Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Nisan '08

 
Kategori
Deneme
 

Sitem- mania

Sitem- mania
 

Engel adlı şiirimim bir uzantısıdır. Tamamen yaşantı ürünü olup hissiyatlar bana ait ve hakikattir.


İçinde somutlaştırıp, taş kestirdiğin, onu kendi ellerinle kurduğun tahttan bir daha indirmeyi göze bile alamadığın, ruhunun derinlerinde legalite kazanmış varsaydığın bir düş, başı sonu belli olmayan , olmayacak ya da olamayacak olan bir hayal... İliklerine dek işlemiş, belki de tamamen senin itmenle yolunu bulmuş eski bir hikaye... Kendi beyninle kurguladığın, o an için olsa bile boş bir levha gibi gördüğün, beyninin içine yerleştirdiğin bir masal... Kendi hayat atlasında " Doğu- Batı "diye ayırdığın iki uç... Ama her seferinde, bir umutla dünyanın yuvarlak olduğunu anımsadığın boş bir ada... Dört bir yanını gözyaşlarınla çevrelediğin, harcını kendi ellerinle hazırlayıp, içine tek tek diktiğin taştan kaleler... Yıkılması imkansız ama bir umut bekleyen, içinde bir yerlerde yarattığın, ışıksız zindanlar... Ve o zindanların kapısı her açıldığında acıyan bir ruh... Ruhun duvarlarını kamçılayan iki at; " Unutmak ve Hatırlamak ". Ruhun her kamçı yediğinde seçmek zorunda kaldığın, biri diğerinden daha zor iki soru... Hangisini seçersen seç, gözlerin bağlanarak, elinde metal bir sopa ile salınıveriyorsun karmakarışık bir labirentin içine...

Elindeki metal sopa çarptığı her yerde ilginç yankılar yaratıyor, içinde en derinde, derinlerde... Derinliklerinde kayboluyorsun. İçine girdiğin dehlizlerde hep bir yol bulma telaşıyla tutuşuyorsun. Yalnızlığın her yüzüne vuruluşunda, ertelediğin tüm coşkularını sırtlanarak, bir kanadında güneş, bir kanadında rüzgar, dalıyorsun uçsuz bucaksız maviliklere... Mavi uzanırken önünde, sınırsızlık, sonsuzluk, ebediyet oluveriyor bir anda ... Sonra özgür oluyorsun bir martı kadar. Martı oluveriyorsun bir anda... Sen derinliklerinde bastıran kara, ruhunu savuran ayaza inat, baharı arıyorsun durmadan, onun izini sürüyorsun, burnundan bir türlü gitmeyen buram buram çiçek kokularıyla... Baharı bulduğunda yaklaştığında ona son kez gibi seni donuklaştıran, ellerini buz kestiren hep farkedilmemek oluyor. Sen uğruna cebelleştiğin baharı bulduğunda, sadece anımsandığının farkına vardığında, ondaki baharların farklı açtığını kendi gözlerinle gördüğünde ancak " Boynum dik " diyebiliyorsun kendine. Ve eğer bu kez baharla karşılaşman bir hastahanede oluyorsa beynindeki boş levhaya yerleştirebildiğin tek şey O' nun girdiği poliklinik ve muayene sırası oluyor. Keskin bir etel kokusu geliyor burnuna, hava arıyor tüm bedenin...

Atıyorsun kendini sığınırcasına deli bir rüzgarın koynuna... Kucağında boğulduğun rüzgar yüzünü yalarken, sıyrılmak istiyorsun o an hatırladığın herşeyden... Sıra diğer atında... Bu kez o kamçılıyor ruhunun duvarlarını... Sence var mı o duvarı aşmanın imkanı? " Hatırlamak hep kolaydır ama unutmak asla " Açık denizler hayal ediyorsun sonra... Sen sersem, pusulasız, rotasız yolunu şaşırmış bir şişe, kıyılara vuruyorsun durmaksızın. Bekliyorsun birinin seni eline almasını... Ama beklediğin bahar seni bulamadıktan sonra ne yararı ver keşfedilmenin? Sonra bedeninin soğuğa karşı verdiği fizyolojik bir tepkiyle tekrar hastahane koridorlarına döndüğünde, varlığını bile hissetmeyen bir gölge geçiyor önünden. Sense ancak o zaman farkediyorsun gölgelerle dans edilemeyeceğini... Bir adım geri atıyorsun, çekiyorsun kendini varsaydığın bu gölgenin merkezinden... Meçhul bir mektupsun artık imzasız, adressiz...

Giriyorsun bir şişenin içine daha... Sonra vuruyorsun kendini başka başka yollara, uzaklara yol alıyorsun. Bir kulaç bir kulaç daha, varmaya çalışıyorsun yepyeni kıyılara... Yeni yollar, yeni koylar, yeni sular ama beynine yerleştirdiğin eskimiş iki çift söz " Göz 1, 39 Numara " artık her daim seninle... Gün geliyor tekrar ediyorsun kendine " Hatırlamak kolaymış ama unutmak asla " diye...

 
Toplam blog
: 27
: 428
Kayıt tarihi
: 26.08.07
 
 

Ben Serpil Yüksel. Çanakkale'de dünyaya geldim. İlkokulda yazar olmamı isteyen harika bir öğretmenim..