Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Eylül '14

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Şiirin sesi 2

Şiirin sesi 2
 

Yeni rotam ölümdür; ey güzel gözlüm!


Ziya Osman Saba  , “Büyülü Resim” adlı şiirinde, düş evreninde oluşturduğu bir doğa manzarası çiziyor:

 

               Yemyeşil kırlara dalıp gittiğim resim.

               Ağaçların gölgesi, yol boyu akan dere…

               Bilmiyorum bu kırlar, şu uzak dağlar nere,

               Hangi yıl, hangi dünya, hangi mevsim?

Yeşil, büyülü bir renktir; duyguları yoğunlaştırır. Doğaya, bahara, kırlara, dağlara, ağaçlara çağrışım yapar. Şairleri, dile getirir.

 

Nevzat Uğraş, şairlerimizin kimisi gibi “ölüm” temasını işlemiş:

 

              İster sultan, ister vezir,

              Her canlı ölüme esir,

               Minnet, rica etmez tesir,

                Ben de size geliyorum.

Uğraş, doğru söyler de neden ölüme bu denli ivedilikle yaklaşır; anlamak güç. Edebiyatımızda, ölüm” temasını işleyen şairler yok değil. Baki de hayatta kadrinin, kıymetinin bilinmediğinden yakınıyor, nedense? Musalla taşına konulduğunda, el bağlandığı zaman kıymetinin bilineceğini sanıyor.

               . "Kadrini sengi musallada bilüp ey Bâki        

                   Durup el bağlayalar karşında yaran sal saf"

.Sanki yaşamında kadri bilinmemiş!” Kanuni Sultan Süleyman tarafından İstanbul'a getirtilen şair hayatı boyunca çeşitli dönemlerde devlet hizmetinde bulundu, kadılık, kazaskerlik gibi makamlarda görev yaptı. Yaşlılığında Şeyhülislam olmak isteyen Bâki bu makama getirilmemiş. 1600 yılında   İstanbul'da öldü.

Bâki' nin Saray'a hep bir yakınlığı olmuştur. Özellikle Kanunî Sultan Süleyman ile yakın ilişkileri olmuş, padişah sık sık kendisine iltifat etmiştir. Daha sonra II. Selim ve III. Murat zamanlarında da hem saraydan hem halktan büyük bir itibar ve ilgi görmüştür. Ölümünden önce bu kadar ilgi ve alâka gören sanatçı sayısı azdır, o ise vefat etmeden "Sultanüş'şuâra" yani "Şairlerin Sultanı" diye anılmaya başlamıştır.”(Vikipedi,20.01.2013)

 

Yahya Kemal Beyatlı, Bâki gibi yaşamını zevkle sürdürmüş; tüm güzellikleri yaşamış. Varşova Madrid, Lizbon, Pakistan elçiliklerinde bulunmuş; Yozgat, Tekirdağ, İstanbul’dan milletvekili seçilmiş. Yaşamın tadını çıkarmasını bilen bir şair. Yaşama doymamış. Yaşama kim doymuş ki... Hele Yahya Kemal Beyatlı gibi zevkte, eğlencede olan, herkesin karsısında eğildiği biri yaşamdankopmak ister mi?

 

               İçtik bu nadir içkiyi yıllarca kanmadık...

              Boş, böyle zevke tek bir ömür yetmiyor, yazık!

 

              Ölmek kaderde var, bize ürküntü vermiyor;

              Lakin vatandan ayrılışın ıstırabı zor…

 

Bu “beyit”i ölüm anında şöyle söylemiştir:

 

           Ölmek kaderde var; yaşayıp köhnemek hazin,

           Buna bir çare yok mu ya Rabbil âlemin?

 

Ölüm anı, şairi daha gerçekçi yapmış; Allah’tan çare dilemiştir

 

 Ölmek değildir ömrümüzün en fecî işi,

Müşkül budur ki ölmeden evvel ölür kişi.

 

İnsanlar vardır; yaşamla bağları kopuktur. Hiçbir şeyden zevk almazlar. Hayata niçin geldiklerinin

Bilincinde değillerdir. Topluma ve toplumsal etkinliklere katılmazlar. Özetle, yaşayan ölüdürler.

 

               Ölüm âsûde bahâr ülkesidir bir rinde;

               Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.

 

Şair ölümü, insanın iç dünyasını saran huzurlu, rahat bahar ülkesi olarak görüyor. Ölümün korkulacak bir şey olmadığını vurgulama çabasında; ama ölümden korkmayan var mı?

  

Ölüm teması, günümüz şiirlerinde; şarkı, türkü sözlerinde de görülüyor. Şarkıcı, ölümden başka her şeyin yalan olduğunu söylüyor. Gizemciliğin(mistisizm) sınırlarını zorluyor. Gerçek olan da o değil mi? İşte, CandanErçetin’ in geçmiş yıllarda sıkça seslendirdiği”Yalan” şarkısının sözleri: 

 

               Geri döndüren gördün mü geçmişi,

               Boşa soldurdun o nazlı gençliği,

                Bir avuç toprak için yor kendini.

               Dünyada ölümden başkası yalan,

               Yalan başkası yalan.

 

Günümüz şairlerinden Abdülkadir Budak, şair olmak için güzel şiir yazmak yeterli değildir, diyor. Kuşkusuz, şairin başka nitelikleri de olmalı; ama bu nitelikler de her şaire göre değişmeli. Çünkü şairler, dar kalıplara sığdırılamaz. Onların kendilerine özgü dünyaları, gizleri vardır. Abdülkadir  Budak,”Dış Kapı” adlı şiirinde “gizleriyle öleceğini” söylüyor:

  

               Gizlerimle öleceğim,söküp götürecekler.

               Kapıların metalden olanları moda şimdi.

               Dökülen boyalarım yaralarımı açığa

             Çıkarınca dediler: Senin de işin bitti.

 

Cahit Sıtkı Tarancı, otuz beş yaşında yol, yarı olur demiş; ne var ki yolu tamamlayamadan

göçmüş. 12 Ekim 1956’da Viyana'da öldü. Henüz kırk altı yaşında. Yaşama bu denli bağlı, yüreği sevgi, dostluk dolu bir şair, yaşamının baharında bir daha dönmemek üzere gidiyor.

 

              Yaş otuz beş yolun yarısı eder.

               Dante gibi ortasındayız ömrün.

               Delikanlı çağımızdaki cevher,

               Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,

               Gözünün yaşına bakmadan gider.

 

               Şakaklarıma kar mı yağdı, ne var

               Benim mi Allah'ım bu çizgili yüz

               Ya gözler altındaki mor halkalar

               Neden öyle düşman görünürsünüz,

               Yıllar yılı dost bildiğim aynalar

 

Aynaya baktığında neden kendini, bu kadar yaşlı görmüş, bilmiyoruz. Ölümü, çok düşünmüş; her canlı

gibi ölümden korkmuş; yetmişli yaşlara değin yaşamayı düşlemiş; ama ecel yakasına erken yaşta yapışmış, bir daha da bırakmamış.

 

 
Toplam blog
: 391
: 2555
Kayıt tarihi
: 04.12.12
 
 

Hüseyin BAŞDOĞAN, 1942'de Malatya- Arapgir'de doğdu.Arapgir Ortaokulunu, Diyarbakır Öğretmen Okul..