Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Eylül '06

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

Sözlerle suslar arasında...

Sözlerle suslar arasında...
 

Bazen olur böyle...

Boğazımdan çıkmak bilmez kelimeler. Ardı ardına sıralanır, şimdi olduğu gibi fakat bir dirhem ileri gidemezler işte. Akşam saati İstanbul trafiği edasında kitlenir kalırlar böyle.

Üstelik burada ki sıkışıklıkta; ne bir tarfik ışığı vardır, ne de iş çıkışı saatini atlatınca, biraz olsun trafiğin akışkan faza geçebileceği, umudu.

Yutkunup duruyorum sabahtan beri. Asıl derdim, söylemek istediklerimi dile getirmek de zorlanmam da değil. “Keşke böyle olsaydı” diyorum... Ama değil işte, biliyorum...

Bu gün bende ki sıkıntı, söylemek istediklerimi bir türlü söylemeye cesaretimin olmayışı...

Üstüne üstlük, bu cümlelere yakın bir zamanda, yeşil ışık yanacağa da benzemiyor doğrusu.

Bazen de, söz altındır. Hep sukut altın olacak değil ya...

Zaman zaman dile gelmeleri kelimelere manasını kaybettirecek gibi hisseder ve susarım ben.

Ama işte gün geliyor, suskunlukta içeride büyüyen bir hal alıp, için için boğuyor...

-O zaman neden mi susuyorum?

-Dedim ya cesaretim yok diye..

-Belki de, artık pek de gönlüm yoktur konuşmaya...

-Yok, yok sebep bu değil mi dediniz?

-Evet belki de doğru, haklısınız ...

Hadi, size itiraf edeyim, en iyisi mi ben; Evet ben konuşmayacağım, çünkü ben pekala biliyorum ki, ne cesaret sorunuım var benim, ne de gönülsüzlük...

Susuşum da tek bir gerekçe: var “Söyliyeceklerim; söylenmediği sürece bana köledir, fakat onlar bir defa dile geldiler mi... işte o zaman ben onlara köle olurum...”

Böyle düşünürüm ve işte bundan beridir ki, içrek olan dan ziyede, ne var ne yoksa dilimde benim..

Gönlümdekini ise, hiç sormayın dilimin ucun dan dah olsa, kimseler göremez onu..

Çünkü, ben hayatta üç şeyin geri dönüşü olamayacağını düşünürüm: Kaybedilen sağlığın, geçen zamanın, yerinde ve zamanında edilmeyen sözün...

Zamansız edilen bir kaç cümle, tüm hayatımızı bir anda değiştirebileceği gibi, hiç telafuz edilmeyen sözler de gün olur pişmanlığa veya geri dönüşsüz kayıplara neden olabilirler...

Ama iş işten geçmiştir artık. Üzerlerinden esen onca rüzgarın ardından, gelecek ne bir af cümlesi, ne de bir pişmanlık beyanı gideni yerine getiremez. Biz dilesek de, biz affetsekte, zaman affetmez...

Yersiz ve zamansız söylenen sözler kadar; zamanında söylenmeye cesaret edilememiş veya o an için gereksiz denilip de, ihmal edilmiş cümleler; o an hiç akla gelmezken belkide sonraları, hayattlarımızda ki kayıplarımıza öncüller olabiliyorlar.

Bir bakıyorsunuz ki, yıllar yılları kovalamış ve üçüncü kayıpta, diğer ikisinin ardı sıra kapınıza gelip,dayanmış. Bir sabah yanlız yatağınızda uyandığınız da görüyorsunuz ki, o söyliyemedikleriniz, o boğazınıza düğümlenenler size mutsuz bir yaşam olarak dönmekle kalmayıp, sağlığınızı da peşi sıra alıp götürmüş.

Bu demek değildir ki; ne var ne yoksa paylaşın, anlatın saçın savurun, ortalık yere olur olmaz kimselere...

Ama inanın, bu arada ki ince çizgnin de, doğru şekilde çizebilmesi gerçekten, çok önemli...

Nerede? Kiminle? Ne zaman? Neyi? Ne kadar? Ve Ne amaçla?

Konuşacağımızın idrakinde olarak edilen bir kaç cümle; bazen yaşamınızın dönüm noktası olabilecekken,

Tam o an’ da; konuşmak gerekirken, donup kalmak ve susmakta aynı etkiyi gösterebiliyor.

Ve akış bambaşka bir yöne dönebiliyor...

Sizde bu akışla beraber rotanızdan sapıp, farklı bir mecraya bambaşka bir yaşama sürüklenebiliyorsunuz.

Sesizliklerde, sözsüzlükler de buluşabilmek ise, bambaşka bir meziyet doğrusu..

İşte o ahengi yakaladığımız da yaşanabilecek doyumun tadı, bence ne şu çok sevdiğimiz kelimelerde var, ne de süslü püslü, alı pullu cümlelerde...

Suskunluklarda anlaşabilen, bakışlarda sevişebilen nice kalp var ki; Ne susma, ne de söz etme gayreti içinde olsun..

İşte onlar bambaşka bir alem de yaşam sürüyor gibiler.

Tüm divan, tek bir bakışta onlarda.

Tüm sözler, bir gülüşte onlarda...

Belli ki Ol mak da olan, farklı bir akışda onlarda...

Gönül isterdi ki, sadece böylesine meyl edelim.

İş ki bunun hazına, bir gün biz de erelim..

Bu denli yaşanmışlık ve sabrı deneyimlemiş olabilenlerden oluruz veya olamayız; orası şimdilik mechul ancak bu henüz bir çoğumuz için, varılması hedeflene bir “ideal” olasa da, el de de bazı mevcutlar olduğu şüphesiz. En azından bu mertebeyi hedeflemişken şu an için, “Söz ile Sus arasında” az önce saydığımızı altı soru işaretine yanıt olabilecek bir tutum sergileyecek şekilde düşünebilelim. Ve bu hesabı yaparak sözü veya suskunluğu tercih edelim derim.

Gayretimiz bu olsun. Susmak yada, konuşmak bilinçle yapılan bir seçim olsun. Öyle olsun ki, sonuçlarından bizzat şikayetçi olmayalım. Ne demişler, " Boğaz yedi boğumdur” ...

O halde, son pişmanlığın fayda etmeyeceği konusunda hem fikir isek, ben derim ki: Dediğimizi veya demediğimizi bilelim...

Mevlana Cellaleddin Rumi' nin güzel sözüyle, bu yazıyı da burada, noktalama vakti geldi de geçiyor bile... Zira, az sonra iş yerimden ayrılıp İstanbul' un akşam trafiğinde boğazımda kelimelerimle kitlenip kalmak için telaşım var...

"Susmamızdan bir şey anlamayan, konuşmamızdan ne anlasın"

Şimdilik buraya kadar. Hoş kalın, hoşça kalın...

Sevgi ve ışıkla
Ayna

 
Toplam blog
: 268
: 1969
Kayıt tarihi
: 15.09.06
 
 

Var olan her oluş ve bozuluş hakkında gözlem, tahlil ve sonuca varma sürecindeki yolculuğumu, siz..