukça zaman geçti. Kitap hakkında yazılan yazıların ortak noktası: kendini sev, ama mutlaka sev! Yaşamın anahtarı bunda gizlidir; kendini çok sev!” olduğudur. Sanıyorum kapitalist çağ insanları ürettiklerinin zorluğunda biriken emek, yani yaşamak adına kullanılacak paranın değerini arttırdıkça hayatlarımız bireyselleşmekten çok içe dönük paylaşımsız kabuklu dünyanın içine hapsoluyor. Bu hapislik insanın kendi içine yönelmesini sağlayacağı yerde yapay şeylerle dayanılırlığımızı arttırmak yoluna gitmemiz bizi rahatlattığı gibi, bu tür alışkanlıklar dayanma gücümüzü sıradanlaştırıp zamana karşı koymamıza katkı yapıyor. Örneğin kendimizi sevmek gibi; veya kendimizi nefretle sevmek gibi.  

Kendini sev desturu öyle bencildir ki, içine veya arasına kimseyi almayan, kendini abartarak haksız olduğu konularda dahi kendini yüceltme, değişime karşı koyarak stabil olma, bir çeşit oblomovculuk gibi yerinde geri giderek sayma anlamı da taşır. Kişi için artık yeni bir şeye ihtiyaç yoktur; çünkü en ideal olanı, yani kendini severek kendini kusursuz görmenin yolunu bulmuştur. Bu sevgi onu çevreye karşı duyarsızlaştıracak kadar kişiyi bencilleştirebilir. Kaldı ki hiç kimse aynadan nefret etmez; kimsenin görmediği kendindeki güzellikleri zaten sever insan. Burada bahsettiğim, yeni ortaya çıkan kendine yönelik yüceltici ve pohpohlayıcı sevginin kişiden daha fazla şeyler istediğidir. Başka dünyalara çekip gitme isteği, ödevlerin bitmez tükenmez isteklerinden gevşeme ve ruh arzularına hizmete dönüşen bencilleşme sürecine kadar uzanır. Öyle ki, kendini kendi sevgisine kaptıran biri için Tanrı bu durumu sürdürmesine yardımcı olan mutlaktır; çoğu zaman gerek bile yoktur. O romanda geçense paradoks yanlışın, kendini sevme desturunun insanı doğrudan Tanrı'ya götüreceği yanılgısıdır. Oysa sevgiler bencildir, paylaşmayı sevmez.  

Nasıl olmalıdır? Her insanda eser düzeyde var olan kendini sevme dürtüsü uyandırılıp yüceltilecekse eğer, ürettiklerinden doğan artı kazancı sevgiye dönüştürmektir. Yoksa nihilist bakış açısıyla dünya açlığının, savaşın, eşitsizliğinin bir parçası olmaktan ileri gidilemez. Mevlana’yı sorgulatan da budur: eline kazma kürek alıp her gün toprağı işleyen biri olarak söylediklerini söylemiş olsaydı "sevgili" olmayı başarabilirdi. Günümüz rahiplerinin ellerinde kaplarla pirinç dilenmeleri ve geri kalan zamanlarını da bencilce inançları uğruna feda etmeleri de aynıdır. Asıl destur kendini sevmekten çok kendini bilmektir. Kendini sev değil, "kendini bil"!  

Yazımı HUĞ adlı şiir kitabımdan bir şiirle bitirmek isterim.  

Koza -10- 

Ben sen olunca

Dönerim çevremde

Gökyüzünde yansıyan ayna, beni içine al…

***

Mesela;

Eğri odun getirmeden

dergaha

Giren

Doğru

Çıkar

Eğri.

***

Ama sen;

Arasıra birkaç eğri

Od'un

Birkaç eğri dahi

Getirmedin.

Şüphe mi ettin? ;

Buraya gelen eğri,

Düzelmez geri.

Üç adım geri…

***

Elli iki bin dize,

elli ikibinden yaklaşma…

aşk denizinin en derininde; soluksuz,

kalmak

değil.

Göğün aynasından geçip,

Sen ben olunca

Derinin en yükseğinde,

Ne soluk

Ne vücut

Aranası değil.  

 
Toplam blog
: 470
: 551
Kayıt tarihi
: 28.08.06
 
 

Ateşten denizleri mumdan gemilerle geçmeye" benzer hayatımız. Mutlaka mavi gökyüzü görünecektir. Gid..