Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Kasım '12

 
Kategori
Güncel
 

Seyit Rıza anılırken idamı tartışmak

Seyit Rıza anılırken idamı tartışmak
 

15 Kasım 1937'de Elazığ Buğday Meydanı'nda idama götürülürken, "Evladı Kerbalayık, bihatayık, ayıptır, günahtır" diyen Seyit Rıza.


Seyit Rıza, idam edilişinin 75. Yıldönümünde çeşitli etkinliklerle anılıyor. Tunceli milletvekili Hüseyin Aygün, Seyit Rıza ve arkadaşlarının itibarının iadesi için verdiği yasa teklifinde “halk nezdinde itibarları her zaman bulunan Seyit Rıza ve arkadaşlarının itibarlarının hukuken de iade” edilmesi gerektiğine işaret ediyor. Dersim’de halkı kışkırtmak amacıyla girişilen te’dip hareketi sıcakken devlet tarafından ‘sergerde’ olarak tanımlanan Seyit Rıza ve arkadaşları, daha geçen yıl, bugün Öcalan özelinde idamın geri getirilmesine yönelik konuşmalar yapan Başbakan Erdoğan’ın da gündemindeydi. Dersim’de devletin giriştiği te’dip hareketini bugünkü CHP’nin üstüne yıkmak amacıyla Seyit Rıza’ya bile ağıtlar yakan Başbakan Erdoğan, Kürt hareketinin aldığı boyut nedeniyle idamı savunacak noktaya gelmiş bulunuyor.

Dün öyle, bugün böyle: bu ne yaman çelişki!

Yıllardır Başbakanlık yapan ve çeşitli ‘badireler’ atlatmış bir insanın konjonktüre göre tavır alması, siyaseten nasıl sonuçlar doğurur bilinmez ama bu iki görüşü de aynı insanın savunuyor olması bir tutarsızlığa işaret ediyor. CHP’nin devletle eş anlama geldiği yıllarda idam edilen Seyit Rıza üzerinden halkın duygularına seslenen Başbakanın vicdanı, bugüne gelir gelmez, taş kesilebiliyor. Seyit Rıza’nın uğradığı haksızlığın cezasını Kılıçdaroğlu’nun CHP’sine kesmeye çalışan Başbakan, gündemden kalkmış bulunan ve az sayıda mikro milliyetçinin dışında taraftarı bulunmayan idam üzerinden siyaset yaparak, başkanlık koltuğuna ulaşmaya çalışıyor.

Bugünden bakıldığında, Seyit Rıza’nın idam edilmesini gerektirecek bir durum olmadığı net olarak görülüyor. O gün Başbakanlık görevini yürütenlerin Seyit Rıza ve arkadaşlarını idam etmek için gösterdikleri ‘taş kalpli’ tavır, bugün Başbakan Erdoğan üzerinden yeniden vücut buluyor. Başbakan Erdoğan, açlık grevlerinin talepleri arasında bulunan tecridin kaldırılmasına ilişkin tartışmalara cevap verirken, ‘Allahın verdiği canı alan kişi hakkında kararı başkaları veremez’ diyerek, esasen ilkel öç alma duygusunu kışkırtmaya; böylece de ilkel milliyetçilikten kurtulamamış seçmenlerin oylarına talip olmaya çalışıyor.

İdam, açıkça yazmak gerekiyor ki devlet eliyle işlenmiş bir cinayettir. Bir cinayet olması kadar, geri dönülemez bir ceza yaptırımıdır ki insan hakları eksenli hukuku benimsemiş çağdaş dünyada kaldırılmış bulunuyor. Kaldırılması o kadar uygundur ki, bu uygunla en çarpıcı örneği Şemdin Sakık oluşturuyor. Türkiye’de idam cezası uygulanmış olsaydı, bu cezayı alacakların başında hiç tartışması gelecek olan Sakık, bugün, Başbakan Erdoğan’ın ‘savcılığını yaptığını’ söylemekte hiçbir sakınca görmediği Ergenekon davasında tanıklık yapabiliyor. Anlattıkları ipe sapa gelmez şeyler olsa da, tanıklığını,Türkiye’nin yüz akı aydınlara çamur atmak için kullansa da, nihayetinde tanık olarak dinlenme imkanını kullanabiliyor. İdam edilmiş olsaydı, diyelim ki bir provakasyon olduğu bugün açıkça bilinen Bingöl’deki 33 silahsız erin katledilmesi talimatını kimden aldığını sorma imkanı kaçırılmış olacaktı.

İdam, Türkiye’nin karanlık geçmişine sünger çekmektir!

Başbakan, idamı savunurken, Türkiye’nin karanlıkta kalan noktalarının ilanihaye karanlıkta kalmasını istiyor. Devlet başkanı olmak için Türkiye’nin karanlık geçmişinin üstünü örtme pahasına Öcalan’a idam isteğini tekrarlayıp durması, birkaç ilkel milliyetçinin oyuna talip olmakla sınırlıysa Türkiye’ye yazık ediyor. İdamı kullanarak, bedenleri üzerinden isyan eden açlık grevcilerini püskürmeyi amaçlıyorsa demokrasi kültürüne yazık ediyor.

Her neyi amaçlıyorsa geçmiş ile gelecek arasında tutarlı bir dünya görüşü içinde olması gereken Başbakanın iradesiyle sıkışan siyasetin açılması, demokrasi güçlerinin kararlı duruşuna bağlı görünüyor. Asla vazgeçilmeyecek görevlerimizin başında insan hayatını savunmak geliyor. Artık geri dönülemez bir noktaya gelmiş bulunan açlık grevcilerinin sesini duymak ve bedenlerinden başka isyan edecek bir şeyi kalmamış olan bu insanların sesini duyduğumuzu bütün dünyaya ve bu arada başbakana duyurmak gerekiyor.

Bilinçli bir biçimde Öcalan’a idamı tartışarak, açlık grevlerinde ulaşılan vahim boyutun görünmesini önlemek isteyenlere, insanı yaşatmanın ulvi bir görev olduğunu; bu görevden kaçınanların vicdanlarının taşlaşacağını hatırlatmak, günümüz açısından önem arzediyor. Bu önemi bize bir kez daha hatırlatan Seyit Rıza ve arkadaşlarının iradeleri dışında alınan canlarının rahat uyumları da ancak böyle mümkün olabilecektir. Herhangi bir insanın bir gün daha fazla yaşaması bizim elimizdeyse elimizi vicdanımıza koymanın zamanıdır.

 
Toplam blog
: 102
: 682
Kayıt tarihi
: 06.07.10
 
 

8 Ocak 1961'de doğdu. Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu Gazetecilik ve Halkla İlişkiler..