Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Aralık '14

 
Kategori
Kişisel Gelişim
 

Ten kapısı

Ten kapısı
 

TEN KAPISI


Hayata nasıl bakıldığı değil de, nerden bakıldığı çok önemlidir ya.

Nereden bakmak içinde rollerin değişmesi gerekir bazen. Rolleri değiştiren de kaderdir elbet. Ten kapısı çok şahşahalıydı, çok da mutsuz ve bedbaht.

O gün yüreği daralıyordu, hergünkinden farksız. Bahçe kapısına gitti. Başını bahçe kapısının parmaklıklarına dayadı ve öylece seyrine daldı karşıki evlerin içindeki pinhanların. Yıkık dökük evlerden biri dikkatini çekti onun. Perdesinde kocaman yırtığı vardı bu evin. Yırtığın çerçevesinden çok mutlu bir aile tablosu yansıyordu dışarı. Evin sobası gümbür gümbür yanıyordu. Sobanın üstünde kocaman bir tencere içerisinde ise su kaynıyordu. Biraz sonra evin can kapısı iki paket makarnayı boşaltıverdi içine. Makarna pişerken evin ahalisi bayram havası teneffüs ediyorlardı adeta. Ten kapısı o yırtık perdenin ardındaki mutlu hayatın içinde olmak için neler vermezdi ki! Neler vermezdi ki şu an onların arasında olmak için. O da çok açtı. Açtı ama tek lokma yiyebilecek huzurda değildi. Üstelik buzdolabında havyarı bile vardı. Kuş sütü eksikti ama ona tek lokma yedirecek huzur eksikti. Ten kapısı üşüdü. Döndü içine. Petekleri yaktı. Bir iki dakika sonra ateş bastı; Onu üşüten huzursuzluğuydu, ateşi bastıran ise huzursuzluğunun yangınıydı. Tekrar döndü bahçe kapısına, yırtık perdenin ardındaki hayatı seyre durdu.  Can kapısı kocaman bir süzgeçte makarnayı süzüyordu. Ev halkı yuvarlak bir çember oluşturmuş oturuyorlardı yer sofrasında. Ellerinde kaşıklarla bekliyorlardı az sonra gelecek makarnayı, hem de büyük bir coşkuyla. Can kapısı makarnayı büyük bir tepsi içerisinde sofraya koyar koymaz kaşıklar havada uçuştu. Mutluluk onların etrafında çember oluşturarak dönüyordu adeta. İçini çekti ten kapısı, döndü varlıklı ama duvarları soğuk bakan evine.

Sıcaklıktan mutluluktan yana hiçbir iz yoktu bu evde. Ten kapısının duaları kabul görmezdi can kapısı kadar ama öyle bir intizar etikti mıknatıs gibi tuttu. Nefsin eli çok kazançlıydı çok, ama çok DA uzaktı candan. Ten’in canını yaktı nefsi, kendi izinden!  Çok canı yandı, intizar etti ten kapısı varlığın nefs eline; “Vardan yok’a düşesin, elden ayağa düşesin!” dedi. Ters gitti düz giden yollar. El sıkıştıkları diken oldu, battı varlığın eline. Bir ay içinde deniz göl olmadı, çöl oldu. Ten kapısı varlıkla tanıştığı gibi yoklukla da tanışacakmış meğer. Canına tak etti yokluk. Bir başka ateşten gömlekmiş meret. Bu kez çıktı balkonuna, başını balkonun demirlerine dayadı ve seyrine daldı yeni perdelerin arkasındaki hayatların. Biliyordu ki perdeler yeni olsa da, arkasındaki hayatlar bir o kadar yıpranık, bir o kadar eskiydi. Eski perdelerin arkasındaki hayatlar ise çoğunlukla sıcacık ve yepyeni.

Rolleri değiştirmişti kader, ten gözü için; dün kendi yeni perdesinin önünde durup, eski perdelerin arkasındaki mutlu hayatlara bakarken, şimdi eski perdesinin önünde durup yeni perdelerin arkasındaki mutlu hayatlara bakıyordu. Sahi nerdeydi mutlu hayatlar?

Sanıldığı gibi yeni perdelerin arkasında mı? Yo yo! En çokta eski perdelerin arkasında mıydı o? O insanın huzur evindeydi, taaaa kendinde, içinde... An’ı yaşamalı can an’ı. An zamanın içinde saklı, zaman ise an’ın.

Şuur, an’ı resmediyor, zamanı değil; öyle yaşamalı ki can, resmetmeli şuur bunu.

Resmetmeli ki, dün bugünün elinde kalsın ve de belleğinde.

Zenginlikte, fakirlikte, iyi günde, kötü günde, hastalıkta, sağlıkta, can kapısını çalacak davetsiz misafirlerdir. Kapı çalınmaz ev kapısı gibi. Üstelik siz;

 “Kim o?” bile diyemezsiniz; çünkü ten kapısı çalındı mı ten kulağı duyar, can kulağı değil.

O “Benim” demeden girer tenden içeri.

Ten bilir ki kendinde gezinen yabancı kişidir.

“Kimsin?” der. İçindeki der ki;

“ Arabul beni!” Can, kendi bedeninin, teninin, ruhunun keşfine çıkar.

 İçindeki kim ola acep, düşsün peşine de bulsun onu?

Uçsuz bucaksız bir zaman yolculuğu başlar. Yürek ülkesindeki hekimlere gider. Kişi bu, zaman yolculuğunda tüm mevsimleri ama geçer ama çarpar. Bulduğu aşktır, aşk kendinin içindedir.  Aşk der ki;

“Düş peşime yolumuz kendi içimizde. Kendi iç keşfinde ara bul beni.”

Nefs der ki;

“Sen beni bulmasan da olur, ben seni bulurum. Ben ki şeytanın havarisiyim ve zaten içindeyim yeter ki kulak ver.” Kimi aşkın gemisine, kimi nefsin trenine biner, gider. Yolculuk biter.

Aşk yolcuları aşk yurduna gider. Nefs yolcuları nefs yurduna kalır. Bu yolculukta ten bulur içinde bulacağı kadarını.

Ah yok mu şu insanoğlu ah! İnsanoğlu baca değil ki içinde yaktıklarının dumanı çıksın da, gitsin.

Değil midir ki, hüznün buharı süzülürken tortusu kalır içerde.

Değil midir ki, nefsani sınav kendini mutluluk diye tanıtıp yalancı gökkuşağı gibi ardından sürükler, tam yaklaşınca gökkuşağı yine uzaklaşır. O hiç yoktur ki aslında.

Yer değiştirse de insanoğlu, mekan değiştirse de, ardına düştüğü gökkuşağı yoktur, ne sağında, ne solunda, ne önünde, ne arkasında. Ne sanıldığı gibi, her zaman yeni perdelerin ardında, ne de eski yıpranık perdelerin ardında...

Bazen eski perdelerin ardında, bazen yeni perdelerin ardında gösterse de kendini, o benibeşeri ardından sürükleyen yalancı gökkuşağıdır aslında...

Var mıdır o? Yoktur!

Vardır, vardır da nefs vardır, o değil...

Can der ki;

“Canım gitti.” Ten der ki;

“Can da benden gitti, ten de benden gitti.” Beden der ki;

“Can da benden gitti, ten de benden gitti, velhasıl ruh da bende gitti.” Toprak der ki;

“Hepsi benden geldi, yine bana gitti.”  Sahi her şey ne çabuk geldi, gitti.

Topraktan gelip kendi keşfimizle çıkarız yola, yine döneriz kendi haddimizle toprağa.

Hoşçakalın Dostça kalın

Ama;

Sevgisiz ve Ejder Kalemsiz kalmayın.

Sevgilerimle haftaya buluşmak dileğiyle.

 

DİLEK EJDER

 
Toplam blog
: 52
: 596
Kayıt tarihi
: 22.04.08
 
 

Araştırmacı yazar, şair, aforizmacı, ressam, besteci... Kardelenler diyarı Sarıkamış’ta doğdu..