Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Kasım '12

 
Kategori
Güncel
 

Terör içimizdeki hainlerce de körüklenmiyor mu?

Terör içimizdeki hainlerce de körüklenmiyor mu?
 

Başbakan ERDOĞAN'ın Ağustos ayında yayınlanan bir mesajı


Giriş

‘Gerçekler acıdır’demiş atalarımız. Bütün imkanlara rağmen Terörle Mücadele efsanesindeki emir komuta gerçekleri de daha acı olsa gerek. Dün akşam Lice yakınlarında bulunan Duru Karakolu'na yönelik sinsi terör saldırısını da kapsayan yorumlardan bir çok ilgi çekici. Kamuoyunda artık kökleşen 'ihmaller zinciri' ile 'zaafiyet' yaklaşımlarını açıklayan pek çok yorum gibi bu yorumun içeriği de gerçekten ürpertici: Kim nasıl olur da, ‘kendilerine ateş açılsa dahi ateş etmeleri yasak sadece saklanmaları için emir’ verebilir, bunu benim aklım almıyor. Bu gibi nice gerçekler kimi odaklarca çok iyi biliniyor olmalı ki karakollar ile diğer kamu kurumlarına yönelik sinsi saldırılar artmaya başlamıştır.

I.

Bana göre ne Mehmetçikler ne Polisler ne de Korucular terör saldırılarına karşı 'saklanmaları' gereken varlıklar değildir. Peki yayılmacı ve emperyalist birilerinin maşası olarak ayrılıkçı propagandaları yapan ve geçtiğimiz otuz yılda en az (35.000) can alan bu sinsi terör bataklıkları ile propaganda odakları nası temizlenecek? Şimdi söz konusu o ilginç yorumu birlikte okuyalım:

'Bu haberi okuduğumda izinden gelen Van'da vatani görevini yapan bir delikanlı geldi aklıma, geçenlerde sohbet ettik. Karakolda görevli söylediğine göre kendilerine ateş açılsa dahi ateş etmeleri yasak sadece saklanmaları için emir verilmiş. Psikolojileri tamamen bozulmuş uyku uyuyamıyorlar.' (E. Yorulmaz - 02/11/2012 - 18:37 Alıntı yeri: Hürriyet)

II.

Anlaşılan o ki süreli olarak ‘baskın yiyen’ karakollar haberlerinin ardında da bu tür ‘savunma taktiği’ yaklaşımları vardır. Bütün üstün silah gücü, elektronik gözetleme ve hızlı iletişim ağına rağmen ne büyük kentlerimizde ne İskenderun’da ne Hakkari’de ne de Diyarbakır’daki sinsi saldırılar önceden haber alınarak önlenemiyor. Kurban Bayramında ara vermiş olan ancak son günlerde yine başlatılan bu terör saldırıları bir türlü önelemediğine göre, içimizde onlara ‘haber toplayan’ ve haber uçuran’ pek çok ‘hain’ vardır bence. Harcanan bütün çabaya rağmen başka nasıl düşünebiliriz?

Romalı avukat, devlet adamı, bilgin, hatip ve yazar  ve Doğu Kilikya'nın Kastabala Kenti Valisi Marcus Tullius Cicero (M.Ö. 106 - M.Ö. 43) diyor ki:

'Bir ulus kendi içindeki aptal ve hatta muhteris olanlarla baş edebilir. Fakat içerisindeki satılmış ve hainlerle yaşayabilmesi olanaksızdır. Sınırları zorlayan düşman silah ve alemlerini (işaretlerini-bayraklarını) açıkta taşıdığı için daha az tehlikelidir. Fakat bir hain, hain gibi görünmez; kurbanları ile aynı aksanda konuşur, onların çehresine bürünür ve onların tartışmalarını kullanarak ulusun politik yapısına nüfuz eder, bütün kapılardan serbestçe geçer, sesi en üst düzey hükümet koridorlarında duyulur, ulusun ruhunu çürütür, politik yapıya her türlü hastalık bulaştırarak ulusun yaşam gücünü elinden alır. Bir katil daha az korkutucudur.'

III.

Otuz yıllık gözlemlerime ve okumalarıma göre bir tek Güneydoğu Anadolu Bölgesi değil Doğu Anadolu Bölgesi de yoğun bir ayrılıkçılık propagandası altında inlemektedir. Eğitim yaygınlaştırılamamış, toprak ağalığı çağdaşlaştırılarak kökleşmiş ve çarpık kentleşme her türlü yozlaşmaya yol açmıştır. 1970’lerde yaşanılmış olduğu gibi yer yer ‘kurtarılmış bölgeler’ elde edilmeye çalışılmaktadır. Bugün BDP ne yazık ki arkasında uluslararası gizli tönlendirmeler de bulunan terör örgütünün desteğini de alarak yörede çok belirgin bir siyasi başarı elde etmiştir. Onun özellikle yerel yönetimler üzerindeki bu başarısı, ayrılıkçı görüşlerinin her alana yaygınlaştırılması içerikli çatışmacı bir çaba içerisine girişmesine yol açmıştır. Kısaca Silahlı Siyaset (SS)denilebilecek bir dayatma ile özellikle dil ve kültür dayanakları bakımından yeterince tartışılmayan ‘bir Kürt milleti yaratmak’ istenilmektedir. Oysa mirasçısı olduğumuz Osmanlı’dan bu yana Batılı kimi devletlerin egemenliğinde oldu bittiye getirilmek istenen ‘yeni bir millet inşaa etmek’ sürecinin önündeki engeller bitecek gibi değildir. Sorunun jeopolitik açmazları yanında yöredeki toplumsal, kültürel yapılanma ile dil ve ağız özellikleri de taşıyan feodal örüntüler içindeki soy sop ve budun kökenleri ile yerleşimlerdeki dağınıklık yöredeki bütünleşmenin önündeki en büyük engellerdendir, denilebilir. Bu konuların kısa bir açıklaması için aşağıdaki açıklamalara gerek vardır sanırım.

IV.

Osmanlı’nın son iki yüz elli yılı boyunca özellikle Batı’nın kurnaz bir buluşu olarak uygulamaya geçtiği Osmanlı topraklarındaki ‘bir millet inşaa etmek’ (to build a nation) siyaseti bilinmeyen gerçeklerden değildir. Yoksa Osmanlı’nın ne askeri gücü ne yan yana yaşama bilinci ne İslam kardeşliği ne de örgütleniş biçimi yıkılabilirdi. Özellikle Kanuni Sultan Süleyman tarafından yabancı ülkelere verilmeyen başlayan Kapitülasyonlar Osmanlı toplumunun sahip olduğu hammaddeler ile bazı atölye üretimlerinin Avrupa’ya taşınmasına, keşifler ile sanayileşmenin getirdiği seri üretim ve teknolojik gelişmeler karşısında maliyesi bozulan Osmanlı Devletimiz ne yazık ki 19.yy başında uygulanmasına geçilen yeni bir millet inşaa etmek siyaset çerçevesinde parçalanmaya doğru yol almaya başlamıştır, denilebilir. Atalarımızın Devlet-i Ebed Müddet olarak da adlandırdığı Osmanlı Devletini içine düştüğü açmazlardan kurtarmak istediğini söyleyen çoğu kadroların ne kadar Avrupa yanlısı olduğunu da az çok biliyoruz. Onları durdurmaya çalışan Sultan 2. Abdülhamid’in eğitimi yaygınlaştırmak, tedhiş (terör) eylemlerini engellemek, Ermeni ve Kürt sorunlarını da içeren Doğu Sorunu oyunlarını engellemeye çalışmak ve İslam kardeşliğini egemen kılmak gibi çabaları da yine Avrupa kaynaklı gizli siyasetler ile engellenmemiş midir?

 

Ne yazık ki sanayileşen ve zenginleşen Avrupa karşısında Osmanlı Devleti Avrupa'ya borçlu, ekonomisi de maliyesi de zayıfladıkça zayıflamış, ordusu güçten düşmüş, toplumsal tesanütten (dayanışma) yoksun; içinde toprak ağalığı, seyyidlik, mezhepçilik, aşiretçilik, şeyhlik, milliyetçilik, ulul emre itaat gibi açmazları da barındıran İslam kardeşliğinin karşılık göremediği, eğitim sorunları yüzünden çağın teknolojisine kavuşamamış, bayındırlaşamamış ve eğitilmiş insan gücü Avrupa seviyesine ulaşamamış olduğu için önce Balkan Savaşları, sonra Yemen ve Trablusgarb (Libya) ve Çanakkale Savaşları ile Hicaz, Süveyş Kanalı, Filistin, Suriye ve Irak cephelerinde yenilmiştir. Yine bu süreçte Avrupalı devletler gizli ya da 1878 Berlin ve 1920 Sevr anlaşmaları ile açık bir biçimde Roma'nın parçala ve yönet (divide et impera) siyaseti ile de ustaca parçalanmıştır. Bugün çekilen sıkıntıların kökeni o yıllardaki tasarıların bugün özellikle İsrail'in varlığını korumak yanında petrol ve su kaynaklarının yeniden düzenlenmesine dönük olduğunu unutmayalım. 

 

V.

 

Bu kapsamda dahili ve harici nedenler yüzünden parçalanmış Osmanlı Devletinin önemli bir ulaşım, ticaret ve üretim merkezi olan Suriye konusuna değinmek gerekiyor.Suriye İç Savaşı sürecinde yaşanılan toprak istekleri ve yeni petrol boru hatları çerçevesinde ‘hayali haritalar’ peşindekiler için AK Parti iktidarı dirençli görünmektedir. Bu konuda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, ‘Hayali haritalara müsamaha gösteremeyiz’ açıklaması unutulmamalıdır. Çok kısa bir süre içerisinde, yanı başımızda ‘acilen!’ bir Türkiye Kürdistanı ile bir Suriye Kürdistanı gerçekleştirmek için çalışan ‘bizden birisi gibi’ dolaşan kimi hainlerin varlığı da çok açık. Bu amaçla Silahlı Siyaset (SS) düşkünlerince AK Parti Hükümeti köşeye sıkıştırılmak istenmektedir. Yıllardan beri özellikle güvenlik araçlarının sivilleştirildiği, servis araçlarının giriş çıkış saatlerinin yeniden ayarlandığı, karakollardaki savunma tedbirlerinin arttırıldığı, ana yollardaki denetimlerin sıklaştırıldığı, okulların bile korunması gereken alanlar olduğu gibi savunma içerikli pek çok tedbir alındığını biliyoruz.

Kaldı ki Avrupa’daki işçilerimiz ile Batı’daki kentlerimizdeki ayrılıkçılık kalkışmaları da görmezden gelinecek ‘acı gerçekler’ değildir. Uygulamaları büyük bir titizlik içinde yürüttüklerini açıklamaya çalışanlar artık tuttukları mücadele yollarının da birer bataklık olduğunu ne zaman anlayacaklar, değil mi?

VI.

Umulur ki yanlış yolda olduklarını açık seçik görmeye başladıklarını sandığım söz konusu kişiler geniş topluma olduğu kadar insanlığa karşı da gereken çözümleri bir an önce uygulamaya başlamalıdırlar. Ne olur geniş toplumu günden güne germekte olan sinsi propagandalar ile terör saldırıların büyük bir bölümünün içimizdeki hainlerce körüklenmekte olduğunu da görelim. Bir türlü iyileştirilemeyen yara kangren olmuş ise onu iyice temizlemekten başka çare var mıdır? Uluslararası destek gördüğü bu hükümetçe de açıklanan Bölücü Terör Örgütü (BTÖ)'nün 11 Eylül Terör Saldırılarını gerçekleştiren El Kaide Terör Örgütünün ortadan kaldırılması için girişilen uluslararası tedbirlere neden baş vurul(a)maz bunu da aklım almıyor, inanın!

VII.

Başbakan Erdoğan’ın, Ağustos ayı başında Hakkari’deki bir terör saldırısı sonucu sekiz(8)  şehit verilen sinsi saldırıdan sonra, ‘Terör, er ya da geç kaybetmeye, yok olup gitmeye, milletin azim ve kararlılığı karşısında erimeye mahkumdur. Türkiye Cumhuriyeti ve aziz millet, sadece terör örgütüne değil; terör örgütünün iplerini elinde tuttuğu canilere de, terör örgütünün iplerini elinde tutan düşman ülke ve çevrelere de haddini, hududunu bildirecek güçtedir’ (05 Ağustos 2012)açıklaması umarız en kısa sürede uygulamaya konulacaktır.

Terör Şehitlerimizi rahmetle anarken, her şeye rağmen silahlı ve sinsi terörü sonlandırmak için canla başla çalışan herkese şükranlarımı sunarım...

 
Toplam blog
: 570
: 1034
Kayıt tarihi
: 14.09.08
 
 

1974'te H.Ü. Sosyoloji ve İdare Bölümü'nü yüksek lisans tezi ile bitirdim. 1976 yılında yapımcı y..