Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Temmuz '07

 
Kategori
Eğitim
 

Teknobirey medeniyeti

Teknobirey medeniyeti
 

Haziran sonunda ABD’nin Atlanta şehrinde tüm ABD eyaletlerinde görev alan 13.500’den fazla öğretmen, eğitmen ve eğitim görevlisinin katıldığı “NECC – Ulusal Eğitim Teknolojileri Konferansı”ndaydım. Konferansın yapıldığı bina bir günün çalışma saatleri süresince gezilerek bitirilemiyor !!! 362000m2’lik alanın tamamında kablosuz internet bağlantısı ve sık aralıklarla koridorlara yerleştirilmiş prizlerle katılımcı ve dinleyicilerin dizüstü bilgisayarlarını şarj edebilmelerine olanak sağlanmış. Sandalye sayısı yeterli olamayacağı düşünülerek küçük ve şık bankların haricinde süs havuzları etrafında dahi yere rahatlıkla oturulabilecek bir ortam hazırlanmış. Sıradan bir Amerikan vatandaşının güne başlangıç adreslerinden biri olan Starbucks ve öğle yemeği için alternatif hızlı yemek markası Papa Johns Pizza vb yiyecek ve içecek seçenekleri yerlerini almış. Biz ne kadar çay tüketiyorsak onlar da kahve tüketiyor. Sırtında veya omuzunda dizüstü bilgisayar çantası, bir elinde kahvesi, diğer elinde Blackberry vb Bluetooth cep telefonuyla heran-çevrimiçi biçimde oturumdan oturuma koşturan, çoğunlukla XXL boyutunda hemen her etnikten kadınlar ve erkekler konferansa ayrı bir görünüm katıyor. Sunuma katılanların çoğunda bir dizüstü bilgisayar var. Sunumu dinlerken aynı zamanda klavyeye bakmadan not alıyorlar. Filmlerde görür “bakmadan hem hızlı yazıp hem de hiç mi hata yapılmaz” derdim kendi kendime. Gördüm ki abartı değilmiş. Altmış yaşlarında insanlar da klavyeye bakmadan on parmak hızlı ve çoğunlukla hatasız yazıyor. İlköğretim düzeyinde on parmak klavye eğitimi alıyorlarmış. Ben de on parmak yazabiliyorum diye kendi kendime gururlanır, ne kadar şanslı olduğumu düşünürdüm. Baktım ki bu olay burada bir özellik değil günlük yaşamın bir parçası haline gelmiş. Bagajımı havaalanında havayolu görevlisine götürdüğümde check-in işlemlerini yapıp getirmemi istedi. Check-in ve bilet kontrol işlemleri için yirmiden fazla bilgisayarlı sistem yerleştirilmiş, biletiniz ile ilgili işlemleri siz yapıp bagajınızı görevliye götürüyorsunuz. Tren istasyonunda iki tane insanlı bilet satış büfesi varken, ki bunlar çoğunlukla “danışma” görevi görüyor, otuzdan fazla ATM tarzı sistem çalışıyor.

New York’ta kütüphanede fotokopi çektireceğim, fotokopici arıyorum. Fotokopi makinesi var fotokopici yok. Bir görevliden yardım istiyorum bana sözle makineyi nasıl kullanacağımı anlatıyor. Paranızı koyuyorsunuz, paranız kadar fotokopinizi kendiniz çekiyorsunuz, kalan para olursa makine size üstünü ödüyor. Üstelik bozuk veya bütün kağıt para olması fark etmiyor. Ayrıntılı arama yapabileceğim onlarca bilgisayar her tarafta.

Bir müzik marketine giriyorum. Bizim MM Migros büyüklüğünde bir dükkan. Bakıyorum etrafta hemen her müzik tarzı bölümünde kullanıma açık dokunmatik monitörlü optik okuyuculu sistemler var. Almak istediğiniz müzik CD’sindeki müzikleri merak ediyorsunuz, bir bölümü de olsa dinleyebilsem ne güzel olurdu diyorsunuz. CD’yi bu optik okuyucu sisteme gösterip içindeki şarkıların ilk 15 saniyesini dinleyebiliyorsunuz. Ön izleme gibi bu da ön-dinleme !!!

Caddede dolaşıyorum. Paralel sokaklar teoremi burası için geçerli gerçekten. Bir sokak kaçırırsanız mutlaka bir şekilde paraleline ulaşabiliyorsunuz, yani karşınıza başka bina çıkmıyor ya da sokak bir anda bitmiyor. Caddeler bloklara ayrılmış. Her blok başında ve sonunda, dört yol ağızlarında, her sokak ta mutlaka yaya geçitleri ve ışıklar var. Işıklara uymayanı çok bekledim ama göremedim. Hani olurda yayaya kırmızı yandı ama siz yanlışlıkla da olsa yaya geçidine adımınızı attınız. Biz ne bekleriz genellikle böyle durumlarda? Acı bir fren veya korna sesi, arkasından başka arabalardan gelen korna sesleri hatta bağırma sesleri…Ama ben ne gördüm? Yaya geçidi çizgisinin arkasında, yani yayanın dibinde değil, yaya geçinceye kadar bekleyen arabalar…Amerika’da arabalar genellikle biraz büyük, biz de ise biraz daha küçük fark bu olsa gerek :)

Bir restorana girdim. “Fast Food” dediklerinden. Ye-Çık gibi. Sipariş verilen yerin önünde bir çizgi var. Yanında bir tabela, üstünde “Lütfen bekleyiniz” yazıyor. Sırada bekleyenler var. Ben de sıramı bekliyorum. Arkamdan gelenler var, onlar da benim arkamda sıraya giriyorlar. Sıranın önündeki kişi belirtilen çizginin gerisinde bekliyor. Arkasındaki öndekinin yanına geçip ikinci bir kuyruk oluşturmuyor, arkadan gelenler öne doğru ilerleyip “bir arkadaşa bakmıyor”. “Sıradaki” sesiyle sıram geliyor, siparişimi veriyorum bana üzerinde bir numara yazılı masanın üzerine konulacak küçük bir numaralık veriliyor. İçeceğimi kendim almak istediğimi belirtiyorum, bana boş bir bardak veriliyor, ne istersem alabileceğim, buzumu vb kendim koyabileceğim büfeden içeceğimi kendim dolduruyor ve boş bir masaya oturuyorum. Masamın üstüne de küçük numaralığımı koyuyorum. Bir süre sonra siparişim geliyor. Garson olmadan sipariş alınarak yemek servisine güzel bir alternatif yöntemdi bence. Gözüme başka bir şey daha takılıyor. Aynı şeyi Starbucks’ta da fark etmiş kişiye özgüdür diye üzerinde durmamıştım. Yemek bittikten sonra kalanları çıkarken çöpe atarak gidiyorlar. Bu olayla konferans sırasında sunum salonlarında yiyecek ve içecek getirmenin neden “yasak” olmadığını bağdaştırdım. İnsanlar çıkışta yediklerini ve içtiklerini toplayıp salondan çıkarken çöpe atıyorlardı. Konferans sunumları arasında verilen yemek ve içecek aralarında uzun kuyruklar oluştuğunu gördüm. Burada da “araya kaynak” oluşmuyordu.

Kısaca; teknolojiyi bir şekilde elde edebiliriz, hatta teknolojiyi belli alanlarda uzmanlaşarak da kullanabiliriz, ancak etkinliği günlük yaşantımızdaki gereksinimlerimize cevap verebildiği sürece geçerli. Gösterdiğim örneklerle ilgili benzer örnekler bizde de var. Vurgulamak istediğim konu biraz daha işin bilinç ve kültürü ile ilgili. Yirmi farklı yıkama programı olan çamaşır veya bulaşık makinesinin kullanımı sırasında hiç yabancılık çektirmeyen gereksinim nasıl bir gereksinimse benzerini, örneğin, öğretimde teknoloji kullanımı konusunda yeterli derecede ortaya çıkaramadığımız ortada. E-postalarını sürekli kağıt çıktısı alıp okuma gereksinimi, teknolojinin günlük yaşantıda etkin kullanımına bir örnek oluşturup oluşturamayacağı konusuyla ilişkilendirilebilir mi acaba ?

İnsanların birbirleri arasındaki saygı çemberlerine dokunmamak konusundaki hassasiyeti ile teknolojinin bireysel gereksinimleri karşılamadaki etkililiği ve kullanım alanı genişliği arasındaki ilişkiyi algılayabilmiş bireylerden oluşan bir topluluk Teknobirey Medeniyeti:

Bireyler birbirlerine saygılı…
Bireysel farlılıklar konusunda çağcıl ve demokrat…
Çevresindeki teknolojik seçenekleri gereksinimi doğrultusunda etkin kullanabilen…
İki şeritli yolda üçüncü şeridi oluşturmayan…
Kuyruklarda “kaynak” olmayan…
Bireysel özgürlüğünün bir başkasınınkiyle sınırlı olduğunun bilincinde…
Teknoloji uzmanı olmaktan çok teknolojiyi etkin kullanabilme kültürüne sahip…

Bahsettiğim saygı ve özgüvene sahip toplulukları bulundukları duruma getiren nasıl bir gereksinim ya da bilinçse benzerini okullarımızda öğrenim gören yeni nesil “dijital nesil” bireylerine de kazandırabilmenin yollarını aramalıyız. Bu matematik, fen, sosyal bilgiler'den farklı bir şey sanki. Globalleşen dünyada sorunlarımız da ortaklaşıyor. Bu olay “Çocuğum bilgisayarda chat yapıyor, o nedenle interneti kestirdim”den farklı bir boyutta artık.

 
Toplam blog
: 10
: 1929
Kayıt tarihi
: 14.03.07
 
 

İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı ve Marmara Üniversitesi Teknoloji Eğitimi bölümü ..