Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Eylül '08

 
Kategori
Kültür Turizmi
 

Tatilde ne yapsak?

Tatilde ne yapsak?
 

Antakya'dan...


Veeee Antakya’daydım…..

İşim dolayısıyla çok seyahat ediyorum. İş dediysem öyle turistik yerleri bulup oraları tanıtmakla ilgili değil. Aksine, belediyelere çeşitli projeler yapan bir şirkette çalışıyorum danışman olarak…

Bu iş gezilerimde neredeyse her hafta sonunu çevre illerden birinde geçirmeye çalışıyorum. Geçen sefer Nemrut’taydım, bu defa da Antakya’yı da görme fırsatım oldu. Nemrut ayrı bir hikaye, onu daha sonra anlatacağım.

Şimdi gelelim Antakya’ya…

Medeniyetlerin üst üste yerleşip gittikleri, bu nedenle de çok değişik kültürlere ev sahipliği yapan bir büyük şehircik. Asi Nehri (eski adı ile Orontes), Antakya’yı ortadan ikiye ayırıyor. Şehrin evsahipliği yaptığı eski Antakya bir tarafında, büyümeye çalışan tarafı ise diğer tarafında… Bu büyük nehir üzerinde Lübnan sınırları içerisinde iki bent, Suriye topraklarında ise iki adet baraj varmış. Öyle büyük bir nehir.

Asi Nehri, Lübnan’ın Bekaa Vadisi’nden doğar ve Samandağı’ndan denize dökülür; güneyden kuzeye doğru akar yani; ters yönde. Efsaneye göre, binlerce yıl önce Samandağı bölgesinde bir hayat suyu varmış. Suyun başını bekleyen bir ejderha her yıl bir genç kızın kurban verilmesi şartı ile, sudan bir yudum vermeyi kabul edermiş. O yıl da sıra kralın kızına gelmiş. O sıralarda şehirde bulunan Hızır, durumu öğrenince; kızla beraber ejderhayı beklemeye başlamış. Ejderha kızı almaya geldiğinde Hızır kılıcını ejderhanın kalbine saplamış. Ejderha ölmek için bir daha vurmasını istemiş Hızır’dan. Ancak bunu yaparsa ejderhanın iyileşeceğini bilen Hızır, bu isteği yerine getirmemiş. Ejderha acılar içinde oradan uzaklaşırken, başını Lübnan dağlarına çarpmış. Ejderhanınn açtığı yarıklardan yol bulan hayat suyu akmış ve Akdeniz’e ulaşmış.

Antakya değişik kültürlere ev sahipliği yapmış dedik. Bölgede yapılan arkeolojik kazılar, bölgenin orta paleolitik döneme kadar uzanan bir geçmişi olduğunu göstermiştir. Bulunan ikiyüzün üzerindeki höyük, burada çok sayıda küçük kent devletinin kurulduğunu ispat etmektedir. Tarih boyunca M.Ö. 17. yüzyılın sonuna kadar Mısır, daha sonra Hitit, Asur ve Pers’ler tarafından yönetilmiştir. Sonrasında ise Pers Hükümdarı III. Darius ile İssos’ta savaşmış ve Büyük İskender’in zaferi ile bölge Makedon hakimiyetine teslim olmuştur. Büyük İskender’in 33 yaşında ölümünden sonra, Antakya çok çeşitli savaşlara konu olmuş ve en sonunda Roma İmparatorluğu’nun en gözde üçüncü eyaleti olarak nam salmıştır. Sanata düşkün olan imparator Seleucus, Antakya’yı kurduktan sonra şehri heykellerle süslemiştir. Şehrin sembolü haline gelen heykel, Yunan mitolojisinde bereket, talih ve kaderi temsil eden tanrıça, Tyche, Silpus Dağı’nı simgeleyen bir kayanın üzerinde oturur ve elinde de bereketin sembolü olan buğday başağı tutmaktadır. Başının üzerinde durmakta olan taç şehir surlarını ve ayağının dibindeki genç erkek ise Asi Nehri’ni temsil etmektedir. Bir yerde o zamanların Antakya’sını temsil eden heykelden sadece Vatikan’da bir örnek vardır; ancak günümüze hiçbir orijinal örnek ulaşmamamıştır. Antakya Arkeoloji Müzesi’nde örnekleri sergilenmektedir.

Kendi tarihimiz açısından Antakya özel bir yere sahiptir. Osmanlı İmparatorluğu 1.Dünya Savaşı’ndan yenik çıkınca, Mondros Antlaşması uyarınca İngilizler İskenderun Sancağı’na 1918’de asker çıkarırlar. İşgal edilen sancak iki hafta sonra Fransızlar’a devredilir. 1921’de imzalanan Ankara Antlaşması ile Fransızlar, Antakya ve çevresini İskenderun Sancağı adı altında Suriye’ye bağlarlar. Sancağın kendine ait bir anayasası olmasına rağmen, Fransızlar, Ankara Antlaşması’na uymayıp halkın haklarını vermemeye başlarlar. Bu nedenle haklarını savunmak isteyen Türkler direniş grupları oluşturur. 1936 yılına gelindiğinde Atatürk iyice hassaslaşan bu durumu çözmek üzere harekete geçer. İlk adımı meclis toplantısında bölgeye Hatay adını vermek olur. Birleşmiş Milletlerin de, bölgedeki huzursuzluğu göz önünde bulundurarak verdiği karara bağlı olarak bölgede bir hükümet kurulması gündeme gelir. Ancak seçim için yapılması gereken sayımda gerginlik artınca asker gözetiminde sayım gerçekleştirilir. Bunun neticesinde halkı temsil eden bir meclis kurulur. Daha sonra çıkarılan bir anayasa ile T.C. yasaları Hatay Yasaları olarak kabul edilir. 11 aya yakın yaşayan Hatay Devleti, 29 Haziran 1939’da Hatay Meclisi’nin oybirliği ile aldığı kararla Türkiye Cumhuriyeti’ne katılır.

Antakya’da gezilmesi gereken çok yer var. Eski medeniyetleri görmek açısından Arkeoloji Müzesi ve Mozaikler, Lahit; Hristiyanlığın yayılmasını sağlayan ilk Kilise olan St. Pierre Kilisesi ve bu kilisenin hemen yanındaki tepede veba salgınının sonunu getirdiğine inanılan Cehennem Kayıkçısı Haron’a adanmış kabartma insan büstü; Su Kemerleri; Ortodoks, Katolik ve Protestan Kiliseleri; Habib-i Neccar Camii; Ulu Camii; Yahudi cemaatinin ibadet yeri olan Havra; Roma Köprüsü diyeceğim ama…. Roma İmparatorluğu döneminde kesme taştan yapılan bu köprü, tarih boyunca birçok kez onarım görmüş ancak nehir yatağının genişletme çalışmaları nedeniyle, maalesef, 1970 yılında DSİ tarafından yıkılmış. Bunun yerine, halen kullanılmakta olan, Asi Nehri’nin iki tarafını birbirine bağlayan yeni köprüler yapılmış; Dönemin padişahının güç ve otoritesini göstermek amacıyla hacca gidenleri ağırladığı Kurşunlu Han ve Surre Alayı; Klasik Antakya Evleri ve Sokak Araları; Hamamlar; Fransızlar tarafından yapılmış Gündüz Sineması Binası; Adalı Konağı; Höyükler; St. Simon Manastırı; Mühendislik harikası olan Titus-Vespasianus Tüneli; Kaya mezarları; Dor Mabedi; Tek Ermeni Köyü olan Vakıfköy, oradaki sıcaklığı hissetmenizi isterim; Batıayaz ve son olarak da İskenderun görülmeye değerdir.

Alışveriş yapmak isteyenler için Uzun Çarşı, İpekçiler Çarşısı ve defne efsanesi için sabuncular mekanını ziyaret edebilirler. Taş işçiliği ise ayrı bir sektör. Yöresel yemekleri ise Sultan Sofrası’nda yiyebilirsiniz. Hem hesaplı hem de lezzetli… Ardından da Künefe tabi.

Yok ben biraz nefes alıp doğanın tadını çıkarmak istiyorum derseniz Harbiye’yi önerebilirim.

Yukarıda saydığım yerlerin çoğuna kent merkezinden yaklaşık her on dakikada bir kalkan dolmuşlarla ulaşabilirsiniz.

Hazır bayram tatili de var, ne yapalım diye düşünüyor iseniz fırsatı kaçırmayın derim.

 
Toplam blog
: 38
: 4648
Kayıt tarihi
: 03.11.07
 
 

Çok okurum… Bazen kendi çapımda yazılar karalarım, kendim de beğenmem ama olduğu kadar, napiyim… ..