Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Mart '13

 
Kategori
Eğitim
 

Tekışık Öğretmenin eğitim sevdası

Doğup büyüdüğüm yer: Giresun’un Şebinkarahisar ilçesinde 1928 yılında doğmuşum. İlçenin Kara Hisar adını alması sarp dağlarla çevrili olmasındandır. Ayrıca şehrin yaslandığı sağlam bir kalesi vardır. Bu kale, tarih boyunca askeri bakımdan büyük önem taşımıştır. Şehir 1071 Malazgirt savaşından sonra uzun süre Selçukluların yönetiminde kalmış ve Fatih’in 1473 Otlukbeli savaşında Osmanlıların eline geçmiştir. 400 yıl Osmanlının sancak merkezi olmuştur.

Çocukluğum: Okul çağım geldiğinde çok heyecanlandım. Bir an önce okula gitmek istiyorum.Anneme nerede bir okul görsem ‘’Anne bak okul, ben de okula gideceğim, okuyuppaşa olacağım, böyle okul yaptıracağım.’’ derdim. Arkadaşlarım öğle arası yemek için evlerine gidiyorlardı, bense okuldan ayrılmak istemiyordum. Anneme çantama çörek, börek, ekmek koydurup onu okulda yerdim. Çünkü okuldan bir an olsun ayrılmak istemiyordum. Ayrılırsam okul kaçacakmış gibi gelirdi bana sanki. Evimizle okul arasındaki iki-üç kilometrelik yolu, çoğu zaman yağmurda çamurda, karda tipide tek başıma gidip geliyordum. Mustafa Kemal Atatürk’ü niçin sevmemiz gerektiğini, Kurtuluş Savaşı’nı nasıl kazandığını anlatınca işte o zaman yüreğime bir Atatürk sevgisi düştü ve ona layık olmak için, onu gelecek nesillere daha iyi tanıtmak için ve okullar yaptırmak için bir an önce büyümek istiyordum.
     Bir gün öğretmenim beni öğretmenler odasına çağırdı. Ben de üstümü başımı düzelterek odaya girdim. Öğretmenim beni görünce, diğer öğretmenlere özellikle başöğretmene ‘’İşte benim çalışkan, tertipli, düzenli, kitap okumayı çok seven öğrencim. Hüseyin Tek Işık.’’ diyerek beni oradakilere tanıttı ve ödül olarak başöğretmen; bana ‘’Atatürk’’ adında bir kitap armağan etti. Ders kitabım dışında ilk kitabım buydu. Küçük bir kitap fakat büyük bir ödüldü benim için. Çünkü her şeyimi bu ödüle borçluyum. Eğitimcilik ve yazarlık hayatımdaki başarımın, milli eğitime yaptığım hizmetlerin ve bu hizmetler nedeniyle aldığım yüzlerce şükran plaketlerinin, onun belgelerinin, fahri bilim doktoru unvanlarının, TBMM üstün hizmet ödülünün temelinde ilk okul üçüncü sınıfta kazandığım bu kitabın etkisi çok fazlaydı.

            Okuldan eve döndüğümde hemen üzerimi değiştirir, eski kıyafetlerimi giyer kuzuları otlatmaya götürürdüm ve okulda öğrendiklerimi tekrar ederdim kuzulara, anlamasalar da…

Yaz geldi mi yaylaya giderdik Dona köyünün çocukları okuma yazma bilmiyorlardı. Çünkü bu köyle okul yoktu. Çocuklarla toprak üzerine çizerek harfleri , kireç taşlarıyla düz taşlar üzerine rakamları yazarak adlarını yazmayı ve rakamları öğretirdim yayla çocuklarına. Yayladan döndüğümüzde ağabeylerim askere gitti. Babamın da o yıl rahatsızlığı epey artmıştı ve bir gün beni yanına çağırarak “bak oğlum iki kardeşin askere gitti. Benim halim belli, annen yaşlı, bu evin tarla bahçe işleri ne olacak, bu yıl çobanımız da yok koyunları kim güdecek. Bu işler sana kalıyor. Bu yıl okula gitmesen, koyunlarımızı gütsen olmaz mı?” dedi. Bütün dünyam yıkıldı o an. Bu yıl okula gitme ne demekti. Okuldan ayrılmak kolay değildi benim için. Bir taraftan da babam haklıydı, işler ne olacaktı. Okula gidemeyecektim artık bütün işler tarla, bağ, bahçe, koyunu, kuzusu, çarsısı, pazarı küçücük omzuma yüklenmişti. Yaş 11-12, dünyam çocuk dünyası daha. Ben bunları düşünürken babam’’ Oğlum bu yıl okula gitmeyeceksin’’ dedi ve devam ederek ‘’Sana söz gelecek yıl bir çaresini bulup okula göndereceğim seni.’’ dedi sıcak bir sesle. Ben de çaresiz ‘’Peki baba, fakat bir isteğim var. Bana 4. sınıf kitaplarını alır mısın? Ben hem koyunları güder, hem kitap okurum , hem de ders çalışırım.’’ dedim. Babam da benim isteğimi kabul etti ve kitaplarımı severek yerleştirdim dolabıma. Ben de çektim çarıkları ayağıma sürdüm koyunları Kayabaşına doğru. Koyunları otlatırken ben de kitaplarımı çıkarıp başlıyordum okumaya, sonra anladıklarımı yazıyordum deftere karşımda biri varmış gibi, sesli seli tekrar ediyorum.
      Kayabaşının düz kayaları ve toprakları yazı tahtası oluyordu gerektiğinde benim için. Değneğimin ucuyla toprağı çiziyor veya kireç taşlarıyla düz taşların yüzüne matematik işlemleri yapıyor, geometri şekilleri ve haritalar çiziyordum. Okulu özlediğim günlerde sürüyordum koyunları ulu buruna doğru , oradan okulumu kuşbakışı seyrediyordum. Sonra dönüyordum tekrar üzüntümü dağıtmak için Kayabaşı denilen hayat okulunun öğretmeni de benim öğrencisi de benim dedim.
     Sayılı gün çabuk geçti babam sözünü tutmuştu ve ben de kavuştum okuluma tekrar. Öğretmenimi gördüğümde başımdan geçenleri, okula neden gelemediğimi anlattım bir bir. Ve 4. sınıf kitaplarını tekrar tekrar alıp okuduğumu söyleyip, matematik, geometri çalıştığım defterleri gösterdim. Öğretmenim Başöğretmene anlatmış o da beni sınavla 5. Sınıfa geçirdi.
    1941-1942 öğretim yılında ilkokulu bitirdim. 1940’lı yıllar benim için zor yıllardı. Hulusi ağabeyim şehit oldu, babam bu acıya dayanamayarak vefat etti, kaldık annemle ikimiz. Bahçe, tarla, çarşı, Pazar ve hayvanların bakım işleri yüklendi yine omuzlarıma. Ve ben oldum ortaokul öğrencisi. Okuldan geldiğimde ev işlerini yapıyor, bunları yaparken de okulda öğrendiklerimi tekrar ediyordum. Akşamları da ders çalışıyor, ödevlerimi yapıyordum. O yıllar da Şebin Karahisar’da elektrik yoktu. Gece evlerde idare ve gaz lambası kullanılıyordu. İkinci dünya savaşı sebebiyle gaz yağı sıkıntısı vardı. İdare lambası ışığında ders çalışıyordum. Bazen de kar yağdığında etraf aydınlık olduğu için ay ışığında ders çalışıyordum. Gündüzleri de elime bir sopa alıp karlar üzerinde matematik işlemleri yapıyor, geometrik haritalar çiziyordum. 1945’te ortaokulu bitirdim. Öğretmenler kurulu beni başarılı öğrenciler arasından seçip Sivas öğretmen okuluna parasız yatılı öğrenci olarak göndermeye karar vermişti.
       Sivas Öğretmen Okulu: Çalışmak ve okumak en büyük zevkti benim için. Boş zamanlarımı okul, hafta sonları da şehir kütüphanelerinde geçiriyordum. Öğretmenlikle, eğitimle ilgili bilgileri ve güzel sözleri not alıyordum cebimdeki küçük deftere. Alıştırma, inceleme, not alma, yazma benim için bir tutku haline gelmişti öğretmen okulunda. Bir gün müzik dersinde öğretmenimiz bir şiir yazdı tahtaya ‘’Bu şiir öğretmen marşıdır.’’. Bu şiiri defterimizin baş sayfasına yazdık. Kıta kıta okuyup öğretmen marşını açıkladıkça öğretmenimiz, bizlere öğretmen olmanın duygusunun aşılıyordu aslında. Bu sadece bir marş değil ‘’Yurdum seni yüceltmeye antlar olsun’’ mısrasıyla öğretmenlik mesleğiyle aramızda bir sözleşmeydi. Ulu önder Atatürk’ün izinde cehalete karşı vereceğimiz savaşın sözleşmesiydi bu marş.

                                      ÖĞRETMEN MARŞI
                Alnımızda bilgilerden bir çelenk
                Nura doğru can atan Türk genciyiz
                Yeryüzünde yoktur, olmaz Türk’e denk
                 Korku bilmez soyumuz

                 Şanlı yurdum her bucağın şanla dolsun
                 Yurdum seni yüceltmeye antlar olsun

                   Candan açtık Cehle bir savaş
                   Ey bu yolda ant içen genç arkadaş
                   Öğren, öğret halka hakkı, gürle coş
                   Durma durma koş
                                                      İsmail Hikmet Ertaylan
             ‘’Çok önemli bir meslektir öğretmenlik. Vatanımıza, milletimize ve devletimize hizmet eden mühendisleri, doktorları, hakimleri, kaymakamları, valileri, subayları, başbakanları öğretmenler yetiştirir. Öğretmenler yetiştirdikleri öğrenciler aracılığıyla toplumu düzeltir, devleti güçlendirir, vatanı yüceltir. Bu nedenle öğretmenlik bir milletin, bir devletin geleceğini hazırlama görev ve sorumluluğunu taşıyan çok önemli ve çok onurlu bir meslektir. Onun için Atatürk milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir, demiştir. Yayla zamanı geldiğinde Akçakoca yaylasının Dona köyünün okulsuz çocuklarına ders veriyordum Ulu Çam’ın altında. 1986 yılında okul yaptırdım Dona köyüne. Devletin 40 yılda kavuşturamadığı çocukları okula kavuşturdum.
      Ulu Çam’ın altı açık hava okulumdu benim. Topluyordum yayla çocuklarını onlara önce okuma ve yazmanın önemini anlatıyordum, sonra ellerine kireç taşı yada çubuk verip düz taşlar ve toprak üzerinde adlarını, rakamları ve birde ATATÜRK yazmayı öğretiyordum. Atatürk’ün hayatını, vatanımızı düşmanlardan nasıl kurtardığını, cumhuriyeti niçin kurduğunu ve devrimleri anlatıyordum yayla çocuklarına. 1948 yılında Sivas öğretmen okulundan mevzun oldum sıra görev almaya gelince istediği il sorusunun karşısına hiç tereddütsüz vatanımda bayrağımın dalgalandığı her yer diye yazdım.

    1948 yılında Bingöl Karlı ovaya atandım. Ve haritadan Bingöl’ü merak edip inceledim. Bingöl dağının eteğinde Karlı ova. Ve aklıma birden Kemalettin Kamu’nun Bingöl çobanları şiirinin mısrası geldi. “okuma yok, yazma yok, bilmeyiz eski yeni

Kuzular bize söyler yılların geçtiğini” diyen çoban çocukları canlandı gözümde. Üzülmeyin öğretmen olarak geliyorum size. Okumayı, yazmayı, tarihi, takvimi öğreteceğim. Eskiyi, yeniyi, tarihten yılların geçtiğini de takvimden öğreneceksiniz artık, dedim içimden. Aldım tahta bavulu önüme… önce Atatürk’ün nutkunu ve birkaç resmini birde bayarak yerleştirdim özenle. 20 yaşında milli eğitime hizmet sevdalısı idealist bir öğretmen olarak düştüm Bingöl yollarına. O yıllarda doğu ve güney doğu illeri, Anadolu da bir çok kasaba ve köyler yokluk içindeydi. İlçe merkezlerinin çoğunda elektrik, otel, lokanta yoktu. Düzgün yollar ve köprüler yoktu. Sal ile geçiliyordu akarsular. Ulaşım, eğer bulunabilirse kamyon ile olurdu onu da bulamayınca yollar bazen atla bazen yaya yağmurda çamurda karda yürümek zorunda kalınırdı.

Karlıova’ya geldiğinde biran önce okulu görmek istiyordu. Odalara baktı. Sıraların çoğu kırık. Öğretmen masası da öyle. Dolapların kapakları sökülmüş. Yazı tahtası da öyle. Türkiye haritası yırtılmış, çıtalar sallanıyordu. Atatürk resimleri solmuş, sararmıştı…

     Ve ilk derste öğrencilere bu gün neler yapacağımızı anlattım. Sıralar oturulamayacak durumda, bu günkü dersiniz sıraları dolapları tamir etmek, sınıfı ve çevresini temizlemek, düzenlemektir. Büyük öğrencilere kırık sıraları dışarı çıkarttım. Evlerinde çivi, keser, testere, süpürgesi olan beş altı öğrenci bunları getirsin. Kızlar sınıfı temizleyecek. Büyük öğrencilerle de sıraları tamir edeceğiz. Diğer öğrenciler de okulun çevresini düzenleyecek dedim. Burada marangoz olmayınca köylüler eli keser, çivi, testere tutan birisini beklemişler yıllarca. O da gelmeyince okul eşyaları hepten kırık dökük olmuş. Ve giydim önlüğümü başladım çalışmaya. Sıraların, öğretmen masasının, yazı tahtalarının ve dolapların tamir işi bitti kısazamanda. Yazı tahtası boyandı, haritalar ve çıtalar onarıldı. Bavulumda getirdiğim Atatürk resmi çerçevesine konuldu. Vekil öğretmen bana “hocam marangoz yanında çalıştınız mı?” diye sordu. Hayır dedim. Bir marangoz kadar beceriklisiniz deyince ben marangoz değilim ama öğretmenim. Bir öğretmen gerekince marangoz kadar beceri sahibi olmalı ve bunu öğrencilerine de öğretmeli, diye cevap verdim.Biz bu işleri yaparken beni izleyen bir köylü ‘’ sen essah öğretmensin bey’’ dedi ve gitti. Okulun bayrağı da iyice eskimişti. Bavulumu açtım ve hizmetliye törende direğe çekmesi için verdim.
     2001 yılında tamir ettiğim okulun yerinde tek kişilik sıraları ve bilgisayar laboratuvarı olan modern ‘’Hüseyin Hüsnü Tek Işık İlköğretim Okulu’’ vardı artık. Göreve başladıktan 15 gün sonra askerlik şubesinden çağırdılar, yedek subaylığım yapmak için Ankara yedek subay okuluna gitmem gerekiyordu. Hazırlık kıtası eğitimini almadığım için beni almadılar. Ve gözümün önüne öğrencilerim, okulum geldi. Bir an önce dönmek istiyordum oraya.
    Trenden indiğimde Bingöl’e kar yağmıştı. Tanıyamadım Bingöl dağlarını Karlıova’ya nasıl giderdim bu durumda. Sordum soruşturdum ancak at ile gidebilirsin dediler. Kar o kadar şiddetli yağıyordu ki atın ayakları kara saplanıyor, gidemiyordu. Atın sahibi, ben gidiyorum burada kalıp ölmeye niyetim yok, deyip yatağımla bavulları yere bıraktı ve bana sen gelmiyor musun dedi. Hayır gelmiyorum, dedim. Eşyaları orada bırakıp yola devam edeceğimi söyledim. Şaştı kaldı adam. Bense başka dünyalardaydım. O anda öğretmen marşının, candan atık cehle karşı bir savaş, ey bu yolda ant içen genç arkadaş! Durma durma koş, mısraları çınlanıyordu kulaklarımda. Adam tekrar seslendi ’’Öğretmen bey, bu karda tipide Karlıova’ya gitmekte kararlı mısın?’’ diye sordu. Evet kararlıyım, gideceğim, dedim. Bunun üzerine Fesuphanallah dedi. Ahmet ağa şaşkın şaşkın ‘’ yahu Leyla’sını arayan mecnun olsa karda tipide bu dağlarda yolculuk etmez, etmez valla’’ diye söylendi kendi kendine. Ve benimle birlikte gelmeye karar vererek ileride bir köy var oraya gidelim, bir öküz alalım, öküzün ayakları çatallıdır, deyince kabul ettim. Bu şekilde ulaştık Karlıova’ya. Okulumu öğrencilerimi görünce on günden beri çektiğim yolculuğun sıkıntısını bir anda unuttum. ‘’Ah o günler, o altın çağı ömrümün.’’
    Gelmiştim gelmesine ama, Karlıova’nın karlı yollarında özlemini çektiğim iki odalı toprak damdan oluşan ilk göz ağrısı okulum ve öğrencilerim gitmişti elden, yerime başka öğretmenler atanmış, ben de kalmıştım açıkta. Hemen milli eğitim müdürünü arayarak durumumu bildirince o da beni ‘’Bahçe köyüne’’ gitmemi orda öğretmen olmadığını söyledi. Hemen yola çıkmam gerekiyordu, bahçe köyünde öğretmen bekleyen çocuklar vardı, diye düşünürken öğretmen marşının ‘’Ey bu yolda ant içen genç arkadaş, durma durma koş’’ mısraları çınlandı kulağımda.
     Hemen bir kahvehaneye girip durumu kahvehaneciye anlattım. Bir öküz ve kuvvetli birini istediğimi söyledim. Ve Mecnun Ağa adında birisiyle çıktık yola, hava karardığında bir köye ulaştık ve gösterişli bir evde misafir olduk, ev sahibi ‘’hiç bu karda yola çıkılır mı?’ Hadi sana mecnun derler. Kar tipi dinlemezsin ya şu öğretmen bey nasıl çıktı yola?’’ deyince Mecnun Ağa ‘’Ona da şaşma o da gideceği okulun, okutacağı çocukların mecnunu olmuş’’ diye cevap verdi. Ertesi gün ulaştık Bahçe köyüne ve okula. Okul dediğim yer, bir samanlıktı. Çocuklar duvarın dibine dizilmiş taşlara oturuyorlardı. ‘’Taş üstüne oturup diz üstünde yazı yazıyorlarmış. Çocuklara birer sırık ve balta, keser, testere, çivi getirmelerini söyledim. Öğrencilerle birlikte sırıkları yontup kestik, oturacak yerleri yaptık. Bir köşeye de yatacağım yeri hazırladım. Duvara çakılmış küçük bir tahtayı yazı tahtası olarak kullanıyorlarmış. Köyde şeker sandığı tahtaları toplattırıp, bu tahtaları yazı tahtası ve masa yaptık. Yumurta akı ve kumla da boyadık yazı tahtasını. Öğrencilerimizden birisi ‘’Öğretmenim tebeşirimiz de yok’’ dedi. Kireç taşı bulun dedim. Bu konuda Kayabaşı’ndan deneyimliydim iyi ki. Bavulumdan getirdiğim Atatürk resmini de duvara astık, samanlık şimdi bize okul olmuştu artık. Öğrencilerle birlikte okulun önüne kalınca ve uzun bir sırık diktik ve yanımda getirdiğim bayrağı çektik sırığa.
    ‘’Bahçe köyü vatanımda bayrağımın dalgalandığı, görev yapacağım yer oldu bir anda.’’ sözümde bir daha durmuştum işte. Mutluydum, onurluydum. Samanlıktan oluşmuş olsa da kapısında bayrağımın dalgalandığı bir okulum vardı artık. ‘’Okuma yok, yazma yok, bilmeyiz eski yeni/ kuzular söyler bize yılların geçtiğini’’ diyen Bingöl çocuklarına en güzel dersleri burada vereceğim. Okumayı, yazmayı, takvimi, tarihi, eskiyi, yeniyi burada öğreteceğim. Atatürk’ü burada tanıtacağım destan destan. İstiklal marşını burada öğreteceğim milletimin çocuklarına.
     Tek Işık Öğretmen’e köylüler Essah Öğretmen adını koydular. ‘’ mefküreci Muallim’’ kitabını okuyor öğretmen bey. 1880’li yıllarda Moskova Üniversitesi’nin dünyaca ünlü matematik profesörü Racinski’nin; köylerde yaşayan halkın eğitimi, aydınlatılması ve kalkınmasıyla ilgili düşünceleri, üniversitedeki görevini bırakıp doğup büyüdüğü Tatevo köyünde yıllarca öğretmenlik yapması, köyünün çocuklarını nasıl yetiştirdiği, bu öğrencilerin ise üniversitelerde çok başarı gösterip ‘’Tatevolular’’ unvanıyla şöhret kazanmaları, dünyaca ünlü ressam, müzisyen, doktor ve mühendis olarak yetişmeleri Racinski’nin bu konulardaki hizmetleri ve başarıları anlatılıyordu. ‘’Mefkureci Muallim’’ kitabında, kendisini Racinski’den daha güçlü hissediyordu. İstanbul’dan büyük bir okuldan Tek Işık Öğretmen’e telgraf geldi. ‘’İstanbul’a gel oku’’ ‘’Lise öğretmeni ol’’ diye. Ancak o gitmedi, köyde kalmayı tercih etti. Tek Işık evleniyor ve eşini de Bahçe köyüne gelin olarak getiriyor. Bu köyde iki yıl görev yapıyor ve Karlıova İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’ne atanıyor. Pedegoloji sınavlarına giriyor ve sınavı kazanıyor. Daha sonra Milli Eğitim Bakanlığı’nda göreve başlıyor. Pedegoloji bölümünü dışarıdan bitiriyor. 1957-1958 öğretim yılında Pedegoloji bölümüne başlıyor ve Sivas’a müfettiş olarak atanıyor. 1960’lı yıllarda Milli Eğitim Bakanlığı’nda görevli bulunuyor ve müfettiş olarak görevimi sürdürüyorum. 1975’te emekli oldum.
      Hüseyin Hüsnü Tek Işık gerçek insan odur ki her yerde bir eser.
                                      Eseri olmayanın yerinde yeller eser…
                                                                                                    Mevlana
Tek Işık: ‘’Çok çalışıyor, kitap yazıyorum, tanrı bize zenginlik nasip etse, kitaplarımızdan çok para kazansak, okulsuz yerlere okul yaptırırız.’’ diye düşünüp azimle hayal kurardım.
32 yıl geceyi gündüze katarak çalıştım. 50 kadar öğretmen meslek kitabı ve okul kitabı yazdım. Kitaplarım öğretmenler ve öğrenciler tarafından çok beğenildi ve çok satıldı. Bana para kazandırdı ve Mevlana’nın sözünü yerine getirdim.
      Milli Eğitim’in çocuklarına bağışladığım okullar:
 Çankaya’da Öğretmen Hüseyin Hüsnü Tek Işık İlkokulu
 Öğretmen Hüseyin Hüsnü Tek Işık Kültür Merkezi
 Yeşilyurt köyünde Hüseyin Hüsnü Tek Işık İlkokulu
  Siirt’te Hüseyin Hüsnü Tek Işık İlkokulu
  Diyarbakır’da Hüseyin Hüsnü Tek Işık İlkokulu
  Hakkari’de Hüseyin Hüsnü Tek Işık İlkokulu
  Tek Işık Halk kütüphanesi
  Çankaya’da 2. Bina >> Tek Işık Okulu’na ait

  Bingöl’de Ayten Tek Işık ve Hüseyin Hüsnü Tek Işık Okulları
  Çankaya’da Ayten Tek Işık İlkokulu
  Çankaya’da Şaziye Tek Işık İlkokulu
  Hüseyin Hüsnü Tek Işık Öğretmenevi
  Tek Işık Camisi
Hakkari’den Edirne’ye 13 ilde 17 okul yaptırdım.

 

 

 

 
Toplam blog
: 425
: 3089
Kayıt tarihi
: 06.12.06
 
 

Gazi Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü, Eğitim Yönetimi, Teftişi, Planlaması ve Ekonomisi..