Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Eylül '16

 
Kategori
Eğitim
 

Size bir müjdem var!

Size bir müjdem var!
 

(Kızımı Ağlatan Yazı)*

gerici olduğumdan değil

sık sık geriye bakıp durmam

çok daha net ve çok daha iyi

görmek için ileriyi.  (H. E.)

Okuduğum kitapların neredeyse hemen hepsi, “Cumhuriyetle birlikte bir eğitim seferberliği başlamıştır ülkemizde.”diye yazar ama doğrusu ya, bu yargının kanıtını bulamam hiçbir yerde.

Evet, yeni yönetimin 1923’ten sonraki ilk Millî Eğitim BakanlarındanMustafa Necatiövgülerle anılır ama arasanız, kayda değer bir eser yoktur görünürde. (1925 – 1929)

1929’dan 1935’e kadar 5 MEB bakanı değişir. Kimi bir-iki ay, kimi bir-iki yıl kalır görevde. Ve tabiî, boşa geçen yıllar... Elle tutulur, gözle görülür bir çalışma yoktur. Olması da mümkün değildir elbet.

Ve M. Necati’den sonra, 6. Bakan olarak Saffet Arıkangetirilir bu göreve.

Yeni bakan, kurmay bir subaydır. “Problem nedir? Bu problemi nasıl çözmeliyiz?” diye yaklaşır konuya.

Görev ne olursa olsun, ne kadar zor olursa olsun, işe bu soruyla başlayan herkes, başarıya giden ilk adımı atmış demektir.

Bu sorunun cevabını bulmak için, İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguçile sıkça Anadolu gezileri yapar, halkla görüşür. O günlerin kıt olanakları içinde bulunan çözüm şudur:

“Köylerde, okuma yazma bilen, askerliğini, onbaşı ve çavuş olarak yapmış istekliler kısa bir kurstan geçirildikten sonra köylerine ‘eğitmen’ olarak gönderilecek.”

Bu karar üzerine hemen planlar yapılır ve o dev adım atılır: Köylerden seçilen eski onbaşı ve çavuşlar, 6 aylık bir kurstan sonra, nüfusu 250’den az olan köylerde açılan üç sınıflı okullara “eğitmen”olarak atanır. (15 Kasım 1936)

Ve aynı yıl, deneme ağırlıklı Köy Enstitüleriaçılır.

Saffet Arıkan’dan sonra bu makama Hasan-Âli Yücelgetirilir. (28 Aralık 1938)Yeni bakan, dört elle sarılır görevine.

Köy Enstitüsü denemesinin olumlu sonuç vermesi üzerine, TBMM’de “Köy Enstitüleri Kanun Tasarısı”nın gerekçesini çok iyi savunarak yasalaşmasını sağlar. (17 Nisan 1940)

İşte bu günden sonra, tarihimizde ilk kez eğitim işi ve politikası, tüm ülkeyi bir bütün halinde görüp bir yasaya bağlı olarak yürütülür. Ve 6 yıl gibi kısa bir sürede, Kırklareli’den Kars’a, İzmir’den Van’a, Antalya’dan Trabzon’a, Adana’dan Diyarbakır’a, Kayseri’ye, Konya’ya, Kastamonu’ya uzanan 21 ilimizde 21 Köy Enstitüsü açılır.

Kendisini yakından tanıma mutluluğuna erdiğim değerli eğitimcimiz Prof. Cavit Orhan Tütengil’in deyişiyle, “Türkiye haritamızın 21 köşesinden bize bakan akıl ve umut gözleri”ydi o enstitüler.

Ve Köy Enstitülerine öğretmen yetiştirmek için 1943’te açılan Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü

İsviçreli ünlü eğitimci Pestalozzi, “Alt düzeyden başlayarak halkı yükseltmeye çalıştığım zamanın geçmiş günlerimi, hayatımın tâcı saymaktan kıvanç duyuyorum.” demiş. Ne güzel!..    

Bizim eğitim tarihimizde böyle bir sözü söyleyebilecek iki kişi gördüm ben yalnızca: İsmail Hakkı Tonguç ve Hasan-Âli Yücel…

Ne yazık ki, bu değerli insanlara eşsiz hizmetlerinden dolayı teşekkür üstüne teşekkür etmemiz gerekirken, daha büyük hizmetler yapacakları bir zamanda, nerdeyse ‘vatan hainliği’ile suçlayıp kızağa çekivermişiz.

1970’li yıllarda Kinyas Kartaladlı bir Van Milletvekilivardı Meclis’te. Yaşı uygun olanlar iyi bilir; TBMM uzunca bir süre “Başkan”ını seçemediği için, en yaşlı üye sıfatıyla “Başkan Vekilliği”ni yürütmüştü aylarca.

Bu sayın milletvekili, Köy Enstitüleriiçin ne demiş, öğrenmek ister misiniz?

“Baktık, Köy Enstitüleri gelişiyor. Biz ağalar toplandık. Bu Köy Enstitüleri on yıl daha sürerse, Doğu’da ağalık ölecek. 1950 seçimleri öncesinde Demokrat Parti ile pazarlık yaptık. ‘Köy Enstitülerini kapatma sözü verirseniz, oyumuzu size vereceğiz’ dedik. Söz verdiler, oyumuzu verdik. Enstitüleri de kapattırdık.”

Ağalık düzeninin yıkılması için hiçbir çaba göstermeyen Cumhuriyet yönetimi, en seçkin ve en özgün eğitim kurumumuz olan Köy Enstitülerininağalar tarafından kapatılmasına göz yummuştur.

Bir başka gerçek de şudur: Bilinenin ve sanılanın aksine, Köy Enstitüleri 1950’den sonra Demokrat Partitarafından kapatılmamıştır.

Köy Enstitüleri, 1946 seçimlerinden sonra, Hasan – Âli Yücel’in MEB’den alınıp yerine bu kurumlara karşı olduğu herkesçe bilinen Şemsettin Sirer’in getirilmesi ile kapatılma süreci başlatılmıştır.

Nitekim yeni Bakan, Enstitülerin fikir babası İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’u hemen görevden almış, bir yıl sonra da Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nü temelli kapatmıştır. (Böylece açılmış bir yüksek okulu kapatma şerefine nail olur; bu seçkin Bakan! 70 yıl sonra bile bir benzerini açamadığımız bu yüksek okul kapatılırken -haklarını yememek için belirteyim- Başbakan Recep Peker, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’dür.)

Kendi akıllarınca, yılanın başı ezilmiş olur böylece! Geriye ne kalıyordu? Enstitülerde canla başla çalışan müdür ve öğretmenler mi? Çil yavrusu gibi dağıtılır onlar da.

Yüksek Köy Enstitüsümezunu öğretmenler hemen askere alınıp eli kalem tutanlar “subay”yerine “çavuş” çıkarıldıktan sonra, “dikensiz gül bahçesi” haline getirilir Köy Enstitüleri. Ve bütün bunlar, CHP iktidarında, İnönü’nün Cumhurbaşkanıolduğu bir dönemde gerçekleşir. (1921’de İnönü’de düşmana karşı cesaretle direnen Albay İsmet Bey, 1946’da İsmet Paşaolarak ağalara karşı aynı cesaretle direnememiştir!)

1950’den sonraki Demokrat Parti iktidarına, bu kurumların adını değiştirmek kalır sadece.

Böylece Kinyas Ağa’mız da huzura kavuşmuş olur, başka “ağalar”ımız da…

“Üç aşağı beş yukarı biliyoruz bunları muhterem. Geç onları bir kalem. Yazının başında, ‘Bir müjdem var size’ demişsin; o müjdeyi ver bize. Yeniden mi açılıyor yoksa Köy Enstitüleri?”diye mi soruyorsunuz?

Oh ne güzel, ne güzel! Var mı başka bir isteğiniz?

Şaka, şaka… Açıklıyorum işte:

Bir okul müdürü, öğrencileri toplasa da, “Size bir müjdem var”dese, öğrenci olsanız, ne düşünürdünüz?

Üç günlük bayram tatilinin, 6 gün uzatılıp 9 güne çıktığını haber verecektir; diye düşünürdüm, ben olsam!

Ya da, Bakanlıktan bir emir geldiğini, bu yıl okulların erken kapanıp geç açılacağını bildirecek mutlaka; derdim!

Şöyle bir haber de çok güzel müjde olurdu:“Çocuklar, dün gece yarısı, Meclis’in kabul ettiği bir kanunla bundan böyle bütünlemeye kalmak da yok, sınıfta kalmak da…”

Evet, bu üç haber de çok güzel bir müjde olurdu öğrenciler için. Ancak, 1941 yılında yeni kurulmakta olan Hasanoğlan Köy Enstitüsünün MüdürüM. Lütfi Engin’in verdiği müjde, bambaşka bir müjde… Kısa bir özet yapayım önce:

O yıllarda tren istasyonu yoktur Hasanoğlan’da. En yakın istasyon, 7 kilometreuzaklıktaki Lalahan’dadır. Yapılmakta olan binalar için gerekli yapı malzemeleri trenle Lalahan’a  kadar gelmekte, oradan Hasanoğlan’a okulun sık sık arızalanan kamyonu ile taşınmaktadır.            

Kamyonun arıza yapmadığı günlerde bayram yapan öğrenci ve öğretmenler, arıza yapıp da yapı malzemesi bulamadıkları zamanlarda, bomboş oturmaktan strese girmektedirler.

Yine bir gün kamyon bozuk, dolayısıyla malzeme yoktur. Herkesin çaresizlik içinde bekleyip çok bunaldıkları bir ‘Pazar günü’, kahvaltıdan sonra, öğretmen ve öğrencilere şöyle seslenir müdür:

“Size bir müjdem var: Şimdi bütün talebe ve öğretmen arkadaşlarla birlikte Lalahan’a gideceğiz; öğle yemeğini orada yiyeceğiz; dönüşte herkes gücünün yettiği kadar keresteyi omuzlayıp enstitüye getirecek.”

Hayda!.. Bu ne biçim müjde böyle? Kamera şakası gibi bir şey mi yoksa? Yedi kilometre yürü, keresteyi omuzla; bu kez sırtında yük, bir o kadar daha yürü… Üstelik resmen tatil olan Pazar günü… Olacak şey mi? Mutlaka isyan etmiştir; öğretmen ve öğrenciler; değil mi?

Neyse, yorum yapmayı bırakalım da, gerçekte neler yaşanmış, ona bakalım biz:

“Bir anda yemekhane ‘Sağ ol’sesi ile inledi. Şarkı ve türkü söyleyerek neşe içinde Lalahan’a yollandık. Öğleden sonra Lalahan – Hasanoğlan yolunu yokluk içinde varlık yaratan, tevekküle bağlanıp boyun bükmeyen iş kahramanları kaplamıştı. Sıkıştığımız zamanlarda bu maksatla ve bu haleti ruhiye ile çocuklarımız bir hayli Lalahan seferi yaptılar.” (**)

Düşünüyorum da doğduğum yıllarda yaşanmış bu olay. Gerçek değil de bir masalmış gibi geldi bana. O müdürün, o öğretmen ve öğrencilerin, inanasım gelmiyor; bu toprağın insanları olduklarına.

Durup durup da, “Ya onlar bizden değilmiş, ya da biz onlardan!..”diyorum.

Ya siz, siz ne diyorsunuz?

Hüseyin Erkan

huseyinerkan@dilemyayinevi.com.tr

--------------------------------------------------

(*)Yazılarımı ilk okuyan, kızım Dilem Gözde’dir. Bilgisayar ortamında temize çeken odur çünkü. Bu yazıyı yazarken, telefon etti. Ağlıyordu: “Bu Köy Enstitüleri nasıl okullarmış baba! Müdürleri, öğretmenleri, öğrencileri nasıl insanlarmış! “Yurtseverim, milliyetçiyim, ilericiyim”diyen biri, böylesine çağdaş bir eğitim kurumuna nasıl karşı olabilir? Böylesine güzel bir eğitim yuvasını nasıl kapatabilir ya da kapatılmasına nasıl göz yumar?” diye sorarken, hıçkırıklarını duyuyordum.

(**) Eğitim Onurumuz Köy Enstitüleri ve Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü(Yazan: Mehmet Erbil, Hasanoğlan Mezunlar Derneği Yayını) İletişim: mehmeterbil948@gmail.com

 
Toplam blog
: 303
: 309
Kayıt tarihi
: 21.02.11
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..