Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Eylül '19

 
Kategori
Edebiyat
 

Söğüt Ağacı (15)

 O anda mutfakta olan, konuşulanları can kulağı ile dinleyen Aysel, bir an önce sorguya çekilmek, gönlünün Çetin’de olduğunu söylemek için sabırsızlanıyordu. Sorgulama gecikince, anası tarafından sorgulanmayacağını, kızlardan birinin aracı olacağını düşündü. Yine de sorgulamayı kolaylaştırmak için minderinde bağdaş kurup oturan, derin düşüncelere dalan, anasının yanına gidip oturdu; ancak anası konuşacak gibi değildi. Kendine göre yüz göz olmak istemiyordu; ancak nereye kadar yüz göz olmayacaktı. İçi içini yiyen Aysel tekrar mutfağa gitmek için ayaklandığında sessizlik bozuldu:

-Otur kızım, biraz konuşalım. Hüsniye Abla’nın neden geldiğini biliyor musun?

Bilmez miydi? He anam biliyorum diyemezdi:

-Seni ziyarete gelmiştir…

-Yok, kızım. Beni ne zaman ziyarete gelmişte bugünde gelsin. Senin için geldi.

-Benim için mi?

-He ya… Konuşmanın zamanı gelmiş. Bak kızım, benim kafam allak bullak oldu. Orta da bir Murat’tır dolaşıyor. Geçenlerde Fatma ile konuştuklarınızı duydum. Gönlüm yok demedin. Bu kadın gönlünün başkasında olduğunu söyledi. Ağız aramaya gelmiş. Seni o adama istiyorlar.

-Çetin’e...

Çetin adını duyan Uykucu Ayşe, kaşları çatık halde düşünmeye başladı. Hüsniye Abla’nın dediği doğruymuş. Fatma, yakında istemeye geleceğiz dediğinde sevinmişti. Murat tanıdığı, huyunu bildiği ailenin oğluydu. Bu güne kadar kimseye zararları dokunmamıştı. Anası Zehra iyi kadındı. Murat diyecek oldu, lafı değiştirdi:

-Çetin denen gençte gönlün var mı?

Aysel, beklediği suale hemen evet demedi. Başını öne eğdi. Biraz bekledikten sonra utana sıkıla kısık sesle “evet ana” dedi. Uykucu Ayşe bir süre daha sessiz kaldı. Belki de geçici hevestir diye düşündü. Murat’ta gönlünün olduğunu duyduğunda sevdiğinden ayırmam diyen Uykucu Ayşe, bu kez fikrini değiştirdi. İçinden “kız kısmını kendi başına bırakırsan ya davulcuya ya zurnacıya varırmış. Bizimki nahırcının oğluna varacakmış” dedi. Biraz daha düşündükten sonra Aysel’in yüzüne dik dik baktı. Bu bakışıyla kararlılığını ifade etmeye çalışıyordu. Ses tonunda öfke vardı. “Tanımadığıma seni vermem” dedi.

Aysel sakin halini koruyordu. Oysa vereceksiniz diyecek kadar içinde fırtınalar kopuyordu. Başı hala öne eğikti. “Tanırsan seversin” dedi. Bu söz Uykucu Ayşen’in hoşuna gitmedi. İçinden “kız kısmını karşına alıp konuşursan olacağı bu” dedi. Sonra öfkeyle bağırdı:

-Sende utanma, arlanma yok mu?

O ana kadar sakinliğini koruyan Aysel bir anda değişti. Murat’a gösterdiği pençesini bu kez anasına gösterecekti. Ses tonunu yükseltti:

-Sevdiysem suç mu işledim?

-Suçun alasını işledin. Sevmekmiş. Ne sevmesi, oynaştım desene buna. Hiç utanmadın mı? Abinlerden korkmadın mı? Şimdi ne diyeceksin abinlere…

Ok yaydan çıkmıştı bir kere. Geri dönüşü yoktu. Aysel çok kararlı konuştu:

-Murat’ı duyunca, ne sevmesi demedin. Hüsniye Abla’ya, sevenleri ayırmam dediğini duymadığımı sanma. Murat olunca sevgilisi, Çetin olunca oynaşı mı oluyorum? Sen buna, Murat varlıklı, Çetin ise nahırcının oğlu desene. Sevdiğime vermezseniz yemin ediyorum başkasına kadın olmam. Her kim istemeye gelirse önüne çıkar gönlüm Çetin’de derim. Bunu da böyle bil. Beni istemeye geleceklerini abimlere usulünce anlatırsın.

-Kızım…

Uykucu Ayşe sözünün devamını getirmeden Aysel bir hışımla dışarı çıktı. Çıkarken de “ben diyeceğimi dedim ana” dedi.

Aynı günün akşamı, Uykucu çocuklarını evinde topladı. Usulünce olanı biteni anlattı. Sakince düşünmelerini istedi. Çetin’e gönlünü kaptırmış diye Aysel’e bağırmamalarını tembihledi. Aysel’le konuştuğundan, bağırmakla, dayakla halledilecek gibi olmadığının farkına varmıştı. Üzerine gidilirse daha büyük hatalar yapabilirdi. Nahırcının oğlu olduğunu söylemedi veya unuttu. Mustafa “soruşturalım, münasip görürsek veririz. Münasip görmezsek ayağını kırar otur” dedi. Ahmet’te aynı düşüncedeydi. Aysel, ayağını kırmasını bilmezse bildirilirdi. Selman’ın tanıdığı kadarıyla efendi, saygılı, kimseye zararı dokunmayan bir kişiydi. Belki de Aysel’de gönlü olduğu için bize karşı saygılı görünüyor düşüncesine kapıldı. Bu durumda soruşturmakta fayda vardı. Uykucu maksadını tam olarak anlatamamıştı. Niyeti Aysel’i vermek değildi. Kendince bela dediği bu belayı başlarından nasıl savacaklarıydı. Üstüne basa basa “babası nahırcıymış” dedi. Mustafa tekrar araya girdi. Babası nahırcı olabilirdi, Eli ekmek tutuyorsa geçimini sağlayabilir düşüncesindeydi. Purul’un eski nahırcısının oğullarını örnek gösterdi. Çalışmış, çabalamış, önce yaylı sonrada birkaç tane inek almışlardı.

O ana kadar konuşmayan, büyükleri dinlemekle yetinen Adnan “ben yeterince tanıyorum” dedi. Selman abisinin dediği gibi saygılı, kimseye zararı dokunmayan biriydi; ancak saygı karın doyurmuyordu. Kıt kanat geçinmeye alışık olmayan ablasının, ileride mutsuz olacağını düşünüyordu. Adnan’ın anlattıklarının ardından gözler yine Mustafa’ya çevrildi. Büyük olarak söyleyecekleri önemliydi. “Madem denk değiliz, münasip bir dille olmayacağını haber veririz” dedi. Uykucu Ayşe aynı düşüncede değildi. Aysel’in, yemin ederim başkasına kadın olmam sözü kulaklarında çınlıyordu. İstemeye geleceklerin önüne çıkarda ben Çetin’i seviyorum deme deliliğinde bulunursa rezil olurlardı. Bunları düşünen kaçmaya da kalkışabilirdi. Bu ayrı bir rezillik olurdu. Öğle bir şey yapmalıydılar ki hem karşı taraf vaz geçsin, hem Aysel Çetin’i zamanla unutsun. Aklından geçenleri oğullarına anlattı:

-Haber salalım gelsinler, istesinler. Veremeyecekleri miktarda başlık parası isteriz. On adet burma bilezik, iki metre zincir ve beşi bir yerde şartı koşarız. Bir evde iki gelin olmaz deriz. Durumları iyi olmadığına göre kabul etmezler. Aysel’e, biz seni verdik; ama isteklerimizi yerine getirmediler deriz. Bu kadar altını, başlık parasını ve evi senin geleceğini düşünerek istedik deriz.

Mustafa kabul etmedi. Nahırcı da olsalar insandılar. İnsanlarla oynamaya hakları yoktu. Hüseyin’in oğullarına yakışmazdı. Yapılması gereken, uygun bir dille hayır demekti. Uykucu Ayşe ısrarla “kızımın geleceği için oynarım” dedi. Adnan gülerek söze karıştı:

-Ablamın buna inanacağını mı sanıyorsun? Hayatta inanmaz. Kaş yapalım derken göz çıkarmayalım. Hayır diyelim gitsin. İki gün üzülür, sonrada unutur. Unutmazsa unutturmasını biliriz. Başka isteyen olursa hele bir yok desin de görelim…

-İnanır mı, inanmaz mı bilmiyorum. Aklıma başka şey gelmiyor. Bu gün konuşunca iki tokatla, ağzını burnunu kırmakla olmayacağını anladım. Ha, bir şey daha var.  Kutto, oğlu Murat’a istemeye gelecek.

Adnan gülmeye devam ederken başını salladı:

-Nerden aklına geldi? Kızını zorla mı isteteceksin?

-Ele deme Adnan’ım, kızı Fatma söyledi.

-Hiç bir şeyden haberin yok be anam. Tapan’ın kızı Aysel’le karıştırmışsın. İki güne yüzük takacaklar.

-Ne bileyim. Bacısı Fatma… Neyse… Unutalım.

Mustafa’nın, insanlarla oynamaya hakkımız yok demesine rağmen, gelip istesinler diye Hüsniye Abla’ya haber saldılar. Tabi ki habere en çok sevinen Aysel ile Çetin’di. Hayalleri gerçek oluyordu. Aynı yastığa baş koyacaklardı. Buna sevinilmez miydi?

İki gün sonra; Musa, Fikri, Sebahat, Hacer, Hüsniye Abla’nın öncülüğünde Aysel’i istemeye geldiklerinde kapıda güler yüzle karşılandılar. Edindikleri ilk intiba hayırlısıyla söz yüzüğü takıp gidecekleriydi.

Öncelikle karşılıklı hal hatır sordular. Musa, sebebi ziyaretlerini bildirerek Aysel’i istedi. Kimsiniz, Çetin ne iş yapar gibi sorular sorma gereği duymayan Uykucu “kısmetse olur” dedi. Son sözü Mustafa’ya bıraktı. Mustafa, istemeyerek de olsa, sözü başlık parasına getirdi. Musa, başlık parası isteneceğini bilerek gelmişti. Adettendi, az çok mutlaka istenirdi. 20bin lirayı duyunca ne diyeceğini şaşırdı. Tabiri caizse dona kaldı. 5bin, 6bin isteseydi kabul edecekti. Ahırdaki iki ineği satar birazda borçlanırdı. Bu kadar miktarı ne borçlanabilir, ne borçlandıklarında ödeyebilirdi. Musa, 10bine razı edebilir miyim diye düşündü. Razı olursa üçüncü ineği de satar biraz borçlanırdı. İki seneye kadar buzağılar imdadına yetişirdi. Musa daha ağzını açmadan Mustafa diğer isteklerini sıraladı:

-On adet yirmi gramlık yirmi iki ayar burma bilezik, iki metre yirmi iki ayar altın zincir, beşi bir yerde istiyoruz. Evinizde bir gelin daha varmış. Üç göz evde iki gelin kalamayacağına göre düğün gününe kadar bir ev yaparsınız.

Bunun adı, size verecek kızımız yok demekten başka şey değildi. Söz sırası, Aysel’i vermek istemediklerini anlayan Musa’daydı:

-20bin lirayı 10bin lira yapalım. Beş adet on iki gramlık on sekiz ayar bilezik takalım. Ya bir metre zincir, ya da beşi bir yerde olsun. Bunların dışında günün şartlarına göre farklı şeylerde takabiliriz. Eve gelince, iki sene bizimle yaşasınlar.

Bunları da yapabilecek imkânı yoktu. Söz yüzüğünün ardından nişan, görmek, esbap biçimi, düğün masrafları vardı. Bir odalıkta olsa mobilya almaları gerekiyordu. Düğün hemen yapılacak değildi ya. Balık payı gönderilecek; denize götürülecekti. Bayramda baklava ile birlikte bilezik göndermek gerekirdi.

Çetin’e kız isteyecekleri duyulmuştu. Mutlaka neden vermediler diye soranlar olacaktı. Musa’nınki el âleme karşı bu kadar başlık parası verdik demek içindi. Mustafa, istediklerinden geri adım atmayınca helallik isteyerek kalmak zorunda kaldılar.

Üzücü haberi alınca, o gece gözlerine uyku girmeyen Çetin, sabaha kadar düşündü. Sevdasından vaz geçmeyecek, gerekirse kaçıracaktı.Düşüncesini Aysel’e açıkladığında kaçalım diyeceğine inanıyordu. Geçmişte iki defa kendi rızasıyla kısmen de olsa karı koca gibi yaşamayı kabul eden kaçmayı da kabul eder düşüncesindeydi.

Yeni güne başlandığında, sabahın ilk saatlerinde vakit kaybetmeden Aysel’e gitmek istese de öğlen vaktini beklemek zorundaydı. Çünkü en doğru zaman Uykucu Ayşe’nin uyku saatiydi. O gün Aysel adımını dışarı atmayınca görüşemediler. Bir gün sonra söğüt ağacının altında buluştular. İkisi de üzgündü. Aysel “biraz bekleyelim tekrar istet” dedi. Beklemek çözüm olsaydı, razıydı. Bugüne kadar kimsenin istemediği başlığı istemişlerdi. Bir sonrakinde daha fazlasını isteyebilirlerdi. Çetin, kara kara düşünürken Aysel bir teklifte bulundu:

-Üç adet bileziğim, iki adet yarım altınım, bir adet de çeyrek altınım var. Abimlerin bunlardan haberi yok. Bir bilezikte anamdan alırım. Gerçi kolumda da var; ama çıkaramam. Göremeyince nerde diye sorarlar. Sorsunlar be, kaybettim derim. Bunları sana vereyim, burma bilezik yap. Baharı beklersek bir iki bilezik daha yaparım. Üstünü tamamlar, sen almışsın gibi getirirsin.

-Bilezikleri nasıl yaptın?

-Yumurta, yoğurt satışından üç beş kuruş artırıyorum. Şimdi bunları boş ver…

-Bileziklerle bitmiyor. Bugüne kadar 20bin lira başlık isteyeni duymadım. Yeni ev desen dünyanın parasıdır. Seni bana vermeyecekler. Bilezik, başlık bahane…

-Ne düşünüyorsun?

-Kaçalım.

-Kaçmak mı? Olmaz… Hele düğün arifesinde…

-Düğün mü? Ne düğünü?

Selman yaz başında nişanlanmıştı. İşlerin yoğunluğu, kızın eksiklerini tamamlaması derken düğünleri güz sonuna kalmıştı. Kış gelmeden bir hafta içinde evleneceklerdi. Düğün gerçeği ile yüzleştiklerinde yüreklerine ateş düştü. Evde gelin varken söğüt ağacının altında buluşmaları kolay olmayacaktı. Buluşacakları başka yerde yoktu. Çetin’e olan sevgisini dile getirdiğinden, belki de gelinin gözleri Aysel’in üstünde olacaktı. Göz önünden kaybolduğunda neredeydin diye sormaz mıydı? Kaç gün, komşuya, Ayşe’ye, Melahat’a gittim yalanını uyduracaktı. Aysel bir çıkmazın içinde gibi hissetti kendini. Samanlıkta buluşmaya razı olsa, daha da zorlaşmıştı. Eve gelin geldikten sonra hiç olmazdı. Zamana bırakmak zorundaydılar. Bakalım zaman ne gösterecekti.

 
Toplam blog
: 45
: 180
Kayıt tarihi
: 17.04.13
 
 

1961 Erciş doğumluyum. İlk öğrenimimi Erciş Emrah ilkokulunda tamamladım. Konya Ereğli İvriz Öğre..