Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Şubat '08

 
Kategori
Tarih
 

TEVBE:5'TEN YANSIMALAR

TEVBE:5'TEN YANSIMALAR
 

Aklı çalıştırmak emirdir


O sabah, 8 Ekim 2007, 13 yiğit Mehmetçiğin bedenleri toprağa verildiydi. Adına ne dersek diyelim, 4 Ekim 2007 günü topraklarımıza bir saldırı yapıldı, bağrımızdan 13 can alındı, götürüldü.

O gün Oruç Trantinasının 15inci günü, Arap âleminin kendi takvimine göre ise Ramazan ayının 21inci gecesiydi. Haysiyetli, şerefli ama ufak bir hata yapmış, hatasının farkına varınca da özür dilemiş, sonucunda da yeryüzüne inme emri verilmiş Nefs-i Âdem ve Eşi ve kendisine karşı yeryüzünde düşman olarak yaşayacakları Nefs-i “Kovulmuş İblis”, yani bedenlenmezden önceki öncel-şeytan (yeryüzünde insan bedenine bürünecek olan). Şeytanın buradaki önemi, yeryüzünde sahneye konulacak senaryodaki katalizör rolüdür elbet. Ama asıl önemli olan, o gecenin insanların yeryüzüne doğum geceleri olmasıdır. Kadir gecesi olduğu umulan bir gece. O doğuşu kutladığımız bir gece. O halde ne yapılmalıydı? Kısas mı uygulanmalıydı? Böyle bir saldırı karşısında öldürmek için savaşmak izin verilen bir eylem miydi?

Şimdi geçmiş zaman, tam gününü hatırlamam mümkün değil ama korkunç diye nitelendirilen, benim de aynı şekilde nitelediğim haber, Oruç Trantinasının (otuzluğunun) ortalarında ajanslara düşmüştü.

Usame bin Ladin o gün tüm dünyadaki El Kaide örgütü yandaşlarına, toplu katliamlar yapılması emrini veriyordu. Haber doğrulanmış değildi, değildi ama beynim 4 Ekim saldırısıyla katliam emrini ister istemez birleştiriyordu. Bilinç altımın bana bir oyun oynamadığını umarak hafızamda duman ardında kalmış başka bir olayın sinyalleri belirginleşiyordu. İnsan hafızası unutmaya pek meyillidir. Bende de çok derinlere saplanıp kalmıştı o olay. 1993 senesindeki Sivas Katliamı adı altındaki vahşet geliverdi aklıma birden.

Bir hatırlatma yapalım:

Sivas Madımak Olayı namı diğer Sivas Katliamı, 2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas'ta Pir Sultan Abdal Şenlikleri sırasında Madımak Oteli'nin kuşatılıp yakılması ve dolayısıyla şehirde bulunan 35 yazar, ozan ve aydının yakılarak katledilmesi ve oteli ateşe verenlerden de ikisinin hayatını kaybetmesiyle sonuçlanan olaylar zinciridir.

Pir Sultan Abdal Şenlikleri kapsamında pek çok aydının yanı sıra Aziz Nesin de bu etkinlik nedeniyle dönemin Sivas valisinin özel davetlisi olarak bu kente gelmiştir.

2 Temmuz 1993 günü organize biçimde öğle saatlerinde Paşa ve Meydan camilerinden çıkan ve kısa bir sürede yaklaşık 10.000 kişiye ulaşan saldırgan grup, Hükümet Meydanı’na gelir. Ardından Madımak Oteli civarına ulaşarak, slogan atmaya devam eder. Grubun sayısı akşam saatlerinde 20.000'e yaklaşır. Grup önce Madımak Oteli önündeki araçları ateşe verir ve oteli taşlar, bunun sonucunda taşlanarak camları kırılan Madımak Oteli'ne sıçrayan yangın sonunda otele sığınmış olan aydınlardan, 35 kişi ve 2 otel görevlisi yanarak veya dumandan boğularak yaşamını yitirir. Ancak akşam saatlerinde, valilikçe ilan edilen 2 günlük sokağa çıkma yasağı ile birlikte, güvenlik güçleri şehirde tam bir hâkimiyet sağlarlar.

Olaylardan bir gün sonra 35 kişi gözaltına alınır. Daha sonra gözaltına alınanların sayısı 190’a çıkar. Gözaltına alınan 190 kişiden 124’ü tutuklanır, geri kalanlar serbest bırakılırlar. Sivas Davasının ilk duruşması, 21 Ekim 1993 günü Ankara’da yapılır. Nihayetinde 16 Haziran 2000'de 33 sanık DGM’ce idam cezasına çarptırılır. 2002 yılında idam cezası'nın yürürlükten kaldırılmasıyla idam cezası hükümlülerinin cezaları müebbet hapis cezalarına dönüştürülür.

Sanıkların avukatlığını Refah ve Doğruyol koalisyonunun Adalet Bakanı Şevket Kazan üstlenir.

Ölenler için bir ağıt yakılır arkalarından, çok anlamlı bir ağıttır bu. Anonim olduğunu sandığım ağıt şöyledir:

Varıp Pir Sultan’ı, analım dedik
Aşkın dolusuna, kanalım dedik
Meydanda bir semah, dönelim dedik
Kahpe tuzaklarda, vurulduk halkım...


Salyalı ağızlar, kirli yürekler
Elde ateş, dilde Allahu-Ekber
İnsan yakmak için, olmuş seferber
İsli dumanlara, savrulduk halkım


Hasret Gültekin´im, Serkan Doğan´ım
Huriyem, Yesim´im, özbe öz Özkan´ım
İki Metin ölüm, Sait, Handan´ım
Hep birlikte yan, yana serildik halkım


Yüz bin yobaz, bir Akarsu eder mi?
Öldürülen, bu kaçıncı Nesimi,
Özlem, Nurcan, Serpil, Belkıs Gülsüm´ü
Verdik, birer birer, kırıldık halkım


Metin, Asaf, Behçet, Asım Bezirci,
Menekşe, Sehergül, Gülender, İnci,
Asuman, Yasemin, Erdal Ayrancı,
Et kemik bir yerde, derildik halkım


Yandı öz yurdun da, Özyurt Ahmet´im
Kaynar ateşlerde Uğur Mehmet´im
Güpe gündüz ışıktı, Gündüz Murat´ım
Cem olduk güneşe, verildik halkım


Koray Kaya´m, onbirinde dal fidan
Ahmet Öztürk ile adaşı alan
Din için yakıldık 33 can
Kara topraklara, karıldık halkım


Madımak´ta yanan 33 can
Artık her birisi bir Pir Sultan
Hızır´ın dölleri yazsın bin ferman
Gönüller içinde yer aldık halkım


Muhlis´ine muhip olan, Muhibe´m
Sulari’den arda kalan Edibe´m
Cümlesi insana derki, Kâbem
Kanlı kefenlere sarıldık halkım


Karinna Cuanna, Hollanda´lı can
Yanında Muammer Hakan ve Kenan
Bin beterdi Sivas, Ol Kerbela’dan
Hüseyin´ce ölüp dirildik halkım


Kızılgül’üm, söz düşürse dilime
Mızrabım isyankâr, vurur telime
Bir gün olup hesap sorsam zalime
Yobazlar elinden zar olduk halkım....

İlk bakışta, bu tür insanlık ayıbı sayılan olayların müsebbibinin irtica olduğunu iddia edebiliriz. İrtica ricattan gelme bir kelime. Ricat dönüp kaçma, geri çekilme, gerileme demektir.

Diğer bir görüş, müsebbibin eğitimsizlik olduğunu da iddia edebilir.

Türk insanı, örfüne, âdetine bağlı bir toplumun üyeleridir. Onlar önderlerinin arkasından gitmeyi özlerinde benimsemişlerdir. İnancı olan insanlardır, inançlarına bağlıdırlar. Yüzde doksan dokuz gibi büyük bir oranda Müslüman olan Türk insanı, Kuran’a ve Kuran’ı öğretenlere sonsuz saygı duyarlar. O öğretenler, nihayetinde birer önder ikenler, avam onlara hocam diye hitap edip, onların ellerini öperler.

Bu önder hocalar, öğretmenlik olgusunu tekellerinde tutabilmek için, on dört asırdır tehlikeli ama sonuca ulaşan bir oyun oynuyorlar. Bu oyun, halkı Kuran’dan uzak tutarak, ayetleri, kendi zalim emellerine hizmet etmek uğruna, ufak değişikliklerle tercüme ederek, Arapçaya vakıf olan halkları da, “ilimde derinleşmiş olanlar” safsatasına inandırarak oynanmaktadır.

Kuran’ın “kılıç ayetleri” diye nam salmış ayetlerinden birinin tercümesini burada masaya yatırıp bir inceleyelim ve görelim bakalım altından neler çıkacaktır.

Bu, o ayetin tercümesi veya mealen anlatımı, söylemidir ki, gerek El Kaide gibi örgütlerin elinde, gerekse körü körüne önderine inanmış saf fakat tornadan geçmemiş halkın elinde bir katliam makinesinin ateşleme düğmesine dönüşmektedir. Halkın her bireyi birer “mücahittir” artık. Mücahit cihat eden demektir, “cihat” da, kendilerine öğretilene göre, “Allah yolunda savaşmak” anlamına gelmektedir. Bu ayet:

9(TEVBE SURESİ):5. Ayet’tir

Ayetin Diyanet Mealinden Türkçesi aşağıda verilmiştir

9(Tevbe):5 - Haram aylar çıkınca bu Allah'a ortak koşanları (müşrikleri) artık bulduğunuz yerde öldürün, onları yakalayıp hapsedin ve her gözetleme yerine oturup onları gözleyin. Eğer tövbe ederler, namazı dosdoğru kılıp zekâtı da verirlerse, kendilerini serbest bırakın. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.

Görüldüğü üzere, ayette dört emir ve bir de bildiri vardır. Bunları arka arkaya sıralarsak:

Haram aylar çıkınca,

E1- Allah'a ortak koşanları (müşrikleri) artık bulduğunuz yerde öldürün,

E2- onları yakalayıp hapsedin

E3- her gözetleme yerine oturup onları gözleyin

E4- Eğer tövbe ederler, namazı dosdoğru kılıp zekâtı da verirlerse, kendilerini serbest bırakın

B1- Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir

Bu dört emri sondaki bildiriyle birleştirip analiz etmeye kalkarsak, bakınız ne garip anlamlar ortaya çıkmaktadır.

Birinci emirde, müşrikleri (şirk koşanlar, Allaha ortak koşanlar) bulduğunuz yerde öldürün diyor. Savaşçı arkadaşlar (arka-daş birbirinin arkasını kollayan demektir) bu bölümü okuyunca, "bulduğun yerde vur kafasını" ile "Allah bağışlayan ve esirgeyendir" ibarelerine yan yana koyup hayretle bakmaktadırlar. Ama olsundur, emir emirdir, yaşlı, hasta, kadın, erkek, çoluk, çocuk ayrımı yapmadan öldürmektedirler. Olsundur, nihayetinde ne şekilde olurlarsa olsunlardır, onlar müşriklerdir.

İkinci emirde ise onları yakalayıp hapsetmek gerekmektedir. Ama savaşçı arkadaşlar her müşriki öldürdükleri için yakalayıp hapsetmeye müşrik bulamazlar. Her kes yerlerdedir. Ölmüşlerdir. Aniden hatırlarlar, ayette yakalanıp hapsedilecek kişilerin ölü mü diri mi olması belirtilmediğinden, bütün cesetleri toplayıp haydin hücrelere doldurmaya başlarlar.

Bu savaşçı arkadaşlar üçüncü emirde, bir gözetleme yeri bulurlar kendilerine ve katliamdan kurtulanları beklemeye başlarlar. Kendilerine doğru bir grup yaklaşmaktadır. Demek ilk emri layıkıyla yerine getirememişlerdir.

O halde dördüncü emri uygulamaları gerekmektedir. Yaklaşanların yollarını keserek emirleri yerine getirmelerini emrederler. Onlar da tövbe ederler, sonra grup halinde, ama dosdoğru namaz kılarlar bu müşrikler, yani bunlar namaz kılmasını hem de namazın doğrusunu kılmasını bilmektedirler. Sonra sıra zekât vermeğe gelir, kimlerle paylaşacaklardır gelirlerinin kırkta birini ki? Hem ne kadar gelirleri vardır ki? Paylaşsınlardır.

İşte bu ayeti temel alan İslam’ın “mücahitleri”, gerek Sivas olaylarında, gerekse Bin Ladin’in verdiği emirlerde, önderlerine körü körüne inanmışlar ve kendilerince “cihada” koşmuşlar veya koşacaklardır. Bu vebalin altında ezilmek hangi babayiğide kolay gelebilir. Acaba insanların ve tüm kâinatın Yaratanı, rahmet ve rahman timsali, Yüce Allah, bu sözleri sarf eder miydi? Acaba orijinal kelamda bu sözler bu şekilde mi ifade edilmişti?

Aşağıya, ayetin Türkçe transliterasyonunu yani orijinal okunuşunun latin harfleriyle telaffuzunun yazıya dökülmüş halini vermek istiyorum.

9:5 -Fe izenselehal eşhürul hurumü faktülü müşrikıne hayüs vecedtümuhüm ve huzuhüm vahsuruhüm vak'udu lehüm külle mersad fe in tabu ve ekamüs salate ve atevüz zekate fe hallu sebılehüm innellahe ğafurur rahıym

Kıtal kelimesi Arapçada vuruşma, cenk ve savaş anlamlarına gelen k-t-l kökünden türemiştir. Din kapsamında ise, kıtal denince iki grup arasında meydana gelen silahlı çatışma, daha çok Müslüman olmayanlarla yapılan savaş akla gelmektedir.

Kararlı ve şuurlu gayret manasına gelen C-H-D kökünden türeyen ve din terminolojisinde kullanılan CİHAD sözcüğü bu gayretin bedensel olanına verilen ad iken, ruhsal olanına MÜCAHEDE ve fikirsel ve bilimsel olanına ise İÇTİHAD denmektedir. Buna paralel olarak cihad’ın bedensel ve ruhsal olanını ortaya koyan kişiye MÜCAHİT, bilimsel ve fikirsel kısmını sergileyen kişiye ise MÜÇTEHİD adı verilmektedir.

Bu tanımlara göre "kıtal" kelimesinin, cihad sözcüğü ile bir alakası olmadığı ortaya çıkmaktadır.

Bu sebepten ötürüdür ki, Kuran'da cihad kelimesi "İslam’ın yüceltilmesi için her türlü gayret" anlamında kullanılmaktadır. Buna karşın kıtal kelimesi ise, sadece sıcak savaş için kullanılan bir kelime olmuştur.

Kıtal fiilinin veya k-t-l kökünün önüne fe- eki ulandığında savaşmak fiili “faktülü” şeklinde emir kipine dönüşür. “Kıtal” fiilini öldürmek değil de savaşmak manasında kullandığımız anda ayetin manasında büyük değişiklikler olacaktır.

Diğer bir eksiklik ise “namazı dosdoğru kılar ve zekâtı da verirlerse yollarını serbest bırakın” cümlesindedir. Burada Müslüman olmak, esaretten kurtulmak için mutlak bir zorunluluk olarak gösterilmiştir. Halbuki bu cümlede geçen namaz kılma tabiri “ekamüs salate” şeklinde verilmiştir. “Salat” namaz anlamını vermiş olsa da “ekamüs” kelimesi kılmak değil, “eğilme” “saygı gösterme” gibi birbirini kapsayan anlamlar içermektedir.

Zekat kelimesi ise, kelime anlamıyla, bereket, artış ve temizleme demektir. Zekâttan söz eden ayetler, bu emrin önceki topluluklara da yöneltildiğini gösteriyor. İnsan toplulukları, her zaman ve mekânda servetten bir şeylerin topluma aktarılmasını sağlayamadan yaşayamıyorlar. Bu noktadan hareketle, rahatlıkla diyebiliriz ki, zekât, fakire yoksula yardım demek değil, tam karşılığı olan “vergi” sözcüğü ile çevrilmelidir. Bu çeviriyi yapmadan önce, ayetin öncesine bakmakta da yarar var olduğundan, hemen evvel ayetleri de buraya koyuyorum.

9:1 Allah ve resulünden, kendileriyle antlaşma yapmış bulunduğunuz müşriklere bir ültimatomdur bu:

9:2 Yeryüzünde dört ay daha dolaşın ve bilin ki siz, Allah'ı aciz bırakamazsınız. Şu da bir gerçek ki, Allah küfre batanları rezil eder.

9:3 Bir de Allah ve resulünden insanlara Büyük Hac günü bir duyuru var: Allah da O'nun elçisi de müşriklerden kesinlikle uzaktır. O halde, tövbe ederseniz bu sizin için hayırlıdır. Yok eğer yüz çevirirseniz şunu bilin ki, siz Allah'ı acze düşüremezsiniz. Küfre saplananlara acıklı bir azabı muştula.

9:4 Antlaşma yapmış olduğunuz müşriklerden size karşı bir eksiklik sergilemeyen ve aleyhinize başka birine yardım etmeyenler müstesnadır. Artık, onlara verdiğiniz sözü belirlenen süreye kadar tam bir şekilde koruyun. Şu bir gerçek ki Allah, sakınanları sever.

Bu ayetlerden anlaşılmaktadır ki, Mekke’ye uzun bir yürüyüş yapılmakta, müşriklerle değişik anlaşmalar imzalanmaktadır. O halde, hemen bu dört ayetin arkasına, beşinci ayetin, olması gerek tercümesini koyarsak, bakın nasıl şaşırılacak bir mana ortaya çıkmaktadır:

9:5 – Yasaklı (haram) aylar sona erdiğinde, onların size hükmettikleri her yerde müşriklerle savaşın. Onları durdurun ve kuşatın. Tüm çıkış noktalarını tutun. Eğer vazgeçerek namaza saygı gösterir ve vergilerini öderlerse, muhasarayı, kuşatmayı kaldırın. Hiç kuşku yok ki Allah, merhametli kulunu bağışlayıcıdır / merhametlidir, bağışlayandır.

“Onların size hükmettikleri yer” tanımlaması özellikle Mekke’yi işaret etmektedir. Kâbe Müslümanlara yasaklanmış bir yer idi, Müslümanlar için ise Mekke’ye girebilmek için savaş kaçınılmaz bir unsur idi.

Savaş, zıt amaçlı tarafların arasında, hayatların, canların riske edildiği mücadelenin adı olduğuna göre, kuvvete kuvvetle karşılık verme, öldürme kastıyla saldıranı öldürme, savaş kavramının yapısında vardır. Oysa Kuran, ortada bir savaş durumu olmasına ve öldürme eyleminin de savaş olgusunun en tabii faktörü olmasına rağmen, hasım konumundakilerin öldürülmelerini değil, kuşatılmalarını ve İslam inancına saygı göstermeleri halinde serbest bırakılmalarını emreder. Dahası, merhamet gösterenlerin bağışlanacaklarını haykırır.

Bu hükümler, illa ki bir çelişkiden söz edilecekse, Kuran’ın sevgi ve kardeşlik öneren ayetleriyle değil, Allah olgusuna öfke soluyanların, Müslüman kimliğine duydukları nefret duygularıyla çelişir.

Görüldüğü üzere, Sivas Madımak oteli katilleri ve belki de kitlesel katliamlarla cihada çağırılanlar değildir asıl katledenler ve/veya edecekler. Onlar sadece yanlış yapılmış bir tercümenin veya anlayışın maşalarıdırlar. Onun için ilahiyatçılara ve meal yazarlarına büyük görevler düşmektedir. Artık ilahiyat satmayı bırakmalı ve güncel tehlikeyi engellemek için kategorik tespitler yapmalıdırlar. Bunun da en etkileyici yolu kalpten yapılan doğru tercümelerden geçmektedir diye düşünmekteyimdir.

İşte bu noktadan hareketle, yukarıda da anlatıldığı üzere CİHAD ve KITAL kelimeleri yeniden irdelendiğinde, insan öldürülebilir mi, öldürülmeli mi? Öldürebilinirse, bunun çerçevesi ve şartları nedir? soruları sorulduğunda akıllar karışabiliyor.

Kuran’ın bu soruya verdiği cevap, felsefi bir ifadeye büründürürsek, kısadır ve nettir: hayatına ve hürriyetine kastedilen kişi öldürebilir.

Kuran bu şartlarda bir öldürmeye “Allah yolunda mukaatele” yani “Allah yolunda savaşmak” olarak adlandırır ve onu insanın onuru ve görevi sayar. Bu noktada Kuran’ın esprisi şudur:

Eğer birileri ölecekse, bunlar hayata ve insan onuruna ilk saldıranlar olsun. Bunun aksini düşünmek, hayata ve insana saygı değil, beceriksizlik veya ikiyüzlülük sebebiyle, hayatın PUSUYA DÜŞÜRÜLMESİNE ve ZULME GÖZ YUMMAKTIR. Ve zulme göz yummak o zulme iştiraktir.

İnsana düşen, hayata ve hürriyete saldıranı kurtarmak için bahane aramak değil, hayatı ve hürriyeti saldırıya uğrayanın yanında yer almaktır.

Kuran’ın bu noktaya dikkat çeken beyanları ürperticidir.

4:75 Size ne oldu ki "Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden kurtar, bize sahip çık, bize yardım et, " diye feryat eden ezilmiş erkekler, kadınlar ve çocuklara rağmen hâlâ ALLAH yolunda savaşmıyorsunuz?

4:76 İnananlar ALLAH yolunda savaşırlar. Kâfirler ise azgınların ve despotların yolunda savaşırlar. Öyleyse şeytanın dostlarıyla savaşın; şeytanın planı zayıftır.

22:39 Kendilerine savaş açılanlara(yükatelune) savaşma izni verilmiştir. Çünkü onlar zulme uğratıldılar. Allah onlara yardıma elbette kadirdir.

22:40 Onlar sırf, "Rabbimiz Allah'tır" dedikleri için yurtlarından çıkarıldılar. Eğer Allah'ın, insanların bir kısmını bir kısmıyla defetmesi olmasaydı, içlerinde Allah'ın adı çokça anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler her halde yerle bir edilirdi. Allah, kendisine yardım edene elbette yardım eder. Allah elbette Kavi'dir, Aziz'dir.

Demek ki olay şudur. Kendilerine kıtalle (savaşla) yaklaşılanlara, uğradıkları zulümden ötürü kıtal izni verilmiştir. Ve Mehmetçik zulme uğramıştır. Kendisine zulmedenleri öldürmek artık hak olmuştur.

EVET, KITAL GEREKLİDİR…… Türk Silahlı Kuvvetleri, Pe-Ka-Ka denen zilleti bu durumda artık lâv etmelidir, iptal etmeli, tümünden dağıtmalıdır. Berisindeki o kadar Frenk desteği olmasına rağmen, berisinde o kadar Anglosakson desteği olmasına rağmen, berisinde o kadar iç mihrapların zulme göz yumma eylemleri olmasına rağmen, bu metamorfoz, bu dönüştürme işini yaparsa ancak şanlı Türk Ordusu yapar.

Ama ona bir görev daha düşmektedir;

He-he, işte o görevi yazınca, ne yazık ki bu yazım MB’de yayınlanmaz. Dolayısıyla bu görevi keşfetmek artık sizlere düşüyor.

 
Toplam blog
: 24
: 2699
Kayıt tarihi
: 10.05.07
 
 

Rumî takvimin 1900+55 senesi sonunda nüfusa katkıları olsun diye annem ve babam oturmuşlar, benim il..