Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Ağustos '09

 
Kategori
Güncel
 

Tanrı Türk'ü TSK'den korusun!

Tanrı Türk'ü TSK'den korusun!
 

duffy-duck:aptal, şaşkın ördek


Bir yol ayrımındayız. Aydınlarımız, iktidar, muhalefet, TSK, ABD, AB hepsinin kendine göre planı var. Buraya bir günde gelmedik elbette. Geldiğimiz noktada en büyük pay ise, aydınlarımızın:


Bizim aydınlarımız. Ağır, oynak kalemleriyle güçlünün hizmetinde olan aydınlarımız, Türkiye’deki demokrasiyi yerden yere vuruyorlar. Onlar için bütün eksiklerin, yanlışların sonu da TSK'ne çıkıyor. Demokrasinin tepeden inmeci, baskıcı, diktacı vs. olduğunu söylüyorlar. Avrupa’daki ile kıyaslayıp beğenmiyorlar. Ama Avrupa’daki demokrasinin yaşı ile Türkiye’dekinin yaşının bir olmadığını düşünmüyor veya söylemiyorlar. Düşe kalka yürümeyi öğrenmeye çalışan çocuğu, “Sen de niye batımızdaki komşu çocukları gibi bale yapamıyorsun” diye döverek adam etmeye çalışmak gibi, Türkiye’yi adam etmeye çalışıyorlar. Günü gelip yürüyünce, yarattıkları travmaları unutup, “Sayemizde!” diyecekler.

Avrupa kilise ve asiller tarafından ezilmiş ve soyulmuş. Sonunda patlamış. Hepsini kaldırıp atmış. Demokrasi, laiklik, sendika, kadın hakları, kadınların seçme ve seçilme hakları hep can, kan, mal pahasına kazanılmış. Onun için Avrupalının demokratik bilinci yüksek ve sahip olduğunun değerini biliyor.

Bizde aynı şekilde kendi doğal akışı içinde bir demokrasi ve laiklik olması için, dünyadaki tek pembe yunus gibi, tek laik demokratik Müslüman ülke olan Türkiye’de şeriatın olması, Müslümanların sonunda isyan edip molla, şeyh vesayetini, şeriatı alaşağı ederek yerine laikliği ve demokrasiyi getirmelerini beklemek gerekir. Bu da kaç yıl veya yüzyıl sonra olur, Allah bilir! Ama tepeden inmeci demokrasi istemem, ben demokrasinin gelişimine katkıda bulunacağım diyenler için İran, Afganistan, Pakistan var. Gidip oralarda çalışmalar yapabilirler. Bu şekilde, tepeden inmeci demokrasi olmayan bu ülkelerdeki Müslümanların özgür yaşamlarını anlamamıza yardımcı da olabilirler: Afganlı kadın İran’a gelip burkayı atıp, sadece başörtüsü takıyor. “Yaşasın özgürlük!” diyor. İranlı Türkiye’ye gelip başını açıyor özgür oluyor. Türkiye’deki dindarlar hala özgürlüklerine kavuşmuş değiller?

Türkiye’deki Atatürk devrimleri hazır programın getirilip uygulanması şeklinde olmuştur. (Avrupalıların bir kısmında bu emekle kazanılmış hakların, bedavadan bir İslam ülkesinin eline geçmesinden duyulan rahatsızlık ve/veya İslam ülkesinde demokrasi olmayacağına ilişkin inanç da vardır.) Kurtuluş savaşı işgale karşı savaştır. Laiklik ve demokrasi için savaşılmamıştır. Onun için de demokrasinin ve laikliğin değeri herkes tarafından yeterince bilinmiyor.

Bir yandan şaraplarını yudumlarken bir yandan Atatürk’ü eleştirenler, hamasi nutuklar diye dalga geçenler demokratik seçimle iş başına gelmiş yöneticiler, hiç çevremizdeki Müslüman ülkelere bakıp “tepeden inmeci demokrasi ve laiklik” olmasaydı şimdi bulundukları yerde olmayacaklarını veya yaptıklarını yapamayacaklarını düşünmüyorlar.

(Bir şekilde demokrasiden söz ediyorsak o hamasi diye dalga geçilen söylemlerin payını da unutmamak gerekir. Atatürk, “Ne mutlu Türk’üm diyene “derken etnik kökeni farklı insanların varlığından habersiz miydi? Ya da, “Türk milleti çalışkandır, Türk milleti zekidir.” derken elindeki malzemenin ne olduğunu bilmiyor muydu? Hangi kaptan oyuncularını sahaya sürerken “Rakip takım kim, siz kim, elbette yenileceksiniz” der? “Haydi, aslanlarım başaracağız.” diyerek motive etmez mi?)

Devlet suçlu, yapmadı. Sen devlete sövmekten başka ne yaptın, diye sormazlar mı adama? DTP’nin toprak reformu, nüfus planlaması, çok eşli-zorla evliliklerin önlemesi, kan davası, eğitim seviyesinin yükseltilmesi konusunda çaba göstermesine de önayak oldun mu? Kaç çocuğun okula gönderilmesini sağladın? Kulağa hoş gelenin içinin neyle dolacağını düşündün mü? Kürtçe okul olunca daha çok sayıda kız çocuğunu okula gönderecekler, çok eşli evlilikler, ağa-çevre baskısı azalacak mı? Yoksa iyice içine kapanıp, “Bizde adet böyledir” diye katmerli baskı mı gelecek? Olmayan “Ermeni Soykırımını” kabul ederek mi barışa katkıda bulunursun? Yoksa “Büyük Ermenistan”, “ Büyük Kürdistan”, “Demokrasi Getirmek” gibi emperyalist oyunları insanlara anlatıp, enayice tekrar tekrar tuzağa düşmeyi, birbirine asırlarca düşman olmayı, bir avuç emperyalistin çıkarı için birbirini öldürmemeyi sağlayarak mı?

Ayrıca ulusların tarihleri ve bünyeleri farklıdır. Türkiye gibi halkın çoğunluğu Müslüman olup Avrupa demokrasisine göre eksiklerini tamamlamaya çalışan bir başka ülke var mı? Ama Türkiye’nin yer aldığı coğrafyanın koşulları, komşuları ile İsveç veya Belçika’nınki aynı değildir. “Baş ağrısına karşı Aspirin kullanılır. Sen de yutacaksın” diye ülserliye baskı yapar gibi, bir takım şablonların Türkiye’ye dayatılması bu açıdan yanlıştır.

Askerin Avrupa’daki ve Türkiye’deki geçmişi farklıdır. Avrupa’da Mussolini, demokratik seçimle başa gelen Hitler, orduları ile ülkeye, dünyaya yıkım getirmişlerdir. Askerin haddini bilmesi, denetim altında olması, aynı acıların yaşanmaması için gereklidir. Bizde ise, Türkiye’ye demokrasiyi ve laikliği getiren Atatürk de, ondan sonraki İnönü de Kurtuluş Savaşının kumandanlarıdır. Onun için Türklerin gözünde sivil yönetimde askerin yerinin ve etkin rolünün olması yadırganacak değil, son derece doğal bir durumdur.

(Pek çok toplumda ergenliğe geçiş törenleri yapılır. Toplumlara göre dini tören veya yarışmalar şeklindedir. Türkiye’de ise, askerliğini yapmış olmak ergenliğe geçiştir. Askerliğini yapan genç, toplumda artık çocuk değil, herkes tarafından ciddiye alınacak, evlenecek, iş kuracak ve sorumluluk alacak kadar olgun kişi olarak kabul görür. Onun için gençler davul zurnayla, halayla, havalara atılarak askere uğurlanır.)

TSK’nin bir avuç şehirlinin, asilin, seçkinin sözcüsü olduğu, ülkeyi seçkin azınlığın yönettiği, dindarların ancak AKP ile iktidar yüzü gördüğü iddiasına gelince: Türkiye Osmanlı zamanında zaten sanayileşmemişti. Cumhuriyetin ilk yıllarında şekerci Hacı Bekir, sabuncu Hacı Şakir vb. den başka kim, hangi burjuvazi sınıfı vardı ki! Cumhuriyet’in ilk yıllarında Ankara’daki tek kamyonun sahibinin Koç olduğu anlatılır. Osmanlı’da soylu sınıfı yoktu. Saray artığı birkaç ailenin çocuğu da asker olup orduyu oluşturmadı. Şimdi de değişen bir şey yok. Sonuçta, askerler çoğunlukla elit bir azınlık sınıfının değil, köylülerin, işçilerin, küçük memurların üniforma giymiş çocuklarıdırlar.

Türkiye’de, polise, politikacılara güven %5’lere kadar düşmüş, askere güven- darbeler zamanı dahil- %60’ın altına inmemiştir. Türkiye’nin yüzde 60’ı elitse de değilse de, yarıdan fazlası azınlık olarak tanımlanamaz. Muhafazakârlar, aynı görüşleri paylaşmasalar bile “mütedeyyin”lere oy verenler, demokratik refleksleri yavaş olanlar veya “nasıl olsa ordu var” diye sorumluluktan kaçanlar da, topu askere atmaktadırlar. Önce “asker nerede?” diyenler “daha sonra dediklerini unutup, “Ama…” diye eleştirmeye başlıyorlar.

Tek parti dönemi dikta mıdır? Tek parti dönemi Avrupa’da Mussolini ve Hitler, yani faşizm ve nazizm dönemidir. O dönemde Avrupa’nın hiçbir ülkesinde ideal demokrasi yoktur. Tek parti hiç değilse, Türkiye’yi savaşa sokmamıştır. Kıtlık elbette olmuştur. Ama açlıktan ölen olmaması için ekmek karneye bağlanmış, adaletli olunmaya çalışılmıştır. Osmanlı’nın borçlandırılarak batırıldığı bilindiği için, hükümet kendi yağıyla kavrulmaya çalışmış, kredi ve borç alınmamış, denk bütçe yapılmaya çalışılmıştır.

Daha sonra çok partiye geçişle birlikte din sömürüsü ve borçlanma başlamış, küçük Amerika olacağız yalanları, vatan cephesi, biz-onlar ayrımı, yandaşı besleme, hem dindar gözüküp (Menderes’in özel yaşamında da görüldüğü gibi) hem de bildiğinden geri kalmamanın temelleri atılmıştır.

Çok partiye geçişten sonra da, ülkeyi yönetenler hep muhafazakâr iktidarlar olmuştur. Tek partiden sonra solun tek başına iktidar olduğu yılların toplamı sadece 7’dir. Yani ülkeyi yönetenler hep iktidara gelemedikleri iddia edilen mütedeyyin, muhafazakâr kesimdir.

Türkiye, (şimdi olduğu gibi) askeri-sivili, iktidarı-muhalefeti, aydınları ile ABD’nin oyununa mı gelmiştir, yoksa ileri sürüldüğü gibi, sadece TSK, ABD ile işbirliği içinde darbelere ortam hazırlamak için sürekli olarak ülkede karışıklık mı çıkarmıştır? Örneğin, “Bana sağcılar da suç işliyor dedirtemezsiniz” diyen genelkurmay başkanı mıdır, sivil iktidarın başbakanı mıdır? “Kanlı mı, kansız mı” diyen, şeyhi, şıhı devlet katında ağırlayan kimdir? 28 Şubat olmasaydı ne olurdu? Hizbullah bitmiş mi, azmış mı, yoksa yeni örgütler de çıkmış mı olurdu?

Paranoyak olmak takip edilmediğin anlamına gelmez. Ve Türkiye’de irtica paranoyası için zemin hazırlayan ben miydim? Yoksa şimdi sütten çıkmış ak kaşık numarası yapanlar, demokrasi havarisi olduklarını iddia edenler mi? Demokrasinin istenen yere gelince inilecek tramvay olduğunu söyleyen, kubbeden miğfer, minareden mızrakla savaşa gitmeyi düşünen Don Kişot muydu? Kime karşı savaşacaktı? Millet isterse laiklik elbette gitmeyecek miydi? Hem Müslüman, hem laik olunur muydu?

Erzurumlu köy imamı nasıl dünyanın her yerinde okullar açtı? Niye ABD’de yaşıyor? Okullarındaki İngilizce öğretmenlerinin ABD’li ve diplomatik pasaportlu oldukları söyleniyor. Doğruysa neden acaba?

AİHM türbanı yasakladı. Avrupa’da havuzlarda burkini (haşema) yasak. Fransa, İngiltere, Almanya’da kaç tane Müslüman var da yasak getirip, tedbirler alıyorlar? Onlar irticadan korkmuyorlarsa neden korkuyorlar? Biz tesettüre girince ”İşte şimdi gerçek demokrat oldunuz” diyerek AB’ne mi alacaklar?

Türkiye’de asker öksürse Avrupa televizyonlarında haber oluyor. Ama Ergenekon diye onca bilim adamı, yaşlı başlı insan içeri tıkıldı, ne bilimin ve basının özgürlüğünde tek cümleyle bile söz edilmedi. Neden acaba? Atatürkçülerin “Beton kafalı Kemalistler” olduğunu duymuş olan Avrupalı sayısı, Deniz Fenerini duymuş olanların sayısından niye çok daha fazladır?

Kart-kurt demek binlerce kişilik silahlı örgüt kurmaya neden oluyorsa, bütün bu sayılanlar niye irtica korkusuna neden olmasın?
Ya da dönen bütün dolapların aslında TSK’ni güçten düşürmek, onu kendi yönetimlerindeki iktidarın emir eri haline getirmek için yapılmadığını niye düşünmeyelim?

TSK’nin NATO müttefiki olarak bütün gücüyle komünizme karşı mücadele ettiği doğrudur. Zaten, komünizm korkusu, 49 çeşit birbirini yiyen, silahlı-silahsız sola karşı panzehir olarak milliyetçilik, dindarlık, politika ile ilgilenmeyen gençlik yetiştirmek hedefi ile 12 Eylül darbesi döneminde vatan bir baştan bir başa İmam Hatipler ile doldurulmuştur.

12 Eylül yönetimi, ekonomiyi ise Dünya Bankasında çalışmış Turgut Özal’a emanet etmiştir. “Ben Müslüman’ın zenginini severim” diyen Özal da, sendika, toplantı, yürüyüş, muhalefet olmayan bir dönemde Türkiye’ye “çağ atlatmış” dır. YÖK ile Üniversiteler “adam edilmiş”, pek çok bilim adamı üniversiteden ayrılmış, eğitim seviyesi düşürülmüş, az çalışıp çok kazanmak, üretmeden tüketmek isteyen, borçlanarak tüketen, “Bana ne? Bana mı sordular?” diyen gençliğin temeli atılmıştır.

Bir yanda tarikat, diğer yanda siyaset, oğullar, papatyalar, kardeşler, prensler, devlet olanakları ile yandaşın zengin edilmesinde tavan yapmıştır. Bu arada memura ”işini bilmek”, “köşeyi dönmek” gibi tavsiyelerde bulunan Özal, rüşveti, haksız kazancı, dolandırıcılığı meşrulaştırmış, ar perdesini yırtıp atmış, böylece hem dindarların, hem liberallerin gözünde değer kazanmıştır. Hala 12 Eylül darbesinden dolayı TSK’ne kızan, “darbeciler yargılansın” diyen, ama Özal’ı” rahmetle ve özlemle” anan liberaller ve dindarlar vardır.

Yine askerler “hazineden geçinmekle” suçlanır. Sanki hiçbir şey yapmasalar, aynı maaşı almayacaklar mıdır? Kaç tane generalin milyon doları vardır? (Dokunulmazlıklar zırhı içindeki sabıkalı, suç dosyalı milletvekillerinin sayısı ile hakkında zimmet, sahtekârlık suçlaması olan üniformalıların sayısı kaçtır? Madem barsaklar boşalıyor. Türkiye temizleniyor. Kalın barsaklar, hortumlar niye boşalmıyor; hukuk düzeni değişmeden ve iktidarın istediği kişiler iş başına getirilmeden neden dokunulmazlıklar kaldırılmıyor? Yoksa, koşullar uygun olunca usulen yargılama ve AKlama mı yapılacaktır?) Ama devleti soyanların çıkından çıkma milyonları, kardeşlerin, yeğenlerin, oğulların iktidar sayesinde kazanılmış servetleri alın teri ile kazanılmış, hak edilmiş kazanç gibi alkışlanır. Özal miraslarından biri, bal tutarken parmak yalayanlar bile değil, milletin ağzına bir parmak bal çalıp, balı küpüyle götürenlerin “Yedi ama yaptı” anlayışı ile kabul edilir olmasıdır.

Böylece din, iman, vatan, millet lafı edenler devlet olanaklarını çıkarlarına kullanmakta, yurtseverliklerinden, dürüstlüklerinden ve hatta trilyon götürenler bile, dindarlıklarından bile bir şey kaybetmemektedirler?!

Özal’dan sonra da yine ekonomik bir darboğaz zamanında Dünya Bankası Kemal Derviş’i göndermiştir. Arjantin, Brezilya IMF’ye olan borçlarını “ödeyemiyorum” diyerek rest çekip, IMF politikalarını terk edip kısa sürede kendi ayaklarının üstünde durmaya başlamışlardır. Ama “Allah razı olsun” Kemal Derviş gelip, “milli varlıkları satarak, köylüyü, çiftçiyi desteklemeyerek, dünyanın en yüksek faizini ödeyerek, vatandaş üstündeki vergi yükünü katlayarak, daha çok borçlanarak IMF’ye borç ödeme planı” yapmıştır. Ayrıca politikaya gireceğim, yok girmeyeceğim diye solu bir kez daha bölüp, planı tamamlayarak geri dönmüştür.

TSK istese PKK’yı bitirirdi, bitirmiyor iddiası için de cevaplanması gereken sorular vardır. Diyelim ki öyledir.

O zaman, pek çok Avrupa ülkesi, TSK’ne destek olsun diye mi Kürtçülere destek verdi, parlamentolara kabul etti, ödüller verdi? PKK’nın bitmesi için DTP çaba gösteriyor, PKK’yı lanetliyor de TSK mi engel oluyor?

Görünen odur ki, ABD Irak belasını bizim başımıza sarmakta kararlıdır. “Tarihi fırsat”ın bizim çıkarımızla, akıllanmamızla, korkuyla, TSK ile değil, ABD’nin dış politikasıyla ve kendi ulusal çıkarlarıyla alakası vardır. Eğer K.Irak kendi ayakları üzerinde durabilecek olsaydı, Kürt-Arap çatışması riski olmasaydı, PKK günü geldiğinde Türkiye’ye karşı kullanılmak için orada beslenmeye devam edilecekti. Şimdi koşullar değişik. PKK, ABD’nin işine gelmiyor. ABD için, Türkiye Kürtlere özerklik mi verir, bölünür mü, iç savaş mı çıkar bunlar ikinci plandadır.

ABD, aba altından sopa gösteriyor. Mevcut iktidara ve muhalefete diyor ki, ya PKK ve Kürtleri sahipleneceksiniz, ya da ben yine Derviş’i gönderirim veya solcu-barışsever-demokrat vs. cilası çekilmiş imajı olan, işbirlikçi başkalarını bulur parti kurdurur, bu planımı onlara uygulatırım. Ortalıkta boşuna Kemal derviş lafları dolaşmıyor!

Ayrıca, İran’la ilişkilerin ne olacağı belli değil. Türkiye’nin İran’a müdahalesi ikisinin de sonu olur. İran, yönetimini beğenmesek de, yüzlerce yıllık geleneğe sahip, gerçek bir devlettir. Osmanlının atlıları ve yayaları, kılıçları ve okları, mehter takımıyla fethedip yüzyıllarca hüküm sürdüğü topraklarda, Avrupalı tarafından kurulmuş küçük, suni bir devlet ve işbirlikçi olmadığı için yok edilen diktatörü olan Irak’ta, dünyanın süper gücü batmış, çıkamamaktadır. İran’la girilecek çatışmanın sonuçları Irak’la kıyaslanamaz bile!

TSK, elbette meleklerden oluşmuyor. Hatasız kurum, iktidar, düzen yok! Olamaz da. Çünkü insanlar hatasız olamazlar! Her insan, her devlet, her kurum zaman içinde değişiyor, gelişiyor, kendi yaptığı hataları görüyor. İnsanlık da öyledir. Belki gün gelip aynı gezegeni paylaşmayı öğrenecek. Yeni bir yönetim şekli bulunacak? Ama şimdilik elimizdeki budur: Winston Churchill, "bu günah ve acı dolu dünyada pek çok yönetim biçimi denendi ve denenecek. Demokrasinin kusursuz ya da tamamıyla bilgece olduğunu kimse iddia etmiyor. Aslında zaman zaman denenmiş tüm diğer biçimler dışında, demokrasilerin en kötü yönetim biçimi olduğu söylenmektedir" der.


Her firmada veya kamu görevinde çalışıp, sohbetlerde, kahvede “on-on beş kişiyi sallandıranlardan” TSK içinde de vardır. Resmi, yarı resmi, gizli vs. örgütler dünyanın her devletinde var. Ama TSK'nin onaylanmış kararı olmadan emekli askerlerin, birkaç subayın, iş adamının darbe yapacağı bahanesi ile Türkiye’deki beyin takımının neredeyse tamamının geçici veya sürekli olarak ortadan kaldırılması elbette bir planın parçasıdır. İlgili ilgisiz pek çok olayın ipucundan hareket edilince sonu TSK’ne çıkıyor gibi gösteriliyor. İrtica ile korkutarak ülkeyi yöneten, müdahale etmek için düzen bozan askerse, korkulacak bir şey yoksa yasal, demokratik gösteri-yürüyüş haklarını kullanan “Cumhuriyet Mitinglerini” düzenleyenler niye içerde? Niye bir sürü insan, hepsi bantlarını, CD’lerini, bilgisayarlarını, planlarını, krokilerini hazır edip, bülbül gibi konuşmak için ezberlerini tazeleyip tutuklanmayı beklediler? Onların özel yaşamlarına kadar konuşmalarını kim kaydetti? Bunların hiç biri tuhaf değil mi? Asker mi korkutuyor, yoksa AB hedefli olduğu iddia edilen iktidar mı insanları korkutup sindirmeye çalışıyor?

Gerçekte ortada anlaşılacak, başı sonu belli hiç bir şey de yok. Koca bir tabak spaghetti gibi birbiriyle ilgisiz, birbirini tamamlamayan olaylar, tahminler, ihbarlar, hayvan kemikleri yığını var. Ne varsa Ergenekon denilen örgüt yapmış. PKK'lılar hiç cinayet işlememiş, endemik bitkileri tespit etmek için mi dağlarda dolaşıyorlar? Bu süreçte birçok insan hayat boyu mücadele ettiği şeylerle suçlanarak hapse atılmıştır. İşlediği suçtan yargılanmak insanı çok fazla etkilemez. Az çok hazırlıklıdır. Ama iftira kanser de eder, inme de indirtir!

Eğer Musul-Kerkük petrolleri, büyüklerin Orta Doğu planları olmasaydı ne Ermeni, ne de Kürt sorunu olacaktı. Daha hiç T.C. yokken ve “kart-kurt “denmemişken bile Şeyh Sait isyanını çıkarttırmadılar mı? (İyi ki Türkiye’de petrol yok! Komşulardaki bile başımıza ne işler açıyor. )

“Ayının 32 hikâyesi vardır. Hepsi de armut hakkında” sözünde olduğu gibi, amaç, Kürtleri birleştirip Avrupa, ABD denetiminde bir devlet kurmak, Orta Doğu petrollerini bu kukla devlet üzerinden denetlemekti.( Yukarıdan Ermenistan, aşağıdan İsrail ile de Kürtleri rahatlıkla kontrol edebilir, desteğe karşılık toprak gibi uygulamalara da geçilebilirdi.) İkinci faydası ise İran, Türkiye, Irak, Suriye den toprak almak, bu devletleri zayıflatmak olacaktı. Ama evdeki hesap çarşıya uymadı. K.Irak’ta kurulan Kürt devletinin, ayakta durabilmek için bölgede, Ermenistan gibi güçsüz, İsrail gibi sorunlu değil, güçlü bir devletin desteğine ihtiyacı olduğu ortaya çıktı. Ayrıca Türkiye’deki Kürtlerin çoğunluğunun bağımsızlık istemediği, Doğudan ve Güneydoğudan ayrılanların K.Irak’a gitmek yerine batıya gittikleri, Türkiye’de kalmayı tercih ettikleri görüldü. PKK’nın ve besleyenlerin ileri sürdüğü gerekçeler doğru olsaydı, DTP’nin belki bir kısmı tehditle ve baskıyla alabildiği oy 2 milyon olmazdı zaten.

Onun için herkesin aklını başına alması, yaptığının sonuçlarını, bugünün yarınını düşünmesi gerekir.

Türkiye’nin bulunduğu coğrafyada kendi ordusuna savaş açan kişi, kısa vadeli çıkarını düşünen, işbirlikçi hain oyuna gelen saf değil midir?

 
Toplam blog
: 174
: 4451
Kayıt tarihi
: 19.06.09
 
 

1958  doğumluyum. Arkeologum. Evliyim. Çocuğum yok. Çalışmıyorum. Yıllarca çalıştıktan sonra, zam..