Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Kasım '13

 
Kategori
Dünya
 

Suriye için Türkiye ile İsrail anlaşabilir mi?

Suriye için Türkiye ile İsrail anlaşabilir mi?
 

Onlar bölünüp parçalanmadan yine kardeşçe yaşayabilecekler mi?


Görüldü ki Tek Partili Suriye içten çökertilemedi!

O partinin adı dilimizdeki ‘diriliş’ karşılığı olan Baas idi.

ABD ile Batılı ortaklarınca çökertilen Irak’taki tek parti de Bass adını taşıyordu.

Şimdi yok!

Irak’ın parçalanması sürecinde olduğu gibi Suriye’nin parçalanması uğrunda da din, mezhep, etnik yapılanma, terör örgütü gibi ne kadar ‘ayrılıkçı güç’ var ise beslendi, semirtildi, silahlandırıldı ve düğmeye basıldı.

Yaklaşık iki yıldan bu yana Beşar Esad’ın başkanlığındaki Şam Yönetimi bir türlü çökertilemedi.

Oysa çok çalışıldı.

Sonunda soruna Rusya ile Çin el koyduğu için AKP yönetimindeki Türkiye dâhil Batı geri adım atmaya başlamıştı.

Suriye’nin çökertilmesi ve parçalara ayrılabilmesi için sanırım çok başka sinsi tasarılar uygulanması yolu seçildi. Çünkü savaş hiledir, iki yüzlülüktür, kan dökmektir, alçaklıktır bazı yönleri ile.

Peki, gelinen son aşamada Suriye dışarıdan bombalanılarak neden çökertilemez değil mi, tasarısı doğrultusunda yeni bir tezgâhın uygulanmasına geçildiğini sanıyorum.

Suriye için Türkiye İsrail işbirliği mi?

Az önce Milliyet Gazetesi’ne gelen bir haberden öğrendiğime göre:

‘Çarşamba günü İsrail'in Lazkiye'ye düzenlediği saldırıda Türkiye'nin de rol oynadığı’ ve ilgili bilgi kaynağının ‘İsrail Radyosu ise MTV'nin kaynağının İsrailli yetkililer olduğu’ öne sürülmüş.  

Lübnan'da yayın yapan MTV kanalındaki haberde ‘Türkiye'nin 2012 Haziran'ın da düşürülen jetine misilleme olarak Lazkiye'de bulunan hava üssüne düzenlenen saldırıda istihbarat sağlayarak rol aldığı iddia edildi. İsrail Radyosu ise MTV'nin kaynağının İsrailli yetkililer olduğunu’ duyurulmuş!

Suriye bizim parçamızdır

Bir belgesel çekimi için 2001’de yedi gün kaldığım Şam’ı gezip tozduğumdan başka çocukluğumdan beri bildiğim Halep’te bulunan akrabalarımın da etkisi ile o ülkede olan bitenler beni hep ilgilendirmiştir. Orada kaldığım süre içerisinde Arap, Türk, Çerkez, Kürt kökenli dindaşlarımız ile özellikle ‘dildaş’ olmak bakımından çok iyi anlaştığım 1915 sürgünü dört Ermeni ile konuşmalarımı unutamam. Orada bana dokunan iki olaydan biri Filistin ve Suriye Valimiz Cemal Paşa’nın ‘yüzlerce Arap’ı astırdığı’ yalanı ile bir otel görevlisinin ‘Antakya’yı alacağız, göreceksin!’ dayatmasıdır. Ancak her şeye rağmen biz Türklere sevgi ve saygı besleyen nice yetkili ve esnaf ile tanışmış olmanın verdiği karşılıklı sevgi ve saygı bende hep var olacaktır.

Yıllar önce Ürdün'de görmüş olduğum gibi Şam'da da gördüm ki Türkiye Osmanlı'nın bir devamı olarak kendisinden çekinilen, sevgi ile dolu bir saygınlığın odağı ve Araplar için Batı'ya açılan ilk kapıdır. Öte yandan atalarımızın orada bırakmış olduğu nice anıt eserleri ile Sultan Vahdettin’in (1926) ve 1914'teki ilk hava şehitlerimizin mezarlarını gördüğümdeki burukluğu şu an daha derinden duyuyor olduğumu söylesem yeridir.

Dışişleri Bakanı Davutoğlu anlar bu işleri

AKP'nin Komşularla Sıfır Sorun Uygulamaları geçerli olamayınca ki ABD-İSRAİL Ortaklığı buna hep karşı olmak durumundadır o zaman bazı bulandırma sarmalı sürecince gizlice de olsa onların tasarımlarına göre 'dehşetengiz çözümler' bulunamaz mı?

Bu oyunu ABD ile KUVEYT Ortaklığı ilk Körfez Saldırılarında tezgâhlayıp Özal'ın Biz de yanınızdayız!' ve 'Bir koyup üç alırız!' gibi çıkışlarına rağmen ötelenmesinin ardından 2003'te yine Türkiye'nin ancak Özalizm çizgisindeki AKP'nin o bilinen Mart Tezkeresi'nin TBMM'den geçirilmesinden sonra IRAK'taki Saddamlı Tek Partilik Totaliter Rejimin dâhili ve harici işbirlikçilerin de yardımı ve yoğun bombardıman ile çökertildiğini yan gelip yattığımız yerden seyretmedik mi günlerce!

Nedenler ise Halepçe Katliamı, Irak’ın Kuveyt İşgali, 12 Eylül Saldırısı,  ABD’nin eski adamı Usame Bin Ladin’in kurduğu El Kaide’nin Irak’ta konuşlandığı ve Irak Ordusundaki Kimyasal Silahlar ile Uzun Menzilli Füzeler gibi çok somut olmasa bile nende olmasın, dedirtecek türden sorunlu konulardı. Sonuçta Saddam Hüseyin bencilce direndi ve ABD ile Batılı ortaları Irak’ı bitirdiler, değişik biçimlerde de olsa  bir milyonu aşkın Müslüman Arap’ın da ölümüne yol açarak.

İşte Irak ile Libya'da oynanan oyun tıpkı Osmanlı Devleti için önce BALKANLAR'da sonra da ORTADOĞU'da tezgâhlanan oyunların bir benzeri karşımızda.

Aşağıdaki haber 'bir iddia' gibi görünse de geniş toplum kesimlerinin tepkisinin çekilmemesi için SURİYE ARAP CUMHURİYETİ'nin bombalanarak yıkılması için gizlice uygulamaya konulan tasarıların son perdesi de açılmaya başladı diyebiliriz. Bu bağlamda son günlerde özellikle İsrail ile Mesut Barzani yakınlaşması yanında geçen yıllardan beri süregelen M. Barzani PKK-PYD uzlaşması ile İsrail’in Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan ile ortaklıklar kurmaya başlaması da sanırım Türkiye için oldukça manidar gelişmelerdir. Benim görebildiğim şu: Komşularla Sıfır Sorun gibi güzel bir tasarıyı öteleyerek Türkiye’ye rağmen başkalarının kurduğu bir ateş çemberi sarmalı çerçevesinde güçlenmesine göz yummak nasıl bir dış siyasettir bunu da Prof. Dr. A. Davutoğlu’nun ilgisine sunmakta yarar vardır.

Batı'ya 'dur' demek gerek

Son yirmi yıl içerisinde ortak tarih ve ortak inanlar manzumesi dayanaklı komşularımızda meydana gelen nice çok acıklı ölümler ve Irak'ın 2005'te kabul edilen sözde bir Anayasa ile parçalanması da akıllardan uzak tutulmamalıdır. Artık Türk kamuoyunda iyice anlaşılmaya başlanmıştır ki Batı akıl hocası Roma İmparatorluğunun üç kıtaya egemenliğinde kullandığı 'böl ve yönet' (divide et impera) siyasetini dün Osmanlı Devleti'mizin parçalanmasında uygulamış olduğu, bu ayrılıkçı kanlı süreci bugün Irak, Suriye ve Türkiye'de de dayatmaktan utanıp arlanmamaktadır.

Suriye’de sağlıklı bir yönetim biçimi yok diye onu yıkmak mı gerekir? Oysa ne ABD’nin ne AB’nin ne Rusya’nın ne de Çin’in beğenmediği ötelediği nice devlet düzenleri yok mudur dünyada? ‘Beş parmağın beşi bir değil’ ise yönetim biçimleri de birbirlerine uymaya bilir toplumların. Bu onların iç sorunlarıdır. Küreselleşme ile birlikte çok yönlü etkileşim doğrultusunda toplumlar daha uygar, daha dayanışmacı ve karşılıklı alışverişlerinde daha adil olmak gibi bir sürece girmeleri varsayımına göre düşünüldüğünde özellikle İslam Toplumu özleri ağır basan toplumlarda neden köklü ayrıcalıklar ile terör saldırıları ve Batı destekli darbeler ve yine terör örgütlerinin beslenmesi gibi iğrenç bir sürece bel bağlanılıyor bunu çok iyi düşünmemiz gerekiyor. Böylesi bir süreçte bir bütün olarak Batı’nın nice tasarıları ile maddi çıkarları daha ağır basıyor diyemez miyiz?

 
Toplam blog
: 570
: 1034
Kayıt tarihi
: 14.09.08
 
 

1974'te H.Ü. Sosyoloji ve İdare Bölümü'nü yüksek lisans tezi ile bitirdim. 1976 yılında yapımcı y..