- Kategori
- Deneme
Sürgün Düşler Maviye Akar
Onlar ‘biz’ler değildirler/ ‘öteki’dirler; farklı iklimlerin insanları/ biraz küstürülmüş sürgün/ biraz karın tokluğuna gurbetçi/ en çok da boşaltılmış köylerin mülteci gezginidirler/ yoktur vatanları/ kendilerini nereye ait hissederlerse ve nerede doyuyorsa karınları/ oraya ait olduklarını bilirler.
Yoksuldurlar/ mayaları bu yüzden sürekli acıdır/ yoksulluğun rengi nedense hep mavidir onlar için/ mavi daha çok umudun resmidir oysa.
sıradan bir hayatları vardır onların
ve herkes gibi iyimser hayalleri.
öyle büyük ve kalıcı değişimler yaratan,
hırsları yoktur.
başkalarının düşleriyle değil,
kendi gerçekliklerinde hayatlarını sürdürürler
ama asla yaşar gibi yapmazlar.
Aynı yaşantının ve benzer öykülerin şöhretsiz figüranlarıyızdır. İçimizde, bizimle beraberdir onlar. Yürüdüğümüz sokakta ansızın önümüzde belirirler ve yanımızdan seğirtip giderler. Şehrin işlek caddelerinde en çok onların silik silueti seçilir. Sinema çıkışlarında, akşamcıların uğrak yerlerinde öteki olabilme duruşlarıyla, karın tokluğuna dururlar. Balıkçı değildirler mutlaka, çoğu daha önce denizi görmemiştir ve mümkündür; yıpranmış ama hırçın dalgalara hala direngen bir tekneleri de vardır. Fakat denizi ve bereketini iyi bilirler. Kim bilir denizde doğmadılar, ne var ki o boğulası hoş serinlikte ölmeye, o sulara gömülmeye razıdırlar.
bilmediler balçıktan geldiklerini
her ölümden sonra gördüler
toprağa gömüldüklerini.
anladılar hayatları sürgün,
düşleri sürgün,
sürgündü beklentileri.
sığ bir deniz yatağı,
bir avuç bereketli yeryüzü parçası diye
terk edilmiş bir bataklık eskisi buldular.
gün atımından,
soğuk günbatımına
midyenin çamurunu eşelediler…
eşelediler…
Bu sıkıcı ve tekdüze günlerde ya da daha sonraki geniş zamanlarda ve bir yerlerde deniz hep oldukça; olur ya yolunuz eğer Güzelbahçe taraflarına düşerse, İnciraltı’na yönelin: Deniz kenarında bir banka oturup yosun kokusunu duyumsayın. Canınız temiz havada bir de sigara tellendirmek isterken, bunu yapmaktan vazgeçin, oksijeni bol manzarayı tütün kokusuyla kirletmeyin. Birkaç metre ötenizde, kıyıda yarı bellerine kadar dondurucu suya girmiş, tenleri kavruk gencecik bedenlerin, kum midyeleri için debelendiğini görürseniz şaşırmayın. En fazla beş adım, hala o bankta oturuyor musunuz? Hadi ayaklanın ve o büyük adımları atın. Bakın sahildesiniz. O insanlara biraz daha yaklaşınca, durmadan hareket eden, eşeleyen, arayıp bulan ellerine bakışınız kilitlenecek ve gün ışığına gelen kara midyelerin, soğuktan pörsümüş yoksul avuçlarda gülümsediğine tanık olacaksınız.
* * *
Mevsimlerle sınırlı olmayan bu zorlu mücadele, denizin olduğu birçok coğrafyada, yurdum insanının saydam yazgısını belirleyen bildik bir fotoğraftır. İklimler değişir, rotalar belirlenir ve dümenler çevrilir yakın denizlere. Suyun üşümesi büyür, değişmez ancak midyecinin hazin bekleyişi. Sonra su ısınır, doğurganlığı artar ve deniz cömertleşir. Midye bereketiyle gelir, sevince vardırır örselenmiş yürekleri. O gün, o kıyıda, o an çaresizlik ertelenir.
* * *
Denizin tuzlu suyunu emerek beslenen siyah midyelerin hasadı, yoğun olarak sığ deniz yatağındaki kumlar arasında veya mercan kuytuluklarında gerçekleşir. Suyun içinde denize rağmen bir hayat kuran midye, midyeci için bambaşka bir geçinme kaynağının öznesi olarak bekler. O sert kabuklu kara görüntüsünün altında, keşfedilmeye hazır yumuşak, lezzetli bir zenginlikle durur midye. ‘Denizden babam çıkarsa yerim.’ anlayışına sahip toplumlarda, her kesimden insanın damak zevkine seslenebilen ve her sofrada yer bulabilen bir su ürünü olma özelliği de taşır.
* * *
Açlık sınırındaki yaşamların çoğul olduğu bu coğrafyada, midye avcılığıyla uğraşan kesimi hiç düşündünüz mü? Sanırım hayır ve midyeyle hayatları kesişen öyküleri önemsediğiniz de söylenemez. Çünkü bu hikâye onların ve ilginç bir yanı da yok üstelik. Genelleyebilirsek, istihdam anlamında vatandaş; lakin belirgin bir vasfı olmayan, eğitimi eksik yahut eğitimsiz sürü mü? Yurttaş ama bir yere aitliği bulunmayan gurbetçi ya da kimi etnik baskı ve sosyal nedenlerden ötürü göç etmiş dahası kalabalık bireylerin oluşturduğu aileler mi? Doğrusu hangisi bilemiyorum, bildiğimi sandığım bir şey varsa o da şudur:
Hayatımı sürdürdüğüm, tarihsel bir doku üzerine kurulu -ismini amazonların verdiği şehir- İzmir’de, midyecilikle uğraşan iki yüz tekne ve beş bin öykünün olduğudur. Bu midye avcılarına ailelerini de eklememiz gerektiğini söylediğimde ise onların kaygılarına dokunmuş olmayız, hüzünlerine merhametli bakışımızla teğet geçmiş oluruz.
* * *
Yüksek binalarla kuşatılmış kalabalık sokakların bittiği kıyı çizgisinde, adına ‘deniz’ dediğimiz olağanüstü büyüklükte bir su kütlesi başlıyor, bu saydam, mavi berraklık biraz tuz biraz yosun kokuyor; ara sıra da saçlarınızı okşayıp geçen ılık rüzgârlar gönderiyor ise yaşamı soluduğunuz şehirde deniz vardır. Öyleyse, kentinizde çoğunuzun şu alelade manzarayla karşılaşması yüksek ihtimallidir: Önünde ahşap bir taburenin üzerinde, alüminyum bir tepside, büyüklü küçüklü midyelerin dizili; ortalarında da limonların olduğu halde, caddenin sakin bir köşesinde zayıf, sıska ve ezgin birinin sonsuz bir sabırla beklediğine ve tebessümle midye sattığına…
Küçücük midyeler, umudu daha da önemlisi geleceğidir o adamın ve varsa ailesinin. Küçük çocuklarının boncuk gözleri babalarındadır. Midye, oyuncak, okul ve çocukça gülümseme demektir. Özellikle Mardinli vatandaşlarla özdeşleştirilen bu zanaat, metropollerin varoşlarını mesken tutan, aslında denize yabancı olan bu talihsiz insanlar için ilginç, düşündürücü bir var olabilme savaşı ve gelir kaynağıdır. İşte bu nedenle Mardin ve midye ikileminden dolayı, Mardin hep maviye akar… Denizin mavisi griye dönmedikçe akacaktır da…
* * *
Her şeyin, kalıcı olan her şeyin değiştiği; hırsların ve taleplerin kalpleri acımasız kıldığı bir dünyada, yoksulluk kaderi olmamalı bu insanlarımızın. Karın tokluğuna hayatlar ve midye parasına umutlar yeşertmek, geleceği kurmak, bu iyimser ve mütevazı insanların işi olsa da toplum olarak parçalanmış bu yaşamların geleceklerini yaratmalarına katkıda bulunmamak, uygar ve modern geçinen zavallı toplumun ayrı bir çelişkisidir…
Deniz oldukça ve rengi turkuaz kaldıkça, midye daima olacak. Ve midye olması gerektiği yerde, soğuktan çatlamış elleri sürekli bekliyor olacaktır. Çocuklar da babalarının sattığı midyelerin parasıyla, kendilerine aldığı oyuncakla eve dönmesini…
Yaşasın mavi ve bereketli deniz. Mavi eşittir umuda. Ve midye, hep aksın mavi bir geleceğe…
karakusabbas@gmail.com
http://blog.milliyet.com.tr/abbaskarakus
Resim: “Kırık Midyeler” filminden Mardinli Uğur Barış