Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Aralık '17

 
Kategori
Öykü
 

Sıradışı Bir Gün

 (Masal gibi bir öykü)

O işinden dolayı, sabahları hep erken kalkardı. İş yerine, çoğunlukla trenle giderdi. O sabah, yine trenle gitmeyi düşündü.  Trene yetişmek için, oyalanmadan çabucak giyindi. Yaz olduğunda, üstünde ince terletmeyen giysiler vardı. Kısa kollu bir tişört, kot pantolon giymişti. Ayağında da ökçesiz rahat çorapsız bir pabuç vardı. Üstündekiler pahalı olmayan, rahat uyumlu herkesin üstündeki giysilerdi. Temiz ve ucuz giyinirdi. Marka düşkünlüğü denilen çevreyi kirleten, doğaya aykırı bir alışkanlığı da yoktu. Ta gençliğinden beri, hep markasız malları kullanırdı. Dış görünüş olarak, milyonlarca insandan hiçbir farkı yoktu. Aynı adam, birçok konu da farklıydı. Bazılarına göre aykırı bile sayılıyordu. Düşüncesi ve dünya görüşü etrafındaki onlarca insandan ayrıydı. Haksızlığa ve hukuksuzluğa başkaldıran, zalimlere boyun eğmeyen biriydi. Bu yüzden çoğu insan onu beğense de “başımıza bir iş gelir.” korkusundan ondan uzak durmaya çalışırlardı. Fakat içlerinde onu beğenirlerdi. Birçokları kıskanırdı bile. Seveni azda olsa, onu candan seviyorlardı.  Anlayacağınız az olan, nesli tükenmekte olan insanlardan biriydi. Çoğu insan kıskaçlığından beğenmezdi. Bazıları da ona karşıydı.  Her ne söylerse karşı çıkarlardı. Çalıştığı iş yerinde birbirini sevmeyen insanlar bile, ona karşı tavırda ortak davranış gösterirlerdi.  Seveni az, karşı olanı çoktu. İşte böyle bir insandı.

O birçok şeyin farkındaydı. Hazır kalıplarla eğitilmişlerin başka türlü düşünmesini beklemiyordu. İçinde yaşadığı koşulların dayatmış olduğu, durumu beğenmezse de onu yaşamak zorunda kalıyordu. O da olanları yadırgamıyordu, artık. Ekonomik zorluklar, çok sevdiği öğrencileri ve mesleği uğruna, olanları sineye çekmiyor. Beğenmediklerini değiştirmeye çalışırdı. İş yerinde ve günlük sosyal ilişkilerinden, hayatın her alanında savunduğu değerlerin egemen olması için durmaksızın çalışırdı. “İnsanların mutlu yaşaması için daha güzel bir dünya gerekiyor.” Anlayışına bağlıydı. İş yeri, oturduğu evden oldukça uzaktı. Tren yoluna yakın oturuyordu. Çoğu kez istasyona yürüyerek giderdi. Daha çok trenle işe giderdi. Yol boyunca okurdu.  Bazen de, tren penceresinden bakar, içine temiz hava çeker, doğayla baş başa olurdu.

O gün, evden istasyona dek bisikletle gitti. İstasyon tenha ve sakindi. Perona çıktı. Daha trenin gelmesine beş dakika vardı. Peronda, bayan bir öğretmen arkadaşıyla karşılaştı. Kadın, kendini boya küpüne batırmış gibiydi. Ağır bir parfüm kokusu, iki metreden his ediliyordu. Adama göre, kadın boyanmasa daha güzeldi. Boya, onun doğal güzelliğini, kirli bir örtü gibi kapatmıştı. Adam kadına baktı. Önce günaydın deyip, kadını selamladı. Arkasından
“Bugün oldukça şık giyinmişsin. Bir yere mi davetlisin?” diyerek, bir ironiyle dokundu.

“Sana ne, davetliyim veya değilim. Sana hesap mı vermem gerekiyor?” Beklenmeyen ters bir karşılık verdi.

Adam, kadının öyle bir tepki göstereceğini hiç beklememişti. Şaşırıp kaldı, nasıl bir karşılık vereceğini bilemedi. Kendini toparladı, derin bir nefes aldı. Zoraki bir tebessümle, kadının yüzüne baktı. Dişini sıktı, dudağını ısırdı. İçinde “ Sabah, sabah sakın daha fazla bulaşmadan uzaklaş!” Dedi. Anlamadan, onu anlamaya çalıştı. Sadece şunları söylemekle yetindi.

“Affedersin, benim sormamda hiçbir amaç ve art bir niyet yoktu. Doğaldır ki, bana hesap vermek, diye bir soru aklımın ucundan bile geçmedi. Neden yanlış algıladığını, anlamadım doğrusu. Neyse dert etme. Yine de özür dilerim” Dedi. Pişman olmuştu.

Adam biraz bozuldu. Daha fazla, kadının yanında durmak istemedi. Çekip, peronun öbür ucuna doğru yürüdü. Arkaya dönüp, kadına bir daha bakmadı, bile. Yine de kendini suçladı. Neden daha çok, kadınların onu yanlış anladığının mantıklı bir açıklamasını bulamıyordu. Durup dururken hem kendisine, hem de kadının üzülmesine de, üzüldü. Kadının ters cevabı onu fena etkilemişti. Kendi kendine konuşuyordu.
“Sabah, sabah nereden bu erkek düşmanı kadına uğradım. Keşke bir tren önce gitseydim.” Dedi.

Gerçekten kadının onun gibi dürüst, kadınlara saygılı bir adama öyle davranmasını hak eden biri değild. Kadının yersiz davranışı, zoruna gitmişti.  Ne kadar farklı biri de olsa, insandı. Hak etmediği bir tepki alması hoşuna gitmemişti. Düşünceleri, davranışları, ahlak anlayışı ve dünya ya herkesten çok farklı gözle baksa da, karşılaştığı olumsuzlukları anlamaya çalışırdı. Sadece sözle değil, yaşam felsefesi ve günlük yaşamıda düşünceleriyle uyumluydu. . Sevebileceği kadından tutun da, dinlediği müzik, seyrettiği film, saygı duyduğu politikacılar da sayılıydı. Mevcut olana tapan biri değildi. Her konuda daha iyisinin olacağını varsayan biriydi. Bir kadınla birlikte olacaksa, onunla çok yönlü birlikteliği güven paylaşım ve bağlılık değerleri üstünde yürürdü. Böyle olan biride sevdiklerini de tam severdi. Dostlarıyla aralarındaki karşılıklı güven, paylaşım dayanışma ve uyumu her şeyin üstünde tutan bir adamdı. En yakın dostu da olsa, kimsenin duygusal gönül işlerine de karışmaz ve yorum yapmazdı. Çoğu kez sessiz kalırdı. Onun bu huyuna, değişik tavrına “duyarsız biri.” diyenler bile vardı. O aldırış etmezdi o türde yüzeysel, sığ değerlendirmelere. “belli kalıplara hapsolanlar, kusura bakmayın özgürlüğüm kalıplara uymuyor.” Derdi.

Kişisel ilişkilerde şunu savunurdu. “Herkes kendisinden sorumludur. Aşk ve cinsellik kişisel bir tercihtir. Kadın-erkek ilişkisinde, kendim için faklı düşünsem de, çoğunluğun benim gibi düşünmesi de gerekmiyor. Gönül işine burun sokmak ayıp ve insanların özelini karışmak yanlıştır. Çoğunluğa uyma, onlar gibi düşünme zorunluluğumda yok.”  Bağımsız özgün ve özgür bir düşünceye sahipti. Bunu önemserdi. Alışkanlık yaratan beraberlikler ona göre değildi. Birlikte olduğu kadına, Eşim-yoldaşım, derdi. Anlayacağımız dostluğu arkadaşlığı, sevgisi ve duygusallık anlayışı da çok farklıydı. Her insanın anlayabileceği, algılayabileceği ve yaşayabileceği türde değildi. Sevdi mi, tam severdi. Basit hesaplar yapmazdı.

Kurnazlıktan da nefret ederdi.  Alıngan, havadan nem kapan,  kendinden kuşkulananlara da sadece acırdı. Farklı olmak için, bu türde davranan biri hiç değildi. Bu sayılanlar onun kişiliği ve edindiği anlayışıydı. Tüm tersliklere ve yanlış anlaşılmasına karşın, azda olsa çok iyi anlaştığı sevdiği kadınlarda vardı. Onun düşüncesinde insan türüne karşı, cins ayırımına yer yoktu. Karşılaştığı terslikler, onu bazen hayal kırıklığına da uğratsa da, edindiği değerlerden şaşmazdı. Kadınlara karşı, kibar ve duygusaldı. Tüm erkeklerin aynı olmadığı gibi, tüm kadınlarında aynı olamayacağını tecrübelerinden biliyordu. Kadı-erkek ayırımı yapmamasına karşın, çoğu kez kadınlardan yana ayrıcalıklı davranırdı. Dostluğu arkadaşlığı sevgi, saygı, güven paylaşım, dayanışma...benzer değerler üstünde devam ederdi. İnsan yaratan, üreten ve birlikte yaşayabilen bir sosyal varlık olduğuna inanırdı.

İnsan, her şeyden önce kendine güvenmeli. Herkesten, her işten kuşkulanmak olağan bir ruh hali değil. Alıngan olmak özgüvenden yoksunluktan gelir. Dedikoducu insan sevgiden yoksun biridir. Kin, nefret, ayırımcılık ve düşmanlaştırma insana bulaşan sosyal urdur. Bunlar alınmazsa, o kimse insanlara çevresine ve tüm topluma zarar vermeye başlar. ”  bu türde düşünce ve anlayışını arkadaşlarıyla paylaşmaktan da büyük bir keyif alan bir insandı.

O öğretmen kadının, kuşkusunun kendine olduğunu düşündü. Kendine güvenmeyen bir kimse, başkasında güvenmesi çok zor olurdu. En sırdan bir şakayı, bile sonu belli olmayan yerlere çeken insanlarla anlaşmak zor olduğunu görüyordu. Kadının davranışı ona göre komikti. Kafasında bu düşüncelerle uğraşırken, beş dakika sonra tren geldi. Sabah erken olduğu için, tren tenhaydı. Gidip tek başına, altı kişilik bir yere oturdu. Kadının davranışı, olağan da bulsa, zoruna gitmişti.

Yaratıcılığın ve sevginin tükenmez kaynağı insanın kendisinde olduğuna inanmıştı. “Bir insan, isteyene istediği kadar, sevgiyi vermekten asla tereddüt etmemeliydi. Paylaşılan sevgi daha gür olur ve onu paylaşan da üretken olur.” Düşüncesini kanıtlamıştı.  Kendisi, insanı küçük düşürecek, insan onuruna yakışmayan hiçbir davranışta bulunmazdı. Şakacı, cana yakın bir adamdı. Kendisine yapılmasını istemediği bir davranışı, bir başkasına yapılmasını da asla onaylamazdı. Zor, herkesin yapamayacağı işleri seçerdi. Zorun üstesinde gelmekten hoşlanırdı. Bazı kişisel  yetenekleride vardı. İyi ata biner, koşar, yürür, bisiklete biner ve az konuşur çok çalışırdı. Çalıştığı okulda beceride üstünde yoktu. Ellinden birçok iş gelirdi. Resim yapar, yazardı. Ayrıca fedakâr, vefalı iyi bir dostu ve bu özelliklerin yanında, güvenilir bir insandı. Tanıdıklarına ihanet yaptığı ne görülmüş ve nede duyulmuştu. Kimseyi kıskanmazdı. İyi güzel insanlara hayranlık duyar, onlara imrenirdi. Mükemmel bir insan olduğunu fikrinde değildi. ‘

Abartmaya gerek yok. Sadece sırada, olması gereken bir insanım. Ne bileyim, insanlar olması gereken gibi olsa, ortak değerlerde birleşse dünyanın daha yaşanır olacağını düşünüyorum. Yaşamda eksik ve yanlışlarımı fark ediyorum. Bu ihtiyaçlarımı giderirken ister istemez kendimle yarış içinde oluyorum. Değişmeden, olumlu gelişmeden yana davranırken, karşıma çıkacak zorluk ve tehlikelerden de korkmuyorum. Her olumlu değerin elde edilmesinin bir bedeli olur. O bedel ödenmeden insan istediğini elde etmediği gibi, onu hak etmez. Değişme ve gilişme arasında çok ince bir sınır var. O ince sınır ihmal edilirse, farkına farmadan farklılaşmaya kayabilir insan. Bana göre normal bir insan, her uğraşında iyiye, güzele, mutluluğa biraz daha yaklaşmalı. İnsanın gelişmesi ve dünyanın değişmesi ancak bu anlayışla ilerleyebileceğine inanıyorum. Şöyle bir etrafımıza baktığımızda, olanları görmek zor değil. Kan-pislik benzeri politik virüsler etrafımızı sarmış. Dünyada yeterince kötülükler, pislikler var. Eksik olan, güzel insani değerlerdir. Onları korumak, çoğaltmak ve yaygınlaştırılmasından yana mucadelemi sürdüreceğim. Bundan sonra da, çapımca bir şeyler yapmaktan geri durmayacağım. Eskimiş gerici, her tür düşünceyi, davranışı ve ahlak anlayışını kendi kişiliğindem ve dünya görüşümden ayıklıamayı sürdüreceğim. Kadın öğretmenin davranışı, genelleştirmenin anlamı da yok. O davranış onun eksikliği. Bu kişsel bir tavrı, insanlara mal etmenin anlamı yok. Genelleme yanış ve zararlı bir anlayış.

Eğitim benim mesleğim. Şimdiye kadar olsuğu gibi, meslek ahlakıma helal getirmemeyi sürdrüreceğim. Politik anlayışım dünyayı daha yaşanır kımaktır. Sınıfa girdiğimde, kaba politik görüşlerimi kapıda bırakma ilkesinden ayrılmayacağım. Öğrencilerimi sorgulayan, bilgili insanlar olarak hayata katılmalarını elimden geldiğinde yardımda bulunacağım. Sanat anlayışımda insanları, hayatı anlatırken insani değerleri vermeye çalışacağım. Hoca hanım, beni insanlarda soğutmadı. İnsanlara ilkesel olarak daha sıcak ve daha hoşgörülü yaklaşacağım. Hayatı söz ve renklerle betimlerken, insanlara umut vermeyi önce alacağım. Yapabildiğimce, onlar ütopyalarına doğru yürümelerinde onlarla beraber yürüyeceğim. Dost arkadaş ve yoldaş olmaya öncelik verceğim. Hoca hanım, ters tarafta olsa da beni daha da  motive etmene sevindim.”  diyordu.

Trende bu düşünceler etrafında yoğunlaşmıştı. Kadının onda, yaratığı karamsarlıktan arınmış, kendi özününe dönmüştü. İçindeki adamla buluşmuş ve rahatlamıştı. Onunla her şeyini paylaşıyordu. Ne kadar gittiği, kaç dakika yol aldıklarının da farkında değildi.
Kendi kendine düşünüp, varsayımlarda bulunuyordu. Düşüncesinde ülkesi vardı yine. Oraların sıcak iklimine ve önceki candan dost arkadaşları hayal etti. Onu tam anlayacak, insanları arıyordu. Otuz yıl ileriye, gençliğine ve hareketli yıllara gitti...

 Tren seyir halinde, pencerenin kenarına oturup, dışarıyı izliyordu. O gün hava ılıktı, bir seher yeli esiyordu. Esen seher yeli yüzünü okşayan ipek bir mendil gibi geçiyordu. Güneşin solgun ışıkları, tren penceresinden içeri sızarken, hafif okşayıcı bir ılıklık veriyordu. Dışarıdan tren yolu boyunca, göz alabildiğince bir yeşillik uzanıyordu. Tren yeşilliği yararcasına ilerliyordu. Etrafında ki canlılara bakıp, selam gönderiyordu.  “Günaydın, Hayat!” diyordu onlara. Bazen serçeler, kargalar, sığırtmaçlar, güvercinler ve martılar trenle yarışır gibi yapıyordu. Güneşin ılık huzmeleri, yeşillikler arasından süzülüyordu.  Tatlı ılıklı ve pecereden giren sabahın serin yeli onu büyülemişti sanki. Doğaya, kendini kaptırmıştı. Üstüne bir mahmurluk çökmüş, öylece uykuya dalmıştı.

İnanılmaz güzel rüyalar görüyordu. İlk kez gördüğü bir yere gitmişti. Kocaman kayalıklar, kayların dibinde bir ırmak akıyordu. Mavi göğü kızıl kartallar ve pamuk yığını beyaz bulutlar paylaşıyordu. Bulunduğu alan şahinler yurdu,  engebeli ormanlık bir araziydi. Orada olan ırmağın suyu mavi-yeşil köpükler saçarak, gümbürdeyerek çağlıyordu. Suyun içinde gümüş balıklar dans ediyordu. Doğa da uyum tamdı. Adam suyun içindeydi. Irmak bir vadinin tabanında akıyordu. Irmağın iki yanı, türlü ağaçlardan oluşan ormanla kaplıydı. Irmak boyunca, ormanın simetriği suda yansıyordu. Sanki suyun içinde, benzer yeşil bir dünya daha vardı. Aşağıdan bakılınca, mavi gökyüzü farklı tonlardan yeşil bir çerçeve içindeydi sanki. Yüksekçe kayalık bir uçurumdan, gümüş ve altın karışımı bir şeridi andıran ince bir su coşkuyla düşüp, ırmakla buluşuyordu. Hızla suyun düştüğü ırmak beyazca köpürüyordu.  Farklı iki yerden gelen su orada sevişip, bir oluyordu.  Irmakla yukardan düşen su, tek bedene dönüşürken beyazlaşıyordu. İki suyun birlikteliği sevgiyi doğruruyordu. Sular, böylece muradına ermiş gibiydiler. Yek vucut olmuş vadi içinde yolunu sürdürüyorlardı. Denize varmak içinde gecegündüz demeden akmayı sürdüreceklerine karar vermişlerdi.

Yukardan hızla düşen, su adamın gözünü almış gibiydi. Kamaşan gözlerle oradaki güzelliklere fazla bakamıyordu. Kayalıklardan çağlayarak düşen, suya güneş ışıkları karşınca, milyonlarca elmas parçacıklarına dönüşüyordu sanki. Kristal su zerreciklerinden yansıyan ışık, küçük bir gökkuşağını oluşturmuştu. Hayret, coşku ve sevinç dolu karmaşık duygular yaşıyordu o. Adam ayakkabılarını, pantolonu çıkarıp fırlattı. Yalın ayak, üstündeki donla ırmağın içine daldı. Suyun içinde, tüm üstündekilerden kurtuldu. Hafifledi. Adam, anadan üryan, serin kristal sudan yüzerek, gökkuşağı yayından geçti. Arkasına dönüp baktığında, gökkuşağı öbür yanda kalmıştı. O gökkuşağını yakaladığını biliyordu. Hafiflemiş, sevinçten uçar gibiydi. Yıllar önce, ta çocukluğundan her gökkuşağı çıktığında, ona doğru koştuğunu anımsadı. Daha önce, onu hiç yakalamamıştı. Yukarıdan dökülen, elmas kristalleri andıran suya dokundu. Yüksekten hızla düşen su çok sert akıyordu. Adamın eline hızla çarpan su, tatlı bir sızı hisediyordu. Adam suya dokunup, okşamak geldi içinden. Avuçlarını birleştirip, yukardan düşen suya tuttu. Avuçlarında, su birikmiyordu. Susamıştı. Ellerini ağzına götürdü. Çok sert akan su, ancak onun kurumuş dudaklarını ıslatmıştı. Suyun tadını tam alamıyordu. Oysa o elmas kristali sudan kana, kana içmek istemişti. Suyun geldiği kaynağı merak etti. O kaynağa gidip, o suyun pınarından içmeyi düşünüyordu. Oraya çıkması zordu. Büyük bir engel vardı. O yalçın kayalıktan, yukarı nasıl çıkacaktı? Oldukça sarp ve yüksekti. Tırmanmak, olanaksız gibi görünüyordu. Suyun döküldüğü, kayalıktan yukarı baktı. Başı döner gibi oldu. Tek çare çalı, çırpılardan tutunarak yukarı çıkmayı denemekti.

Başladı, çalılardan ve ot köklerinden tutunmaya... Yukarı tırmanmaya çalışıyordu. On, on beş metre kadar yükseldi. Birden tutunduğu çalı koptu. Adam aşağıya doğru, hızla düşmeye başladı. O hızla, bir kayaya çarpsa parçalanacaktı. Adam korkmadı. Sadece, gözeye varamayacağına üzüldü. “Allah kahretsin, böyle bir şansı!’’ dedi. Tuhaf bir şey olmuştu. Bir de baktı ki, kayalıklara yukarı doğru uçuyor... Bir kartal gibi kanatlanmış, bir alçalıyor, bir yükseliyordu. Bazen etrafında bulunan canlı, cansız her varlığa çalım atar gibi yapıyordu. ‘’Görüyorsunuz, uçuyorum!’’ sevinç çığlıklarını atıyordu. Kayalardan daha yükseğe çıktı. Yukardan kuş bakışı, suyun çıktığı kaynağı gördü. Sonra ormana doğru bir tur yaptı. Tekrar geri dönüp, doğruca suyun çıktığı gözenin başına kondu. Kristal su, kayaların ve ağaçların arasından kıvrımlar oluşturarak akıyordu. Hiç el değmemiş, ayak basmamış, insan uğramamış, doğal bir Pınardı. Adam pınara hayranca ve sevgiyle baktı. Suya karşı içinden inanılmaz coşku gelmişti. “ Harika su! Mübarek su! Çocukluğumda ki gibi bir kaynak! Abu-hayat gibi!’’ dedi. O, kristal ve soğuk sudan kana, kana içti. Su çok yukarılardan, Deli Rüzgâr Dağlarından akıp geliyordu. El, ayak değmemiş beyaz temiz karların erimesiyle oluşan, suyun tadına duyum olmuyordu. İçince insanın içi rahatlayıp, huzur buluyordu. “Abu-hayat gibi!” dedi tekrar.  O pınara varan, sanki sonsuz mutluğu yakalamış gibi oluyordu.  Yeni bilinmeyen güzel âlemindeki sulara benziyordu.

Adam  pınarda  içtiğinde, birde  baktı ki kanatları yoktu. Normal bir insandı. Yalnız olduğunda insan, başkaları yanında kartal oluyordu. İnsanlar gördüğünde, yine bir kartal gibi uçuyordu. Pınara yakın, ormanın içinde derme, çatma bir kulübe kurdu. Kayaların en sarp olanında birde yuva yaptı. O pınarı koruma altına almış, onu her türlü kötülükten ve kem gözlerden koruyacaktı. Kötü insanların, o kaynaktan su içmesine izin vermeyecekti. Direnen olursa, kayalıklardan aşağı atacaktı.

Pınarın etrafına, güzel renkli taşlardan, masalar ve oturaklar yaptı. Güzel insanlar geldiklerinde rahat etsin diye. Adam pınarın isimi, “Guçize”  koydu.  Yeşil gözlü bir kadına benzetti. Bu Pınarların Kraliçesi anlamındaydı. O adı, pınardan ve adamdan başka bilen yoktu. O sonsuza kadar sır olarak kalacaktı. Adamın dileği gerçekleşmişti.

Uyandığında, ineceği istasyona gelmişti. Tren durdu. Adam koşarak, okula giden otobüse yetişti. Yine aynı kadın öğretmenle, bu kez otobüste karşılaştı. Sadece merhaba dedi. Ona da kızmıyordu artık. Kadına, sadece acıdı. Kendisi, çok mutlu ve umutlu görünüyordu. O gün hiç kimseye kızmadı. Yaramazlık yapan gençlere daha da  hoşgörü davranıyordu. O gün boyunca  hoş görü ve sevgi dağıttı.

 22 Mayıs 2014 Perşembe
Bahattin Seven

 

 
Toplam blog
: 17
: 178
Kayıt tarihi
: 24.03.15
 
 

Sivas ın Kangal İlçesi Külekli köyünde dünyaya merhaba dedim. İlkokulu köyde, ortaokulu Sivas'ta,..