Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Ağustos '17

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

Taşlar – Kıyamet – 2023 Yeniçağın başlangıcı

Taşlar – Kıyamet – 2023  Yeniçağın başlangıcı
 

TAŞLAR – KIYAMET – 2023 Yeniçağın başlangıcı


Dünyanın Sıfır Hat’tan geçişinden sonra çok değişiklikler olacakmış.

 

Bence bu kıyamet değil – Bu doğuş.

Bence bu bitiş değil – Bu var oluş.

 

Nazan Şara Şatana’nın bitmiş, yayınlanmak üzere beklenen kitabı…

Ne siyah ama böyle bir karanlık, böyle bir zifiri siyahlığı insanoğlu daha önce görmüş müydü, bilinmez…

O gece karanlıkların başladığı gecelerin ilkiydi. Gecenin izbe tenhalığı sinmişti her yere. Sessizliği bozan uzaklardan gelen ne tarla kuşunun çığlığı ne de çakalların ulumalarıydı. Onlarda yok olmuşlardı. Sessizlik ağır, kasvetli küf kokan bir yorgan gibi örtmüştü.

Bulutlar hala yerlerinde miydi, kim bilir? Ne güneşin adı vardı, ne aydınlık. Küsmüş almış başlarını gitmişler miydi? Yoksa bir zalim siyah karanlık onları hapsetmiş miydi?

Neydi tüm bu olanlar?

Birileri birilerinin suratına okkalı bir tokat mı akş etmişti, ısrarcı karanlığı yok edecek, def edecek, gönderecek kimse yok muydu?

Karanlığın bir kokusu olurdu, bunu soluklamak her zaman keyifli bir o kadar da cazip iken şimdi neydi bu küf, bu sası, bu istenmeyen koku…

Önyargılımı davranıyordu, istem dışımı düşünüyordu. Haklı değil de haksız mıydı?

Bu söylediklerinin içinde abartı payı çok mu fazlaydı…

Peki ya aya ne demeli…

Adına şarkılar yazılmış, romantik akşamların kralı, aydınlığın küçük penceresi, yolu kaybolmuşların rehberi, dualarda olan onun hilal haline söylenen:

 

Ayı gördüm Allah

Amentü Billah

Bu aylar Hayırlı aylar olsun

Ya Resulullah…

Dualarımızın içinde ayın gökteki ışıltısı ile günlerin toplamı olan otuzlu günlerin birleştiği, ona gitmek için, onun toprağında yürümek için gönderilen füzelerin, onunla ilgili sayılamayacak kadar çok varsayımların olduğu güneşin oğlu ay o neredeydi? Ay dedemiz de bizleri terki diyar mı eylemişti? Heyhat!

Bence korkmuştu, koskoca güneş perdelerini kapatmış. Yıldızlar – yıldızlar ki elmaslar gibi, gökyüzünü sarmışlar, karanlığın içinden göz kırparlar.

Bizler onlara bakarız dalar gideriz. Onların varlığı yaşama sevinci verir. İnsanlık âlemi onların sırlarını öğrenmek için nice âlimler yetiştirmemiş midir? Nice bilgeler yıldızların dünyasında olacakları hesaplamışlar mıdır? Firavunlar, kağanlar, krallar, padişahlar müneccim başlarından yıldızlara bakıp ne olacağını anlatsın istememişler midir?

Nerede o yıldızlar? Karanlığın korkusu onlarında yüreklerini buz mu etmiş, ürkeklik, kaçma isteği onlara da mı sirayet etmiş? Yoklar…

 

Münir Özkul’un şu sözleri kulağımda çınladı.

Zaten aktör dediğin nedir ki?

Oynarken varızdır.

Yok, olunca da sesimiz bu boş kubbede bir hoş seda olarak kalır.

Bir zaman sonra da unutulur gider.

Olsa - olsa eski program dergilerinde soluk birer hayal olur kalırız. görorum hepiniz gardroba koşmaya hazırlanorsunuz.

Birazdan teatro bomboş kalacak. Ama teatro işte o zaman yaşamaya başlar.

Çünkü satenik’in bir şarkısı şu perdelerden birine takılı kalmıştır.

Virginia’nın bir diyaloğu eski kostümlerin birinin yırtığına sığınmıştır.

İşte bu hatıralar, o sessizlikte saklandıkları yerden çıkar, bir fısıltı halinde yine sahneye dökülürler.

Artık kendimiz yoğuz.

Seyircilerimiz de kalmadı.

Ama repliklerimiz fısıldaşır dururlar sabaha kadar.
Gün ağarır, temizleyiciler gelir, replikler yerlerine kaçışır. Perde!”

 

Teatro şimdi bomboş mu kalmıştı...

Münir Özkul hoca haklı; teatro işte o zaman yaşamaya başlar diyor ya bence bu karanlıklarda da yaşamaya başlayanlar olacaktır.

 

İblisler nefeslerini bu ziftli karanlık, krom kokan havadan alacaklar…

Kahkahalarını atacaklar işte o kahkahalarda bir yerlerde takılı kalacak…

Belki saat kulesinin çanında, belki bir köprünün direğinde,

Bir yol lambasında, belki de kedilerin çoktan terk ettiği bir çöp kutusunda…

 

Fısıldamaya başlarlar… Ne zamana kadar aydınlanıncaya kadar… Karalarla beyazlar yer değiştirene kadar.

 

“Yer değiştirecekler mi?”

“Kimler?”

“Karalarla - beyazlar.”

“Ne olmuş onlara?”

 

“Ben bazı inkârları biliyorum,

Bazı yok oluşların yok olmak için telaşlarını,

Hoyratça davranışlarını,

Kendi olmazlarının içinde büyüyüp,

Olanları yok edişlerini,

Tabiat ana ile kavgalarını,

Havanın anasını ağlattıklarını,

Küstahlıklarını,

Yalanlarını,

İnkârlarını,

Umursamazlıklarını,

Ben benliği içinde böbürlenmelerini,

Aslında benin hiçbir şey olmadığını bilmediklerini biliyorum. Dahası da var sen anlat, belli sen bilensin, ben öğrenmeye çalışan…”

 

“Anlatacağım” dedi sesini alçaltarak,

 

“Soluksuz dinle dersem haksızlık olacak sana biliyorum. Merakın artacak, kalbin ritm değiştirecek, tansiyonun yükselecek. Biliyorum. Bunları dinlemeye hazır mısın?”

 

“Hazırım. Sen anlat. En kötüsü bilmemek değil midir? Cehalet karanlıktan beter zifirilik içinde kalmaksa ben grinin en koyusuna razıyım. Beni karanlığın içinde bir mum edası dahi olsa, bu da bir salise olsa razıyım. Korkayım, korkunun ecele faydası ne ki?”

 

“Anlatacaklarımı garipliklerin ilki sanma, aldanırsın. Ne gariplikler, olmazlar yaşandı bu dünyada. Bu yaşlı dünyanın dili olsa anlatsa anlatamaz ki lal olur. Bitiremez, sığdırılmaz. Bir insan ömrü sadece olumsuzlukların bir anını kaldıracak kadar uzun değil ki… Şimdi anlatacaklarımı kulak ver dinle, tekrarlıyorum iyi dinle, sonrada yorum yaparız. Tamam mı?”

“Tamam.”

“Tibet’ten haber gelmiş dediler.”

“Tibet’ten mi, kimler?”

“Tibet’li rahipler…  Demişle rki tedbirli olun. Bakın başınıza enteresan şeyler gelebilir. Bu ille de gelecek demek midir? Bilmeyiz ama diyoruz ki siz yine de hazırlıklı olun. Ha bu arada korkmayın da… Korkulacak bir şey yok, siz hazırlıklı olun.”

“Nasıl bir hazırlık olacak bu?”

“Bir kere karanlık olacakmış?”

“Karanlık öylemi ne kadar karanlık ve kaç gün

“Dört gün belki de beş gün karanlık olacak…”

“Niye – Aslı ne bunun?”

“Birileri kıyamet diyor, birileri de dalga geçiyor. Bir başkaları enikonu yorum yapıyor, ha bir kendince bilirkişi de şöyle buyuruyor:

‘Siz – siz olun hazırlığınızı yapın yoksa! Yoksa perişan olursunuz’”

“İyide nasıl bir perişanlık bu?”

“Bilemem derler ki, Tibet’li din adamları Nasa’ya mesaj göndermiş!”

“Hadi canım sende!”

“Bence de! Ben onların yalancısıyım. Facebookta günlerdir dönüp duruyor. Onlar diyorlar ben değil ben olanları, olacakları sana aktarıyorum o kadar. Benim görevim bu.”

“Ne demişler bunlar?”

“Dünya Galaksinin sıfır hattından geçecek:

Tam karanlık olacakmış,

Sessizlik olacakmış,

Işık olmayacak, elektrik ve iletişim hiç olmayacakmış.

Birkaç gün sonra göklerde ışık patlamaları olacakmış.

Bu fazla değil üç dört gün sürecekmiş.

Sonra güneş yeniden gözükecekmiş.

Dünya eski haline dönecekmiş.

 

Dünyanın Sıfır Hat’tan geçişinden sonra çok değişiklikler olacakmış.

İnsanların görüşleri değişecekmiş.

Manevi değerler üstün olacakmış.

İnsanların edebi ahlakı daha yerinde olacakmış.

Devletlerde bilim,

Ahlak,

Maneviyat,

Tıp,

Birey çok önemli hale gelecekmiş.

Yeni bir çağ başlayacakmış.

Bu da insanoğlunun manevi ağırlıklı ilerlemeye koyulduğu bir yeniçağın başlangıcı olacakmış.”

 

“Bütün bu sözlerinden ben ne anladım biliyor musun?”

“Ne anladın?”

“İnsanlar normal insan gibi yaşayacakları zamana geri dönecekler, eskilerde zafiyetler yokmuş ya, para için birbirini kesmiyor, aldatmıyor, yalan söylemiyor, suçlamıyor hatta onun için yaşamıyorlarmış ya!

Kimse kimsenin işinde, gücünde, namusunda gözü yokmuş ya!

Namus sadece bir işlemden ibaret olmadığını, en büyük namussuzluğun akılda da olduğunun bilincinde oldukları zamanlar varmış ya!

Hani anaya, babaya, ataya saygı olurmuş, evin başköşesi, yemeğin en iyisi, sözün karar kısmı, gülmenin ayıp karşılanmadığı, nasihatların altın değerinde olduğu büyüklerin olduğu zamanlarda yaşanmışlıklar oluyormuş ya!

İnsanların karşılaştıklarında selam verdikleri, konu komşunun hastasına, yasına, düğününe, yemeğine ortak olunurmuş, yardım edilirmiş, iyi günde – kötü günde dost olunurmuş ya!

Eşlerine sahip çıkarlarmış ya, hani iyi günde – kötü günde burada da geçerliymiş ya, başkasını buldum sen yoksun, senden para gelmiyorsa ben yokum, sen bunu dedin senin art niyetini anladım, bu zaten yanlıştı, zararın neresinden dönersen kardır, senden istediklerimi vermiyorsun, sen nankörsün deyip evliliklerin kutsiyetinin içine edenler, menfaat için birbirleri ile olanlar, beklentileri onların istediği zamanlarda olmadığı için gerçek yüzlerini gösterenlerin olmadığı zamanlar varmış ya!..

Yani Yüce Yaradan; insanları insan olarak yarattığı zamanlarda, iblis gibi olmadıkları, şeytan gibi olup onun bunun yüreğini yakmadıkları, hayvanlara, çocuklara, kadınlara işkence etmedikleri zamanlar varmış ya!

Mevlana Celaleddin-i Rumi demiş ya:

Sevgide güneş gibi ol,

Dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi ol,

Hataları örtmede gece gibi ol,

Tevazuda toprak gibi ol,

Öfkede ölü gibi ol,

Her ne olursan ol,

Ya olduğun gibi görün,

Ya da göründüğün gibi ol.

 

İşte böyle bir dünyamı bekliyor bizi. Hoş geldi sefalar getirdi. Başım gözüm üstüne… Aldım kabul ettim.

Bir hafta karanlık olacakmış olsun.

Elektrikler, telefonlar, televizyonlar çalışmayacakmış, çalışmasın,

Tüpler, havagazları olmayacakmış, olmasın.

Sokaklara çıkılmayacakmış, çıkılmasın…

Bunlar çok mu önemliymiş. Çıkılmasın, yapılmasın, edilmesin, izlenilmesin, konuşulmasın, eğlenilmesin…

Dinlenilsin, düşünülsün…

Herkes kendi vicdanı ile hesaplaşsın. Yaptıklarını ve yapacaklarını sevabı ile günahı ile masaya yatırsın. Bir arınma olacaksa böyle olsun.

Hatalarımızdan örneklerle; hatayı kabul etmeyen bir yaşama başlamak için hazır olalım.

İbadetimizi yapalım. Tövbeler için Yüce Yaradan’ın bize verdiği zamanı değerlendirelim.

Sevdiklerimizle, çoluğumuz, çocuklarımız, eşimizle birbirimizi hiçbir katkı olmadan katkısız tanıyalım. Sevgisizlikten, bencillikten kör olmuş gözlerimizi bu karanlıkta arındırarak, aydınlık geldiğinde pırıl – pırıl dünyaya açalım.

Bence bu kıyamet değil – Bu doğuş.

Bence bu bitiş değil – Bu var oluş.

Böyle ise hoş gelmiş, sefa gelmiş. Aldım kabul eyledim. Başım gözüm üstüne…

Ben yine Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin şu sözleri ile yazımı tamamlayacağım.

"Kendine gel, yepyeni bir söz söyle de dünya yenilensin! Sözün öylesine bir söz olmalı ki dünyanın da sınırını aşmalı. Sınır nedir, ölçü ne? Bilmemeli!"

 

Nazan Şara Şatana

nazanss.blogspot.com

Formun Altı

 

 

 

 
Toplam blog
: 1731
: 4678
Kayıt tarihi
: 09.12.10
 
 

Turizmci; Genel müdür Yazar ; Romanlar, senaryolar müzikkaller... Sinema filmleri, TV filmleri.....