Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Eylül '11

 
Kategori
Güncel
 

Teknolojik yalnızlık

Teknolojik yalnızlık
 

sönen yalnızca mangalın ateşi miydi?


Bir mangalın etrafında çoluk – çocuk, dede-nine-torun bir battaniye altına girerek çevrelenir, eşsiz efsaneler kömür ateşinin sıcaklığında hafızalara nakşolunurdu. Her gece başka dünyaların kahramanları olarak bambaşka alemlere dalınırdı. Mangal üzerinde keyifle pişirilen kahveler aile büyüklerine ikram edilir, pestiller, cevizli sucuklar, yemişler, fındıklar; cılız bir mum ışığının ya da gaz ocağının aydınlattığı soğuk kış gecelerinde, büyük bir keyifle yenilirdi. Semaverde kaynayan çayın fokurtusu ile uzun kış geceleri bütün ailenin bir arada toplandığı keyifli bayram geceleri tadında yaşanırdı. Dışarıdaki soğuğa inat içeride bütün ruhlar sımsıcaktı ve yüzler gülümserdi. Bundandı belki ataya-dedeye saygı, bundandı küçüklerin büyükleri yanında “büyük insan” vakarıyla sessiz ve edepli oluşu. Bundandı imceler-paylaşımlar-sevgiler belki de… 

Çok sürmeden “teknoloji” ile tanışıldı. Ampullerin evi ışıl ışıl aydınlattığı, sobaların odaları sımsıcak ısıtması cennetten sunulmuş bir armağandı insanlığa. Sonrasında radyo ve televizyonla tanışıldı. Aile yine bir aradaydı ancak konuşan ve deneyimlerini paylaşan büyükler değildi. Anlatılanlar kendimizden çok uzaktı. Kaçak göçek dizilerin peşinde Dallas entrikaları ile tanışıyordu Türk toplumu. Tek gözlü ejderhaları yenen kahramanlarımız artık Şahin Tepeleri’nde şarap üretimini izliyordu. Komşular her akşam televizyonu olan ailelere dost ziyaretlerini sıklaştırmıştı. Her ne kadar her genç kızın kalbinde bir Boby Yuying atsa, her erkek bir Louise’si hayal etse de, bireysel yalnızlaşma devrine daha çoook vardı. 

Seksenlerden sonra yaşanan büyük acıları unutma çabasına ve olanları yok sayma gayretine düşen Türk toplumu en büyük toplumsal yarayı “apolitik gençlik” yetiştirerek aldığının henüz farkında değildi. Doksanlara gelindiğinde ise; literatüre yeni bir kelime yerleşiyordu: post-modernizm. 

Seksenli yıllarda askeri amaçla ülkemize giren internet sistemi ve kişisel bilgisayarlar 90’lı yıllarda öncelikle iletişim sektöründe (basın-yayın) ve üniversitelerle hayatımıza girmişti. 2000’li yıllarda ise; artık internet bir çılgınlık halinde dalga dalga yayılmaya başlamış, her evde birkaç televizyon olması yadırganırken, cep telefonları, telekomünikasyon ağları, bilgisayarlar ve internet sistemi ruhumuzu çoktan istila etmişti. 

Artık nur topu gibi facebookumuz, tweeter’ımız ve adını saymaya üşendiğim onlarca sosyal paylaşım sitelerimiz vardı. Ve artık yediden yetmişe dört köşe bir ekranın karşısında şarjlarla ve teknolojik araçlarla örülmüş bir zindanda yaşamaya gönüllü birer mahkumduk. Bütün sosyalliğimizin tuşlarla sağlandığı bir dünyada yüz yüze iki çift lafı bir araya getiremeyen, jestleri-mimikleri- vücut dilini tanımayan, pc başında aşklara-meşklere düşen, hiç tanımadığı insanlara babayiğitlik yapan, kavgalar eden, söven –sayan birer klavye kahramanına dönüşmüştük. 

Aslında sadece kare kafa, sünger beyinli birer birey olarak “engelli bir hayat” sürüyorduk. Bedenin değil ruhların engellendiği bu dünyada tanımadığımız kontrol dışı evlatlar yetiştiriyor; başta kendimiz olmak üzere herkese ve her şeye yabancılaşmaya başlıyorduk. Tuşların ötesinde canciğer olduğumuz dostlarımızla gerçek hayatta beğenip paylaşacak hiçbir şeyimizin olmadığın fark etmekle, düştüğümüz ruhi girdaplardan bahsetmiyorum bile… 

Evlerimiz ısınıyor, aydınlanıyor, dünya küçülüyor, uzaklar yakınlaşıyordu. Oysa ömrümüzün arka bahçesinde ruhlarımız üşüyor, karanlık dehlizlerde yuvarlanıyor ve gitgide kimsesizleşerek yabancılaşıyordu. Ve bu öyle bir yalnızlıktı ki, içine düştüğü karanlığın kimse farkında değildi. Ve aklıma tam da bu noktada şu soru geliyordu; “mangaldaki ateşin sönmesi ile yalnızlaşan sadece emektar mangal mıydı?” 

Neslihan Sultan PALA 

 
Toplam blog
: 35
: 2068
Kayıt tarihi
: 03.09.11
 
 

1970'li yıllarda başlayan yaşam serüvenimde yazmak daima benim için itici bir güç oldu. İstanbul ..