- Kategori
- Deneme
Tercihler, kader yolunun biletleridir.
görsel, netten alıntıdır.
Yaşadığı veya yaşamakta olduğu kötü olayları genelde "kader" olarak niteleyenleri TV lerde gördüğümüzde, "hayır bu senin kaderin değil, böyle bir sonu sen istedin, sen tercih ettin" diye cevaplarız sanki o şahıs karşımızdaymış gibi.
Her işin başlangıcında bir takım belirsizlikler olsa da sonun nereye varacağı tahmin edilir. Yaşanmış ve halen yaşanmakta olan hayatlar bunu göstermektedir.
Süregelen yaşam akışının yönünü değiştiren "kırık çizgiler" vardır bunlar eğitim, iş, evlilik gibi konularda yapılan tercihlerdir
Yanlış tercihler sonraları bir pişmanlık ifadesi olan "keşke" dedirtir insana...
Zamanı geri döndürmek mümkün olmadığına göre "ah, of" demenin de hiç bir faydası olmaz. Tam da olayın başındaki seçenekleri iyi değerlendirip en uygun tercihi yapmak gerekir. Bunu yaparken sezgilerimizden de yardım almalıyız. Sezgilerimiz güçlü olasılıkların yolunu gösterir.
Bir tercih hikayesini sizlerle paylaşmak istiyorum:
Mahalleden çocukluk arkadaşımın ablası Selin, derslerinde başarılı olamayan çift dikişle ilk okul beşinci sınıfa gelmiş bir genç kız. Biz üçüncü sınıfta olmamıza rağmen birlikte okula gidip gelirdik.
O zamanlar son sınıfta bütün derslerden bitirme sınavlarına girilir başarı durumuna göre diploma alınırdı.
Selin uzun boyluydu, annesi mülakatta "daha da uzun görünsün, sınıfını geçiriverirler belki" diye topuklu ayakkabılar giydirerek imtihanlara gönderdi 16-17 yaşlarındaki Selin'i. Kadıncağız kızının kendine uygun talipleri karşısında ne diyeceğini, ne yapacağını bilememenin şaşkınlığını yaşıyordu.
Mehmet, kasabanın işsiz güçsüz gençlerinden biriydi. Boy-pos yerinde ama boyuyla para kazanılmıyordu ki. Haftada bir kaç kez, komşulardan günlük aldığı eşeklerle dağa gider, kesip getirdiği çalıların yarısını eşek sahiplerine verir diğer yarısını da anasıyla-babasıyla yaşadığı evine götürürdü.
Çalılar, yemek pişirme, çamaşır ve banyo suyu ısıtmada yakacak olarak kullanılırdı.
Askerden geldiğine göre evlenmesi gerekiyordu, o zamanın kasaba zihniyeti böyleydi.
Eh! işi gücü olmayan Mehmet için ailesi ısrarla Selin'i oğullarına istiyorlardı.
Huriye teyze ve Hüseyin Amca "hayır" dediler, Selin'i Mehmet'e vermediler.
Mehmet de dağda çobanlık yapan ve çadırda yaşayan bir ailenin kızı ile evlenerek kendi ailesi ile birlikte yaşamaya başladı. Gelin-kaynana kavgaları içinde baba olan Mehmet, maddi zorlukları daha çok hissetmeye başladı.
Bir abisi bir de ablası vardı. Üçü bir olup çözüme yönelik planlar yapıp uygulamaya başladılar.
Abisi kamyonunu sattı, ablası da kayınpederinden kocasına düşen mirası koydu ortaya. Fiili çalışma Mehmet'e ait şehir merkezinde faaliyet gösterecek bir şirket kurdular. Mehmet canla başla çalıştı, işleri geliştirdi. O zamanlar şimdiki gibi rekabet ve zorlayıcı şartlar yoktu.
Şehrin sayılı ve itibarlı durumuna gelen üç ortaklı şirket 15 yıl kadar devam etti. Anlaşmalı olarak ayrıldılar. Mehmet tek başına o zamanlar çok revaçta olan bir yerli oto firmasının bayiliğini ve servisini aldı.
Şehirdeki bu gelişmeleri ve haberleri kasabada Huriye teyzeye kuşlar tez ulaştırırlar. Hüseyin amca rahmetli olmuş Selin de kendine uygun biriyle evlendirilmiş bir kaç çocuk annesi olmuştur. Annesine her geldiğinde yaşadığı hayatından, yoksulluğundan şikayet etmektedir.
Huriye teyze, kızı gittikten sonra "Şu Memed'e kızı vermedim de, ah, ne bileyim böyle olacağını, bak adamın 8 katlı apartmanı evinde hizmetçisi var, bendeki de kafa mı" diyerek dizlerini döverdi.
Bizler (ailem) de bu olayın tanıklarıydık.
Dert yanardı bize, ama söylenecek ne vardı?
Anne-baba hayır cevabını vermeden önce biraz sezgilerine başvurup Mehmet'in çalışkan ruhunu keşfedebilselerdi doğru tercih yapacaklardı.
Yıllar sonra dizleri dövmenin ne anlamı var?
Selam ve saygılarla,
Yurdagül Alkan.