Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Mayıs '12

 
Kategori
Öykü
 

Sonuç

Sonuç
 

Birden geri dönmek için o ana değin duymadığım olağanüstü bir istek duymuştum. Bunu yadsıyamam. Bir özlem mi yoksa o gemideki asalak miçonun geri çağıran feryatlarının bende içten içe süren ama aslında geçmişte bıraktığımız bir daha hiç dönülmeyecek anıları mı? Olaki hiç sandığım gibi değildi; olaki  düşündüklerimin dışında  olan bir şey yoktu. Durmadan yeni bir yaşamı istiyor; acıyarak değil ama kahkahalarla kendime kıyıyordum. İyice tutulmuştum. Uzun bir süre (kimbilir buna  bir  ömür de diyebilirler) konuşamamanın, konuşulanları anlıyamamanın  küçümsenişinde yıllar yılı küçük odama doldum ve boşaldım. Kısaca tüm olanları ussal bir düzene koyamamanın etkisindeydim. Şimdi onlar,alışılmamış bir gövdenin başkaldıran gözlerine (evet, gözlerime)  biraz sonra yorulacağımı, herkesçe bilinen bir nesne durumuna  geleceğimi bile bile nasıl dik dik bakabiliyorlar. Orada durduğumdan beri gözlerim ayaklarımın ucundaydı. Ama onların arkasında bulunan karmaşaların ayrımına şimdiye dek varamamıştım.  Olaki şimdi yeni yeni..  BİRDEN birinin başı ayaklarıma değdi. Sallandım. Hiç beklemediğim bir şaşkınlık içindelerdi. Yeni bir iş çıkarmıştım onlara. ÖLÜLERİ ANLAMAK. Böyle bir olayın nasıl gerçekleşebileceğine değin, gerçek örnek önlerinde olduğu halde çeşitli yorumlara neden oluyordum ben. Öylesine gürültü içinde yaşıyorlardı ki  bu içinde bulundukları sessizlik durumu alışamadıkları bir  şeydi. Her günkü bilinen koşullar altında onların arasında olsaydım, tam işe gitme zamanıydı. Ayakkabılarımı giyecektim. Bir şeyi unutup unutmadığımı denetlemek için önce ceplerimi yoklayacak, dört duvara ayrı ayrı bakacam, eksiğimizi kendi kendimizden ayıramazmışız gibi sonunda temelli kalacak olan gereksiz yüklerimden biri olarak sayacak, ellerimi ceplerimden ayırmaksızın  uzun bir süre kapıda salınacaktım. Şimdi kalın  bir ipin asılı durduğu hatıla son bir bakıştan sonra gürültüyle çekecektim tokmağı. Nereye gidersem gideyim o can sıkıntısı  hep benimle birlikte olacak, bir orkestranın yapabileceği gürültülerin tümünü  yapacak, ben de bunlara doğal bir uyarıcının marifetleriymiş gibi uyacaktım..  Ve düzen işleyecekti. Bir şarkısız sıkıntıyı sürükleyip gidecektik. Çok daha fazla  erdemden  sözedebilmek, örneklerini gösterebilmek, hatıla biraz daha yaklaşabilmek için en büyük doğrularımı ortaya sürecektim. Olaki  içten güleceklerdi. Ortamda olabilecek en ussal bir  varlığın son örneği, ya da bulunmaz Anka kuşu gibi boyalı, benekli bir garip yaratık olarak belleyeceklerdi yüzümdeki benekleri. Bunun böyle olmadığı üstüne ne kadar yemin etsem, anlamayacaklar, yine pis pis güleceklerdi.  Onları inandırmanın, inandırmak için çalışmanın hiç gereği yoktu. Son oynanan oyunların en güzelini oynamakta,zamanımızda gösterilmeyen başarıların en üstününü göstermekte zaten eşsizdim. Aslında  sen de  öyleydin.  Senden daha üstün biri olsaydı, onu bilseydik, yıkar, seni onun yerine put yapardık. Fısıldaşırlar.

Birbirlerini inandırabilmek için öylesine inançlı  ve  mistik davranırlardı ki, bunun için, inandırabilmek için, yaşamlarından birazını bile bağışlamakta gönüllü  davranabileceklerine gerçekten inanabilirdi kişi. Salt yalan, derdim. Böyle kısa süren bir birimizi inkarların, bizi  düşünenlerin gözünde yokolmaya doğru bir gidiş olduğunu düşünmeğe kendimi inandırmıştım. Bazan  çoğu  kez  üstümde  o iri  hatılı görmediğim günlerde, işlerimin çoğunun tamamlanmadığını, değişimler için hazır olmadığımı, onu inandırmak için yeteri kadar  özverili davranamadığı  düşünürdüm. Oysa sevgilim,o benim  sevgilim, hiç bir zaman bana inanmadı, ve ne olduysa aslında bu yüzden oldu. Önce titrerdim, daha sonra sakinleştirirdi beni  bu anların geçiciliği. Gecikmiş bir marşandizin son vagonundaki gardıfrenin  tekerleklere  eğilişini  duyardım; onun yerine koyardım kendimi. “Rahat değil,”  derdi.  “Yalan”, derdim. Sonra o düzene iyice kafamı kaptırdığım günler oldu.  Yaşamıyordum, çalışıyordum. Bulunduğum delikten çıkıp, gözlerimi bağlayan  bağları çözüp, yadsımak yoluna gitmek. Evimi yıkarlardı. Kaç kez düşündüysem  bunu, o son asil gemicinin, kara gemisinin sonsuzda bile yolculuk edebileceğine ilişkin ihtarlarına aldırmadan ki o her şeyi  biler, kalın Wilhemvari bıyıklarına  asıldığı  zaman günün gerçekleri kafasında  belirirdi.
“KAPTIRMA” derdi. Düşünür gibi  yapar;”Yalan” derdim.

Sarı yıldızlarla kaplı kara gökle, kutsal meyvanın yetiştiği tarlanın ortasında kendimi bulduğumda bütün bunlardan kendimi sorumlu tutmuyordum artık. Saygıdeğer rahibin önünde  diz çökmüştüm. Olaki istese de  istemesem de  işlenmiş olan suçlarım vardı. Onlar bunu affedilmez sayıyorlardı.Bağışlamaları için hiç  bir neden olmadığı gibi,  ne rahip ne de ben tam olarak  cezamın değerlendirilmesinin  tam   tarafsız  bir yargıçlar kurulunun elinden çıkmadığı kanısındaydık.  Geri dönmek. Budala,derlerdi adama. Zaten düzene yeniden sokmaları için de  bir   neden   yoktu. Kısaca acılar, işkenceler beni bekliyordu. O zaman dönmek, niye. Son yakarımı  yapmak  için ellerimi kaldırdım, önümde çaprazladım.
“KENDİNİ DİNLE” dedi rahip. “SÖYLENECEK SÖZÜM YOK” dedim.

Son bir istek, organik güçsüzlüğümden doğan pişmanlık bir yana bırakılsa, bile bile bir şey istemek gülünçtü. Ayağa kalktım. Kendisini oyaladığım için özür diledim rahipten. Uzattığı kutsal göz yaşları dolu şişeyi öptüm. O bizim ilk çaresizliğimizdi.  Herşey yitebilir, herşey unutulabilir ama o göz yaşları hiç bir zaman. Rahibin dudakları oynuyor, benim için ona yakarılar gönderiyordu. İvecenlik ettim. Kimseyi daha fazla oyalamak istemiyordum. Bıraktım kendimi.

BİR BEYAZ KUĞU,  BİRAZ ÖNCE ONDÖRT YAŞINDAKİ  BİR KIZIN
UYKULARINI YIKADIĞI GÖLDE ÇIRPINDI.  KIZ KONUŞMAK İÇİN AĞZINI
AÇTI, KONUŞTU, KONUŞTU.... SON BİR  KEZ  DAHA İŞİTMEK İÇİN ÇABALADIM. GİİTTİKÇE UZAKLAŞTI.. DUYAMADIM, GÖREMEDİM...

(Elif,Sayı:42,Nisan 1965)

 

 

 

 
Toplam blog
: 2579
: 848
Kayıt tarihi
: 24.10.10
 
 

Mesleğim eğitimcilik… Şimdi artık emekli bir vatandaşım… biraz şairlik, biraz hayalcilik, biraz s..