Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Ocak '13

 
Kategori
Mizah
 

Tavuk ile horoz savaşları

Tavuk ile horoz savaşları
 

Abi ben Mırtaza.

Mırtaza Kıytırık.

Ciddi işlerin adamıyım ben.

Bak şimdi size, başımdan geçen bir olayı anlatayım.

Abi bizim ihtiyar, yani babam kafamı iyice karıştırdı benim. Beni doğru yola sokacağına, dikenli bir yola soktu. Ayağımda ayakkabı, başımda şapka kalmadı. Kıytırık işlerin içinde boğuldum kaldım ya.

Bak anlatayım.

Sabrın var mı abi? Biraz başını ağrıtırsam senin, kusura bakma. Anlatmazsam çatlarım.

Bak abi, İstanbul’dan köye gelince yerli tavuklar edindim. Çeşitli renklerde tavuklar, horozlar… Horozlarım vardı renk renk, güzel ötüşlü… Ah! Ah!

“Ne oldu horozlarına, tavuklarına?”

“Bak dinle abi, anlatıyorum işte. Abi, bir gün benim horozlardan birisi komşunun bahçesine geçmiş. Komşum da benim horozun bacağını kırıp, benim bahçeye atıvermiş. Olay böyle başladı. Allah var, ben görmedim.”

“Eeeeee!”

“E si mi var abisi? Horozun bacağını sardım. Topal topal geziyor. Merak ettim, bu horoz bu tellerin neresinden geçti de, bacağını kırdırttı komşuya? Telin boyunu kontrol ettim. Toprağı eşeleyip, telin altından bir oyuk yapmış birileri. Benim tavuklar mı yaptı, komşunun tavukları mı eşeledi? Yoksa bir insan mı açtı bu deliği?  Bilmiyorum. Hemen deliği tıkadım.”

“İyi yapmışsın Mırtaza. Geçmez artık komşuya tavuklar. Komşunla iyi geçin. Bir horoz için birbirinizle dalaşmayın. Konuştun mu komşunla meseleyi?”

Konuşmadım, yanaşmadı konuşmaya, konuşamadım. Ben dalaşamam abi. Bi horoz için kavga edecek adam değilim ben. Tavuk nedir ki abi? Ben İstanbul’un, Avrupa Yakası’nda yaşamış adamım. Medeniyet gördüm ben abi! Gördüm de… Ah Ah!

“Ne oldu len bir terslik mi oldu? Ah çekmeden anlat şu işi.”

Olmaz mı abi! Olmaz mı? Nasıl ah çekmem. Bir gün yine işten döndüm. Benim evin önünde, bu defa kanadı kırık bir tavuk. “Bu nedir?” diye araştırırken, babam çıktı geldi.

Mırtaza, “senin bu komşun yaramaz adam” diye kükredi. Elindeki bastonu havada döndürmeye başladı. Fatih Sultan Mehmet’in kılıç sallaması gibi salladı da salladı. Başımın üstünden geçen bastondan zor kurtardım kendimi. Bağırarak anlatmaya başladı. “Senin tavuklar geçti diye avlusuna, kahvede konuşuyormuş.”“Benim bahçeye kimsenin tavuğu giremez. Adam İstanbul’dan geldi. Tavuk besliyor. Benim tavuklarımın yaşam sahasını daralttı. Bir de tavukları benim tarafa geçiyor. Önce horozunu şimdi de bir tavuğunu tepeledim”diyormuş. Bir de üstelik “kahvede horoz gibi kabarıyormuş” demesin mi? Şaştım kaldım. Vay anasını! Bizim adam bildiğimiz komşuya bak sen! Abi bu gidişle komşumla iki tavuk yüzünden papaz olacağız ya. Gerçi benim niyetim yok, böyle bir şeye. Ben komşumuz Talip’i, çocukluğumdan severim. Papazlık, bana uymaz abi.

“Aferin Mırtaza! Arkadaşlık komşuluk iyidir. İnsan ‘kardeşim’ dediği birisine kazık atmamalı. Sabırlı ol, sabır her kötülüğün ilacıdır.”

Doğru dersin de abi. Biz kazığı yedik bikere. Bu işlerin içinde, köy bakkalı da varmış abi. Ben tavuk besleyince, bakkal efendi tavuk eti pazarının daralacağını zannetmiş. Komşum Talip’i ayartmış bu konuda, birde Talip’e yarı fiyatına tavuk bile satmış.

“Nasıl yani sen, tavuk çiftliği kuracağım filan mı demiştin?”

“Evet abi, böyle çiftlik kurma, yerli tavuk üretimi, organik et meselelerini konuşmuştuk bir aralar…”

“Haaaaaaa!”

“Abi sonradan öğrendim, bu bakkalın bana oynadığı oyunları. Komşu ile aramızdaki telin altına deliği, köyün bakkalı yaramaz çocuklara, elma şekeri vererek açtırmış. Talip’te benim açtığımı zannetmiş. Talip bakkala da güveniyor ya! Bakkal Talip’i iyice kurmuş, masa saati gibi. Salıvermiş benim üstüme.”

“Eeeeee! Sonra?”

“Benim tavuklar onun bahçesine geçip, yemleri yiyince, almış eline sopayı, vurmuş benim tavuklara. Kırık bacaklı tavukları da atıvermiş, telin üstünden benim tarafa.”

“Vay be! Sen ne yaptın?”

“Ben de babamın sözüne uyup, komşunun tavuklarını haklayıp attım, öbür tarafa. Benim beş tavuk gittiyse, bende beş tavuk tepeledim. Kısasa kısas yaptım.”

Bir ondan, bir benden. Bir ondan, bir benden. Misilleme yaptım hep abi. Talip de boş durmadı, şerefsiz. Babam da bana hep, “aferin” deyip verdi gazı.

“Deliği kapatsan ya, öldürmesen ya tavukları. Hani sen Avrupa görmüş adamdın? Ne oldu  sana.

Olan oldu abi. Avrupa göçtü. Avrupalılık bitti. Ben kapatmam deliği, o kapatsın. O öldürürse, ben de öldürürüm. O atarsa, ben de atarım. Nerden inceyse oradan kopsun anlaşıldı mı?”

“Zıtlaştınız, sidik yarışına girdiniz yani.”

“Evet ya. Hem de ne zıtlaşma. Abi, o benim bir tavuğu öldürüyor, bende onun bir tavuğunu. O telin üstünden tavuğu atıyor benim tarafa. Bende atıyorum, onun tarafına. Telin üstünden tavukları top yapıp, voleybol oynamaya başladık.”

“Hoppala!”

“Hoppala moppala yok abi. Aradaki delik açık. Benim tavuklar o tarafa geçerse, yakalananlar, ölü olarak benim tarafa geçiyor. Ben de hemen karşılık veriyorum. O bana atış yaparsa, ben de atış yapıyorum.”

“Ule sizde kaç tavuk var? Bitmiyor mu bu tavuk savaşı?”

“Bitti abi. Babama uyup başlattım bu savaşı. Tavuklar bitti. Ne komşuda, ne bende bir tane bile tavuk kalmadı. Bakkal efendi ikimizi birbirimize kırdırdı. Babam bildiğim adam bile, bu işe çanak tuttu. Birde köydeki goygoycular var abi, dost görünler. Arkamızdan gülenler tayfası. Kırdık geçirdik birbirimizi, Talip kardeşimle. Herkesler bize kıs kıs gülmüş abi”

“Ulen hakkaten siz, tabiri caizse salakmışsınız yahu!”

“Gücenmedim sözüne abi! Evet, en büyük salak benim. Telin altındaki delik hâlâ açık. Bir köpek dadanmış şimdi. Delikten bir benim tarafa, bir öbür tarafa durmadan girip çıkıyor. Bizim ölü tavukları da çalıp yiyen bu köpekmiş.”

“O köpek bir gün sizi de yer. Neyse, bırakalım köpeği de, köyün yetkilileri muhtarı imamı, ileri gelenleri bu olayı duymadı mı? Aranızı bulmaya çalışmadılar mı?”

Muhtarın haberi olmuş, olmuş da. “Tavuk gibi basit meselelerle” ben uğraşmam demiş. İmamda, “komşu komşunun külüne …” demiş. Hâlâ cümlenin sonunu getirmemiş. Durumu iyi olan komşular da, bizi ilgilendirmez bu durumlar, “bizi sokmayan yılan bin yaşasın” diyorlarmış.

“Çok ilginç çok!”

Abi bir şey öğrendim işin sonunda, bizim ölen tavukları yiyen köpek muhtarın köpeğiymiş. İmam da, köydeki bakkal dükkânının gerçek sahibiymiş. En kötüsü, babamı da bana karşı konuşturup kışkırtanda, Talip’e saldırtanda, muhtarla imammış. Muhtarla imam, aynı gaba ossururlarmış. Bizden tarafı gözüken birçok komşuda, muhtarla imama destek çıkmışlar her konuda. Bizim yüzümüze gülenlerin çoğu, kuyumuzu kazmışlar. Biz uyumuşuz abi.”

Vay be! İyi tezgâha gelmişsiniz ha! Şapa oturtmuşlar sizi len!”

Öyle oldu abi be! Eşeklik ettim, babama uydum ben, gaza geldim. Talip kime uydu bilmiyorum. Birbirimizin tavuklarını öldürdük, boşu boşuna. Ortalığı kırdık geçirdik. Talip de ben de, eşeğiz abi be!

“Yazık etmişsiniz birbirinize Mırtaza.”

“Abi yerli tavuk bulunur mu abi? Alsak birkaç tane damızlık, filan…”

“Napçan yerli tavuğu Murtaza? Şimdi fenni tavuklar var. Yattıkları yerden bile yiyip besleniyorlar. Sonra da besten çatlıyorlar. Telden geçme dertleri de yok. Sadece üremiyorlar. Her seferinde yeniden satın alacaksın.”

“Peki nerden alacağız bunları abi?”

Adam bacak bacak üstüne atıp kaykıldı ve konuştu.

“Muhtarla imamın çiftliğinden Mırtaza! Mıhtarın çiftliğinden… Sen tavukla uğraşma, tavuk mu yok? Sen paradan haber ver. Sen rahatını bozma Mırtaza.”

Mırtaza, hâlâ kiminle konuştuğunun farkında değildi. 

 
Toplam blog
: 420
: 1641
Kayıt tarihi
: 19.12.08
 
 

1957 Çanakkale/Yenice doğumluyum. Öykü ,deneme, şiir yazarım. Yazdığım bir çok şiirin bestesini d..