Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

AYFER AYTAÇ GAZETECİ YAZAR

http://blog.milliyet.com.tr/ayferaytac

21 Kasım '21

 
Kategori
İnançlar
 

Şeyhin Sırrı

Vaktin birinde bir genç derviş olmak istemiş, bunun yolununda bir derğahtan geçtiğini öğrenmiş. Gittiği derğahtan kabul görünce genç, şehhine tez elden Allah'ın sırrına ermek istediğini söyleyerek bu konuda yardım talebinde bulunmuş. Derğahta gördüğü Mehmed adında başka bir dervişe de imrenmiş, onun gibi olmak için çok gayret göstereceğini diliyle ve duruşuyla ifade etmiş. Aradan bir süre geçmiş.
 
Her günkü talebini yenilemek için o gün de yeniden Şeyh’in yanına gelmiş genç:
- Efendim, bana Allah’ın bir sırrını verir misiniz?
 
Şeyh Efendi mütebessim çehresiyle genç müride baktı ve Allah dostlarına has nezaketiyle, günlerdir tekrarladığı sözü bir kez daha söyledi;
- Evlat, Allah’ın sırrını istiyorsun; ancak bilmiyorsun ki sen hazır olduğunda, istediğin nasip gelip gönlüne akar. Sana o perde henüz açılmamışsa bilesin ki hazır olmadığından… Gayret et, Allah’ın rızasına, gayret et inşaallah!
 
Günlerdir duyduğu benzer sözlerden gönlü bir türlü tatmin olmayan genç, çaresiz bir halle geri çekilir, oturur bir köşeye.
Aradan bir zaman akar, geçer su gibi… Mürid her ne kadar dile getirmese de gönlünde hep aynı murat vardır; Allah’ın sırrını bilmek... 
‘Gayret’ kelimesi nefsine ağır geldiğinden olsa gerek, hazır olup olmamak meselesini anlamaz, anlamak istemez. Yıllardır hizmet ettiği dergâhtan, “Bir nasip” diye tutturmuştur bir kere. Gözüne, Şeyh hazretlerinin nasihati bile görünmez…
 
Müridin dergâh kapısında nöbetçi kaldığı bir gece, sabaha karşı Şeyh hazretleri çıkar gelir. Tekkede el ayak çekilmiştir; kimsecikler görünmez ortada. Şeyh efendi müridine seslenir; genç mürid kalkar edeplice varır Şeyh’in yanına. Şeyh’in ellerinde kan izi ve bir bıçak vardır. Edepsizlik olmasın diye sormaz. Şeyh der ki;
- Haydi, evlad bizim bahçeye geçiyoruz.
 
Ay ışığının alacasında yürürler, Şeyh hazretlerinin bahçesine. Nihayet söğüt ağacının altına geldiklerinde; mürid, içi dolu bir çuvalın ağaca yaslandığını görür. Yerde bir kazma, bir kürek. Şeyh Efendi:
-Derviş Mehmed’i öldürdük. Evlat, şu bıçağı al, çuvalla beraber ağacın altına göm. Seni, yardım edesin diye çağırdım.”
 
Mürid önce afallar... Bir an aklına teslimiyet hakkında öğrendikleri gelir. Hemen kapar kazmayı küreği girişir işe. Yeterli büyüklükte bir çukur açar, atar çuvalı çukura; Şeyh’in elindeki bıçağı da ekler üstüne… Kapatır çukuru hızlıca. Yeri belli olmasın diye, kapattığı çukurun üzerinde gezinmeyi de ihmal etmez derviş. Şeyh Efendi kısık bir sesle;
- Şuradaki şadırvanda üstünü başını temizle, ellerini yıka. Bu hadiseyi de kimseye anlatmayasın evlat… Der ve “Emir sizin Efendim.” dedikten sonra, koşar adım yanından ayrılan talebesinin arkasından bakar tebessümle.
 
Mürid, Şeyh hazretlerinin yanından ayrılıp da hizmetli olduğu kapı nöbetine dönünce başlar içi kaynamaya. "Şeyh Hazretleri adam mı öldürdü şimdi? Hem de yıllardır hizmetini gören derviş Mehmet’i öldürdü. Evliyanın her yaptığında bir hikmet vardır elbet. Öldürdüyse de vardır bir bildiği" der durur.
 
Ve sabah ezanının ardından, hane-i saadetinden çıkıp dergâha gelir Şeyh efendi. gece kendisine yardımcı olan müridi, şaşkın gözlerle Şeyh hazretlerini seyretmektedir. Zira hadisenin üzerinden bir gün bile geçmemiş olmasına rağmen, Şeyh efendi her zamanki haliyle gayet sakin görünmektedir. 
 
Namazdan sonra, şeyhin “Öldürdüm” dediği, derviş Mehmet’i arar gibi uzun uzun dergâhın içini tarar mürid. Namazda bulunmadığını görünce, hadiseyi doğrulamanın güveniyle Şeyh’e yönelir tekrar. Sadece dervişin birkaç imalı bakışının ardından ‘olan biteni saklayacağım’ anlamında göz kırpmasına karşılık, Şeyh efendi ‘olanı belli etme’ dercesine tebessüm ediyordu. O geceye dair, Şeyhle mürid arasında, yalnızca sabah namazından sonraki bu işaretleşme oldu, o kadar! 
 
Sonraki günlerde müridin bütün çabalarına rağmen, Şeyh efendi, o geceki hadiseye dair hiçbir belirti göstermedi. Gel gör ki Şeyh’in bu sakin tavrına karşın, müridin içi kaynadıkça kaynıyordu.
"Efendi hiç belli etmiyor adam öldürdüğünü. Nasıl da beceriyor bilmem. İnsan biraz etkilenir yaptığı işten. Sanki kırk kişiyi öldürmüş bir zalim… Tövbe tövbe… Ne diyorum ben. Teslimiyetim mi bozuluyor! Vesvese bunlar vesvese… Şeyh yaptıysa vardır bir bildiği… Peki, o bildiği her neyse, ona dayanarak bir gün beni de öldürürse… Ya beni de öldürürse şeyh!"
 
Her geçen saat biraz daha gönlü bozulur müridin. Kafa karışıklığının üzerine bir de gönül bozukluğu eklenir. Gönlü gitgide uzaklaşır Şeyh efendiden; aklı fikri, o gece olan hadisededir. Kendi kendine yorumlar yapar, sonuçlar alır, hükümler verir.  "Yahu, Şeriat’ın neresinde var eline bıçak alıp müslüman kanı dökmek… Efendi, böyle bir meselede, neyi sebep göstererek aklar kendini Hak katında. Şeyh Efendi iyidir de, biz de biraz kitap karıştırdık elbet!"
 
Tevafuk budur ya, birkaç gün sonra, derviş Mehmed’in babası gelir tekkeye. Şeyh Efendinin huzuruna çıkarılır. Edeplice gelir, Şeyh hazretlerini ziyaret eder. Şeyh ‘Hoş geldiniz.’ der, yüzünden eksik olmayan tebessümüyle.
 
Derviş Mehmed'in babası: 
- Hoş bulduk Efendim. Hem sizi ziyaret edip feyz ü bereketinizden, hayır dualarınızdan istifade etmeye; hem de evladımızın halinden sormaya geldik müsaadenizle… der. 
 
O geceye tanık olan müride ilişir Şeyhin gözü. Görür ki, müridin gözleri dört dönmektedir. Gözüyle beraber gönlü de dönüyordur o anda; haydi ‘şimdi ver bakalım cevabını da görelim!...’
 
Şeyh Efendi, evladını görmek isteyen babaya tebessüm ederek:
- Sizin evladınız şimdi gelemez. Birkaç gündür meşguliyeti vardır. Hali keyfi yerindedir elhamdülillah. Bekleyin derdim amma gelmesi epeyce bir vakit alacaktır. Eğer yola düşecekseniz, biz dualarımızı eksik etmeyiz inşaallah, buyurur.
- Efendim mademki siz böyle buyuruyorsunuz, biz beklemeyelim o zaman. Namazımızı eda edip yola düşelim inşaallah himmetinizle…
 
Konuşmaları dinleyen mürid delirmek üzeredir. “Yahu hem adam öldürdü, hem yalan söyledi. Bu nasıl şeyh böyle! Şu zavallı adamcağıza, evladının mezarında bir dua etmeyi bile çok görüyor. Tabi yaptığı iş ortaya çıkarsa kim şeyh diyecek ona, kim hürmet gösterecek. Ama ben bozacağım bu oyunu.”
 
Derken dayanamaz mürid, atar kendini sokağa. Heybesini alıp çoktan yola koyulan ihtiyarı şehrin çarşısında yakalar. Koşarak, soluk soluğa gelir yanına;
- Baba bekle… Ben Mehmet’in arkadaşıyım. Mehmet’i tanırdım. Şeyh sana meşguldür, gelemez dedi ama işin aslı öyle değil. Şeyh Efendi Mehmet’i öldürdü ve gömdürdü baba… Ben şahidim.
 
İhtiyar bir an duraksar. 
- Ne diyorsun sen evlat?!
 
İhtiyar, bu habere her ne kadar temkinli yaklaşsa da yeminler eder mürid. Hatta gömüldüğü yeri bile bildiğini söyler. Haber şimşek gibi yayılır şehirde. Olayı şehrin kadısı duyar. Allah dostlarına hürmette kusur etmeyen kadı efendi de temkinli yaklaşır olaya. Ancak müridin  yeminleri ve onun anlattıklarına inanan bir yığın insan karşısında, olayı tetkik etmeye mecbur kalır. Önde kadı ve askerler, arkada mürid, baba ve meraklı bir halk yığını gelirler dergâha…
 
Kadı Efendi müsaade ister, girer dergâhın bahçesine. Şeyh Efendi her zamanki latif haliyle “Hoş geldiniz” buyurur, musafaha edilir. Kadı Efendi hal hatır sorduktan sonra:
- Efendim, talebelerinizden şu mürid, derviş Mehmed adında eski bir talabeniz hakkında bir şeyler anlatıyor. Biz anlayamadık. Tekrarlasın diye, yüksek huzurunuza birlikte gelelim dedik, der.
 
Kadı Efendinin cümlesi biter bitmez atılır mürid:
- Yalan söylemiyorum, Hazret’in evinin bahçesindeki söğüt ağacının dibinde, çuvalın içinde… Orada gömülü mevta.
 
Şeyh Efendi eliyle bahçesini işaret eder; “Buyurun öyleyse bahçeye geçelim” der. Bahçeye girdiklerinde, mürid hemen gösterir çuvalı gömdüğü yeri. “İşte, tam burada… Kazın, göreceksiniz!” der.
 
Kadı Efendi mahcup bir şekilde Şeyh Efendi’nin yüzüne bakınca, şeyh durumu anlar. “Buyurun, askerler kazsın” buyurur. 
 
Askerler, gösterilen yeri halkın meraklı bakışları arasında kazmaya başlar. Önce bıçak çıkar. Mürid: “İşte bu bıçakla öldürmüştü!” der. Gülümser Şeyh Efendi... 
 
Çok geçmeden, üzerinde kan lekeleri olan çuval ortaya çıkar. Bir uğultudur yükselir. Derviş: "Gördünüz mü, söylemiştim işte!” diye hop oturup hop kalkarken, Kadı efendi, “Çuvalı açın” diye, emir verir askere. 
 
Asker açar çuvalı, içinden boğazlanmış bir koyun çıkar. Herkes dilsiz kesilir bir anda. Şeyh Hazretleri kadıya dönerek:
-Efendim, biz derviş Mehmed için ‘gelemez’ dedik, çünkü onu birkaç gün önce halvete oturttuk. Ancak mademki böyle bir hal vaki oldu, halvetini bozalım” der ve derviş Mehmet’in odasından çağrılmasını ister. Derviş Mehmet ne olduğunu anlamadığı halde şeyhinin bir sözüyle koşar gelir ve babasını görünce sevinir, babasıyla kucaklaşır.
Şeyhin müsaadesiyle babasıyla hasret gidermek için misafirhaneye geçerler.
 
Kadı, Şeyh efendiden özür diler ve halk dergâhtan ayrılır. Artık dergâh bahçesinde Şeyh Efendi ile olup bitenlere bir anlam veremeyen şaşkın mürid baş başa kalmıştır. Şeyh müridine bakarak der ki:
-Sen ki bizim sırrımızı tutamadın…
 
Mürid yaptığından dolayı kızarıyor, morarıyor; yine de kıt aklının yettiğini sormaktan kendini alamıyordu; 
- Efendim, anladım ki siz beni imtihan ettiniz ancak derviş Mehmed'i öldürdük demeniz yalan olmadı mı?
 
Şeyh Efendi cevap verir:
- Biz Mehmed’i halvete gönderdik. Yani, onun nefsini öldürdüğümüzü söyledik sana. Ancak sen o şartlar altında bunu canından etmek olarak anladın.
 
Mürid; 
- Ama Efendim, ben bunu nerden bileyim? Beni sınamak için bu imtihan gerekli miydi? Diye sorunca, Şeyh Efendi son noktayı şu sözlerle koyar:
- Bak evlad, sen bizden Allah’ın sırrını istiyordun. Sana bu konuda söylediklerimizi hep kulak arkası ediyor, dinlemiyordun. Henüz hazır olmadığını söylüyorduk, anlamıyordun. Allah’ın sırrını tutmaya ilminin, halinin, kudretinin yeteceğini zannediyordun. Bir düşün şimdi… Sen ki bizim sırrımızı bile tutabilmiş değilsin, ya Allah’ın sırrını nasıl tutacaktın?!
 
Sonrası bilinmez, genç mürid derğahtan ayrılmış mıdır, yoksa yeni sınanmalar şükredip olgunlaşmış mıdır, lakin bu kıssada herkesin alabileceği bir hisse vardır. Almasını bilen alır, bilmeyen bildiği yola koyulur vadesince o yollarda savrulur durur. 
Ayfer AYTAÇ
ayferaytac.com
 
 
Toplam blog
: 622
: 205
Kayıt tarihi
: 08.12.14
 
 

Gazeteci-yazar ..