Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Şubat '10

 
Kategori
Siyaset
 

Tekel işçileri grevde!

Tekel işçileri grevde!
 

AÇLIK GREVİNDEKİLER!


Çadırlar gördüm Ankara’nın tam göbeğinde…

Kızılay’da…

Aylardan Aralık… Hava soğuk, kar kış her taraf buz! Ama onlar sarılmışlar bir umuda… Haklarını geri alma çabası… İçlerindeki ateş, kırmış tüm buzları inadına… Hiçbir yağmur fırtına kar duramıyor karşılarında… Hepsi üstlerinde tek bir muşamba altlarında kasalar, kasaların üstünde mukavva kâğıtlarıyla kaplanmış birer battaniye… Avunup yatıyorlar umudun koynunda!

Gözleri kara… Gözleri alev saçan bir ordu hepsi… Ölümüne diyorlar, ölümüne geldik buraya! Tek yumruk, tek kalp, tek ses olmuşlar!

Önüme çıkan ilk çadıra giriyorum. Kapı diye aralık bıraktıkları naylonun üzerine “Denizli Çadırı” diye yazıyor. Selam veriyorum. Hepsi de aynı sevecen gözle ve yürekle yanıt veriyorlar bana… Neden diyorum neden buradasınız?

İstediklerinin ellerinden alınan özlük haklarının geri verilmesi ve 4/c yasasına tabi tutulmamalarının olduğunu söylüyorlar.

Eğer 4/c yasasına girerlerse aldıkları maaşları yarıya iniyor ve iş garantileri olmadan geçici işçi statülerine giriyorlar. Yani senelik anlaşmaların sonunda bir daha işe çağrılıp çağırılmayacaklarının garantisi yok! Fabrika sahibinin insafına kalmış!

Onlardan biriyle konuşmaya başlıyorum;

Adı; Uğur Sağlam; Yorgun ama azimle başlıyor konuşmaya;

—Bizler yaprak tütün işçileriyiz. Özelleşmeyle 2008 yılında tekel fabrikaları Amerikalı bir şirket olan “BAT”A satıldı. Bu şirket bizlerin çalışmakta olduğu fabrikaları kapatıp başka şirketlerle anlaşma yaparak Yunanistan’dan mal almaya başladı. Bizler de fabrika kapanınca işsiz kaldık. Şimdi hükümet bizi 4/c yasasına tabi tutmak istiyor. Oysa bizler sürekli çalışmak ve iş garantisi altına girmek istiyoruz. Özlük haklarımızı istiyoruz. Elimizden alınan haklarımızı geri istiyoruz.

—Ben on yıllık işçiyim. Aldığım maaş 1.200 liradır. İki tane çocuğum var. Seneye üniversiteye gidecekler. Ev kira… Eşim çalışmıyor. Devlet beni 4/c yasasına tabi tutarsa alacağım maaş 772 lira olacak… Ve her sene iş garantim de olmayacak… 38 yaşındayım. Bu yaştan sonra çocuklarımı okutmak için nerde iş bulayım. Ben bu yaşımda Anadolu Üniversitesine girdim. Siyasi bilimlerde okuyorum. Çocuklarıma örnek olayım diye… Şimdi bu okulun harç parasını bile ödeyemiyorum. Bırakın okumayı evi nasıl geçindireceğim diye düşünmeye başladım. Bizlere verecekleri bu kadar maaşla dört kişilik bir aileyi geçindiren varsa buyursun geçindirsin! Ve devam ediyor…

—Bizim oy verdiğimiz vekillere sesleniyorum; Siz milletin vekilsiniz, Sayın Başbakandan korktuğunuzun %1 kadar bizlere kulak verseniz yeter. Ben şahsen devlete karşı söz etmeye utanıyorum. Devlet bizim devletimizdir. Bizler özlük haklarımızı istiyoruz. Ve sonuna kadar da buradayız. Çocuklarımız için, onların geleceği için mücadelemizi devam ettireceğiz.

Adı; Yadigâr Ay;

—Grev başladığından beri buradayım. İki çocuğum var. Biri yirmi yaşında askerde diğeri ise on yaşında… Onlara kendi başıma bakıyorum. Fabrika kapandığı için kızımı da okuldan aldım. Ne servis parasına ne de kiraya para yetiştiremiyorum. Buraya ekmek paramızı geri almaya geldim. Kırk yaşından sonra nerede iş bulup çalışabilirim. Kadın başıma çocuklarıma nasıl bakayım? Hükümetten istediğim bizlere işimizi, ekmeğimizi geri versin. Bu eyleme geldiğim günden beri yirmi kilo verdim. Her gün bu hayat şartlarında ölmektense bizleri, on iki bin işçiyi, bir yere kapatıp toplu şekilde öldürsünler daha iyi!

Suat Termel;

—Çocuklarım içim buradayım. Kazanılmış haklarımızı geri istiyorum. Hükümet biraz olsun vicdanını dinleyip haklarımızı geri versin. Bizler buraya ayrı ayrı bölgelerden geldik. (Denizli, Aydın, İzmir, Samsun, Adıyaman, Bitlis, Diyarbakır, Hatay, İstanbul, Manisa ve Trabzon) Gelsinler asıl açılımı burada görsünler! Hepimiz biriz. Her şeyi paylaşıyoruz. Yiyecek dağıtımlarında, yetmeyenlere elimizdekini ikiye bölüp de veriyoruz. Yan gelip yatan işçiler olsaydık buralara gelip de bu zahmetlere katlanarak eylem yapamazdık. Yetim hakkı yiyor diyenler gelsinler bu çadırlarda üç gün kalsınlar. Bu arada bir çadırdan çıkıp başka çadırlara doğru gidiyorum. Her çadırda ayrı bir eylemci ile görüşüp konuşuyorum.

İstanbul Çadırı;Hanifi Susan;

—İstanbul’dan geldim. Eylem başladığımdan beri buradayım ailemden uzakta… Çektiklerimizi, burada bizleri yalnız bırakmayan Ankara esnafı ve halkı çok iyi biliyorlar. Onlardan aldığımız destek ve ilgi bizlerin güçlü olmasını sağlıyor. Öyle şeyler yaşıyoruz ki onlarla, anlatılmaz yaşanır diyorum. Bazen bakıyorum yaşlı bir bayan bizlere görünmeden çadırımızın yanına yumurta bırakıp gidiyor. Bazen küçük bir çocuk her gün yanımıza gelip “amca bir isteğiniz var mı” diye bizlere soruyor(zaten onu manevi kızım kabul ettim). Yine bir gün yaşlı bir adam geldi sokağımıza… Çadırın içine doğru bizlere bakıyordu… Hiçbir şey söylemiyordu… Ben de ona baktım ve yanına gittim. Sözlerle hiç diyalogumuz olmadan ikimiz de birbirimize sarıldık. Oysa konuşmamıştık… Dertleşmemiştik… Sadece bakışlarımızla birbirimizi anlamıştık. Bir yerden sonra bunun yerini gözyaşlarımız almıştı! “Bana sıkı sarılma beni daha da çok ağlatıyorsun” demişti. Ama onun duyarlılığını hissettikçe daha da sıkı sarılmak istiyordum!

Hanifi bey, bir de şiir yazmış durumlarını anlatabilmek için; Hayata bir anlam kazandırmalı ya da hayat bize… Bazen sessizliğe kulak vermeli, İçindeki haykırışlarla dost olmalı, Ekmeğimin üstüne düşerken iki damla gözyaşı, ben haykırıyorum yüreğimle… Bu kavga bitmedi, bitmeyecek… Her gün doğarken güneş üzerimize, Gelecek bizimdir, gelecek çocuklarımızın! Şiir yazan sadece Hanifi bey değil, bakın Mustafa Çakmakta bir tane yazmış; Onbeş Aralıkta İstanbul’dan çıktık yola, Ankara’da gişelerde verdik mola, Polis “ey dur işçi gardaş, yolunuz bur da sondur” Ressam olsam tekel işçisini çizerdim altın yaprağa… Tokat Çadırı; Cemil Bilgin; —Tekelin bu duruşu yılardır süre gelen işçi siyasetinin geçmişe karşı bir eleştirisidir. Seksen öncesinde 3, 5 milyon olan sendikalı şimdi 600 bin civarında… Bu süreçde de halkımızın demokratikleşmesinden bahsediyoruz. Eğer bu demokratikleşme hak ve özgürlük ise biz neyin mücadelesini veriyoruz? Siyasiler neyi vaat ediyorlar bu halka?

Nurşen Koçhisar;

—Grevin başından itibaren buradayım. On dokuz yıllık işçiyim. On dokuz senemin hakkı, emeğime yapılan saygısızlık ve onurum için buradayım.

Bursa İnegöl Çadırı;

—Hükümetin söylediği birçok sözler bizim zorumuza gitmiştir. Yeni çeri olduk, şeytan olduk, PKK’lı olduk… Biber gazı yedik, havuzlara atıldık, yerlerde yattık… Ama asla bu mücadelemizden vazgeçmeyeceğiz. Bizi bu durumlara sokan hükümet ama bizi yine suçlayan da hükümet!

Ben çadırları gezerken artık akşam olmuştu. Onlara iyi akşamlar dileyip yanlarından ayrıldım, evime geldim. Çok acıkmıştım. Hemen bir şeyler koydum kendime… Ama yemekte zorlanıyordum. Boğazımdan geçmiyordu. Takılıyordu bir yerlere…

Birçok kişinin evimde yatmayı özledim, çocuklarımı özledim, hatta hanımların makyaj yapmayı bile özledim dedikleri geliyordu aklıma! Ordayken verdikleri bir bardak çayı düşündüm sonra… Tadı başkaydı… İçinde, çekilen emeğin sıkıntılarını paylaşmak vardı… Dost mekânında içmenin rahatlığı gibiydi. Evde öyle alelade içilen çaylara hiç benzemediğini fark etmiştim! Orda inanılmaz bir şekilde birlik beraberliği gördüm. Dayanışmayı, insanlığın hiç mi hiç ölmediğini gördüm… İnsanlıktan nasibini almamış, olaylara tek düze bakan ya da arkasında ard niyetler arayan kişilerin mutlaka buralara gelip görmesini isterdim! Paylaşmanın ve merhametin ne kadar yüce bir duygu olduğunu anlamalarını isterdim! Bu duyguları yaşamak için hiçbir bedelin ödenemeyeceğini görmelerini isterdim!

Oradaki tüm Tekel işçilerinin ortak bir söylemleri vardı. Hepsi ama hepsi Ankara esnafına ve halkına çok teşekkür ediyorlardı. Asla kendilerini yalnız bırakmadıklarını ne kadar kendilerine sahip çıktıklarını minnettarlıkla anlatıyorlardı.

Ertesi gün yine gittim… Ondan sonraki gün de… Daha sonra da Bir gün onlarla sohbet ederken akşam olmuş farkında değilim… Derken çadıra elleri yiyeceklerle dolu bir grup genç girdi… Açlığın verdiği hisle, mis gibi yemek kokuları burnumuza geldi. Gençlere nerden geldiniz nasıl böyle bir şey aklınıza geldi diye sordum;

—Bizler ….. Üniversitesi öğrencileriyiz. Hepimiz evden bir şeyler yaptık getirdik dediler. İnanın onları o an inanılmaz taktir ettim. O saatte herkes açtı, çadırlara karanlık çökmüştü onların getirdiği o muhteşem hava herkese müthiş moral oldu. Hemen yapılan tüm yiyecekler servise sunuldu ve sohbet içinde yendi. Bakın bunları yazmak bile o anların anlatılmasında zayıf kalıyor. Orda olup bunları yaşamak lazım! İşte diyorsunuz insanlık bu… Ulvi onur bu! Hacettepe öğrencilerinin de burayı ziyaret ettiğini ama haklarında soruşturma açıldığını da biliyorum. Bunu haksızlık olarak görüyorum. Gençleri gündeme karşı duyarsız ve siyasetten uzaklaştırmak istiyorlar. Sonuçta yaptıkları yiyecek getirmekti. Ama siz her şeyin altında bir şeyler ararsanız mutlaka bir yerlerde bu hareketleri yakıştırırsınız. Zira ne kadar iyi niyetli insanlar var ise bunu bilmem kaç misli kötü insanlar da vardır.

Tekel işçileri iki aydır Ankara’nın göbeğindeler. Ailelerinden uzakta, dönüşümlü bir şekilde gidip geliyorlar. Bu arada öylesine aile sorunları yaşıyorlar ki… Kimi çocuğunun ölüm haberini alıyor kimi de eşinin, kimi babasının kimide annesinin! Ve feryat ederek memleketlerine dönüyorlar.

Örneğin Denizli çadırından Emin İdil’i iki saat öncesinden kızı arıyor “baba seni çok seviyorum çok özledim” diyor ve daha sonra arkadaşı ile birlikte kendilerini asıp intihar ediyorlar. Haberi alan Emin Bey yıkılıyor ve arkadaşları onu memleketine götürüyorlar.

Çocuklarımızın geleceği için, ailemiz için, hakkımızı almak için buralara geldik deyip ne bedeller ödüyorlar.

Bir de şunu gözlemledim: Bu eylem işçi sınıfıyla memur sınıfını bir araya getirdi. Üniversite hocalarından tutun da öğrencilerine kadar, avukatından tutun da sanatçılarına kadar herkes burada. Avrupa iş sendikaları başkanlarını bile gelip burada basın açıklaması yaptılar. Gerçi Avrupalıların, bizlerin gerçek sıkıntılarımıza ilaç oldukları pek bilinmez ama haber niteliği taşıdığı için yazmak istedim.

Tekel işçilerinin en çok kızdığı konuların içinde hükümetin seçimden önce fazlasıyla fabrikalara işçi alıp da şimdi onları bırakmaları ve Türk-İş Başkanı Mustafa Kumlu’nun Başbakan tarafından göreve getirilip kendilerinden yana olmadıklarını düşünmeleri!

Açlık grevi yapan işçiler ise asla bırakmayı düşünmüyorlar. Dayanabilen dayandığı ana kadar sürdürüyor işi… Kimi altı gün sonra sağlığı el vermiyor bırakıyor kimi ise sekiz gün olmuş hala devam ediyor. Hatta ben onlarla konuşurken aralarına yeni biri daha katıldı ve onu alkışlarla, slagonlarla aralarına aldılar.

İşin özü sanırım şu: İşçiler 4/c yi istemiyor ve garantili iş de çalışmak istiyorlar. Maaşları azalsa da şikâyetleri bu değil. Tek istekleri kırk yaşından sonra iş garantilerinin olmayışları! Başbakanda onlar 4/b yi istiyor ve medya olayları çarpıtıyor diyor. 28 Şubatta yasal işlem neyse onu yapacağız ve çadırlardan çıkaracağız diyor. Ama iş garantisi konusunu hep atlıyor. Onun için de sorun devam edip gidiyor!

Sorunun kesin çözümünün ancak ve ancak birebir karşılıklı konuşmalarla çözüleceğini düşünüyorum. Bu ülkede sanırım hiç kimse bu eylemi görmemezlikten gelemez. Çok ciddi bir şekilde değer verilip, insanların feryatlarını duymak gerekir diye düşünüyorum. Umarım sorunları her iki tarafında uzlaşacağı bir noktada son bulur. Temennimiz her şeyin demokratik yollarla çözülmesi. Ve gerçekten “demokratikleşmenin” anlamını artık duymak yerine yaşarız!

Aysen Aydın

Aysen__2006@hotmail.com

 
Toplam blog
: 76
: 720
Kayıt tarihi
: 26.04.09
 
 

Kendi halinde, düşünmeyi/yazmayı seven  biriyim. En çok değer verdiğim konu ise herkesin bilinçli..