Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Mart '13

 
Kategori
Öykü
 

Sormaya bile korkuyordu Züleyha!..

Sormaya bile korkuyordu Züleyha!..
 

Ayten Teyze' nin anısına..!


Kasabanın toprak yolunda bir toz bulutu içinde, ağır aksak süzülüyordu emektar minibüs…

Görenler gökyüzünde bulut üzerinde mi yoksa yeryüzünde mi ilerliyor; karıştırırlardı…

Onun yolunu gözleyenler; özellikle çocuklar…

Yola hâkim tepelere öbek öbek tünerlerdi; bu halleriyle telgraf tellerine ard arda dizilmiş kuşlardan pek farklı görünmezlerdi… Bazen beklemek o kadar zul gelirdi ki; bazıları beş taş oynamaya dalar, bir diğeri elinde çubuk toprağı eşeler, ikisi kafa kafaya verir diğer arkadaşlarına yapacakları muzipliğin planını kurarlardı… Ama bu uğraşılar “ O” ufukta belirene kadar devam ederdi sadece… Tozuta tozuta beyazlar arasında minibüs yol alırken, onun gelişinin farkında olmayan arkadaşlarını da dürterek uyarırlardı… Altı-yedi çocuğun gözlerini faltaşı gibi açıp, bu kadar süre bekleyip; sonra da uzakta kıvrıla kıvrıla devam eden yolu ve minibüsü takip etmeleri biraz da bu emektarı masal kahramanlarının dünyadaki yansıması olarak görme isteklerindendi… Kimi zamanlar arızalanırdı ve gecikirdi; işte o günlerde türlü türlü hikâyeler uydururlardı birbirlerine, en çok da yaşça kendilerinden küçükleri korkutmaktan çok büyük zevk alırlardı…

Yolu üzerindeki köylerdeki ahali için o, bir ulaşım aracı olmaktan çok fazlasıydı…

Yollar o kadar ıssızdı ki; zaman zaman civar kasaba ve köylerde insanların yaşadığını bile unuturdunuz… Ancak onunla, diğer köylerdeki hayatların varlığına inancınız pekişirdi…

Bu civardaki bir yeri diğerine bağlayan tek araçtı… Hiç parası olmayanların bile en azından bir kerecik onunla işine, gücüne, sevdiğine ulaşmışlığı vardı… İsmail Ağa’ nın Halil’ i derlerdi ona… İşte o bu minibüsün ve civardaki tek ekmek fırının sahibiydi… Kıtlık dönemlerinde bile fakirin fukaranın karnını aç koymamış; en azından ekmek dağıtmış, bir yerden diğerine minibüsüyle taşımıştı… Cebi üç-beş para gördüğünde diğerlerine sırtını dönen onca örneğe rağmen “ O” parmakla gösterilirdi… Evinde kendisini bekleyen kızlı erkekli dört çocuğu, yirmili yaşlarda gencecik eşi vardı… Buralarda çocuk denecek yaşlarda evlenmek sıradandı…  Akşam üzeri, hava kararmaya yüz tutunca çocukları annelerinin eteğini çekiştire çekiştire babalarını beklerlerdi… Eşi de “O” geldiğinde elindeki her işi bırakır akşama kadar yorulan efendisini dinlendirmek için çabalardı… Belki de  Halil’ in diğer insanlara kadar uzanan iyiliğinin asıl kaynağı eşi Züleyha da gizliydi…

Halil’ e iyi ya da kötü diyemezdiniz… Diğer insanlar gibi o da birçok duyguyu içinde barındırıyordu çünkü… Ama baktığı yer neresi olursa olsun güzeli görmesini sağlayan bir eşi vardı… Ve bu onun en zor olayı bile çok rahat aşmasını, insanları daha farklı sevmesini sağlıyordu…

Halil hiç bitmeyecek sanıyordu bu hayatı;  Züleyha da… Sanki bir dilek dilemişlerdi ve onu yaşıyorlardı… Değil onların, hiç kimsenin aklına gelmezdi; her zaman askıda duran, sabahın ayazından Halil’ i koruyan paltonun bunları yapabileceği…

Bütün sabahlar gibiydi o gün de… Kahvaltı sofrası hazırlanmış Halil’ i bekliyordu…  Ocakta demlik fokur fokur kaynıyordu… Birlikte kahvaltı yaptılar... Nedense sabahları konuşmazlar, gözleriyle anlaşırlardı… Bu hep böyle olurdu… Halil kapıya yöneldiğinde Züleyha paltosunu tutar eşini yolcu ederdi.  

Birbirleriyle geçirdikleri her anın mucize olduğunu anlayanlardandı onlar… Halil yola çıktı… Züleyha işe koyuldu… Çocuklar uyandı… Dakikalar birbirini kovaladı… Bir zaman sonra evin önünde park eden minibüsün sesiyle irkildi Züleyha… Bu kadar erkenden beklemiyordu…Gözünün önünden bir gri bulut geçti; yine de hayra yordu…

Kapıyı açtı, Halil yoktu… Ondan gözlerini kaçıran birkaç kişi vardı… Konuşmuyordu kimse… Diller lal olmuş;  gözler dillenmişti… Sormaya bile korkuyordu Züleyha; kulakları duymasın, gözü görmesin istiyordu… Bacaklarının takati kalmadı birden; olduğu yere yığıldı… Evin önünde biriktiler köylüler… Köyün kadınları Züleyha’ nın yanına çömeldiler… Sessiz sessiz birlikte gözyaşı döktüler…

Halil’ in paltosu minibüsün tekerine dolanmış, kalmış Halil’ i tekerlerin altında… Bu sesler ona öyle zor ulaşıyordu ki… Belki de kötü bir rüyadaydı ve uyandığında Halil’ i karşısında bulacaktı… Birden evde dört çocuğunun olduğunu hatırladı… Şimdi babasız kalan dört çocuk… Yavaş yavaş gerçekliğe döndü… Kendini düşünmenin, ağlamanın sırası değildi… Gözündeki yaş kurudu birden bire…

Artık Halilsiz olan evinin kapısından, içeri adımını attı…

 
Toplam blog
: 58
: 484
Kayıt tarihi
: 04.01.12
 
 

Kendinin farkında olmakla başlar herşey.  Akar giderken birşeyler insan tutunmak ister hayata. Bu..