Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Eylül '20

 
Kategori
Öykü
 

SEVİMLİ DİYALOG

Yorucu bir günün ardından eve gitmek için çabalıyordum. Son günlerde büroda işler iyiden iyiye çoğalmıştı. Yetişmesi gereken evraklar, faturalar, bilanço raporları arasında koşturup duruyorduk. Gözlerimi yumduğumda bile gözümün önüne bilgisayar ekranı, excel dosyası geliyordu.

Uzun süre bekledikten sonra otobüs geldi. Eve doğru yol almak için otobüse bindim ve arka sıralara doğru ilerlemeye başladım. Şansıma arka dörtlü koltuğun sol ön kısmında iki kişilik boş yerin koridor tarafındaki kısmı boştu. Cam kenarı kısmında ise kucağında altı yedi yaşlarında mavi gözlü saçı omuzlarında , kırmızı yanaklı şirin bir kız çocuğunu kucağında taşıyan genç bir hanım vardı.

Yol boyunca etrafıma boş boş bakıyor, eve gidip duş alıp dinlenmeyi düşünüyordum. Belki televizyonun karşısında sızıp kalmazsam güzel bir film izlerim diye düşündüm bir an ama buna da pek ihtimal vermiyordum. İşe girdikten bu yana pek sağlığıma dikkat etmiyordum. Gün içinde masa başında evraklarla uğraşıyor, hareketsiz kalıyordum. Öğle tatillerini hamburgerle geçiştiriyor fazla kilolarıma yenilerini ekleme konusunda önemli adımlar atmaktan geri durmuyordum. Yine mesai saati içinde içtiğim çayın , kahvenin dolayısıyla vücuduma enjekte edilen kafeinin haddi hesabı yoktu. Spor alışkanlığım da yoktu. Bir kere spor salonuna kaydolmuştum. Ama üşengeç olduğum için  iki ay salona devam ettim. Üstelik altı aylık parayı peşin ödeme rağmen. Tüm bunların sonucunda hantallaşan bir metabolizmanın oluşması da kaçınılmaz oluyor tabi.

Sürekli kendimi yorgun hissediyor, fazla kilolarımın artışıyla da moralimde bozulmalar oluyordu. Bürodaki bazı gereksiz tiplerin moralimi bozmak özellikle vurgulayarak ‘kilo almışsın’ demeleri de açıkçası sinirlerimi bozuyordu.

Otobüs ağır ağır ilerlemekte, sıkışık trafikte cambaz gibi hareket etmekteydi. Tahammülsüz şoförler ,sürekli korna çalarak insanları gürültü kirliliğine boğanlar, tıkanmış trafik sebebiyle kaplumbağa hızında ilerlemek zorunda olan arabaların durumu ister istemez strese yol açıyordu. Stresten uzaklaşmak için müzik dinlemeye karar verdim ama kulaklığı yanıma almayı unuttuğum için bu umudum da suya düştü. Cep telefonum şarj durumunu yüzde on göstermekteydi. Bu nedenle telefondan internete girmem veya telefonda oyun oynamam mümkün değildi çünkü yanımda bataryam için şarj edebileceğim aparatım yoktu. Aksi gibi yanıma okumak için kitap almamıştım.

Hiç bitmeyecekmiş gibi gelen yolculuk sırasında etrafı otobüsteki diğer yol arkadaşlarımı izlemeye koyuldum. Halinden bezmiş sırtında çanta ayakta bekleyen öğrenciler, iş dönüşü yorgun insanları gördükçe yorgunluğum artıyordu. İnsanlar tebessüm etmeyi unutmuşçasına somurtuyordu. Bu sırada yanımda annesinin kucağında oturan Küçük Hanım’ın annesiyle sohbetine istemeden de olsa kulak misafiri oldum. Küçük Hanım annesine ‘Anne bir insana şişman demek yerine kilolu demek daha doğru değil mi? Şişman deyince üzülür değil mi anne?’ diye sormuştu. Annesi de bu zarif hanımefendiyi onaylamış ve ‘Evet kızım ‘ diye cevap vermişti. Küçük Hanım ile annesi arasında geçen diyalog biraz önce kafamdan geçen hantallığımla ilgili düşünceleri anımsattı bana.

Şekilciliğin tırmanışa geçtiği, insanların dış görünüşlerine göre değerlendirildiği bir dünyada yaşıyoruz maalesef. Zayıf olmanın güzel veya yakışıklı olmanın tek koşulu olduğu adeta bize dayatılmış durumda.

İnsanların çoğu sağlığı için değil görünüşü için spor salonlarında  para ve zaman harcıyor, zayıflamayı takıntı haline getiren onlarca insan diyet ve zayıflama haplarından medet umuyor. Bu durumdan gayet hoşnut olan ; zayıflığı bize dayatan şekilci ve kapitalist anlayış da amacına ulaşmanın verdiği keyifle bir kenara geçip avucunu ovuşturuyor.

Aslında bu sevimli ve samimi diyalog bana şekillerin çok da önemli olmadığını, nezaketin ve hoşgörünün daha makbul olduğunu hatırlatmış oldu.Küçük Hanım farkında olmadan aslında benim için çok faydalı bir iş yapmıştı.Kulak misafiri olduğum sohbet Fiyodor Dostoyevski’nin ‘Budala’ isimli romanındaki ‘Herkes bir zamanlar çocuk olduğunu hatırlasın yeter’ cümlesini aklıma getirdi. Psikolojik romanların ölümsüz yazarı Dostoyevski yaptığı tespitin haklılığını asırlar sonra bir kez daha kanıtlamış oldu.

Nihayet ağır ağır ilerleyen otobüs ineceği durağa geldi. Günün sonunda hatırladığım olumlu düşüncelerle yorgunluğum azalmış bir vaziyette mutlu bir ruh haliyle eve doğru ilerlemekteydim.

 
Toplam blog
: 93
: 87
Kayıt tarihi
: 25.02.19
 
 

     TCDD'de makine mühendisiyim. Sanatın iyileştirici gücüne inanan bir insanım.    ..