Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

nazende korkmaz yıldız

http://blog.milliyet.com.tr/nazende1

14 Mart '22

 
Kategori
Tıp
 

TIBBIN BAYRAMI MI OLUR?

Öncelikle usulen de olsa, bugün tüm sağlık çalışanlarının 14 Mart Tıp bayramını yürekten kutluyor, her birine ayrı ayrı beden ve ruh sağlığı diliyor, sağlımızı onlara emanet ediyorum. 

Usulen diyorum çünkü tıp bayramı diye kutlanacak bir hal göremiyorum. Oysa; bize de yıllarca “Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun”dan, 'tıbbın' sadece sağlık hizmeti değil aynı zamanda bir sanat olduğundan söz edilmişti. İnsan sağlık hizmeti sunan bir sanattı.
 
Tam da şu son iki yıldır (2020 Mart) birbirimize ne çok da iyi günler yerine “sağlıklı günler”diler olmuştuk. Sağlık bu kadar önemli miydi? Evet, önemliydi tabi. Her gün yüzlerce binlerce insanın hayatını kaybettiği ve kaybetmeye devam ettiği günlerde ne kadar da önemli diye düşünüyoruz. Hepimiz için mi? değil maalesef. Niye korktuk bu kadar? Neden evlere kapandık? İşlerimize okullarımıza gidemedik. Aylarca sokağa çıkamadık. neden?
 
Ölmekten, sağlığımızın bozulmasından korktuğumuz için değil mi? 
 
O halde, sağlımızı kim koruyacak, hastalığımızda kendimizi kimlere emanet edeceğiz. Elbette ki tüm sağlık çalışanlarına, ama tıp bayramı diye belirlenen bugün, daha çok hekim diye söz edeceğim. 
 
Tıbbiyelilere yılda bir gün, bazılarına her gün bayram, olur mu? Eğitimin zorluğunu ve değerini bilmeyenler olur tabi demek ne iyi, ne kolay bir cevap değil mi? 
 
Oysa sadece mesleğe atılabilmek için temel eğitimden sonra en az 10 yılını, yazıyla ONYIL emek verilerek kazanılan bir meslek tabiplik, hekimlik, doktorluk. Hem de ne zorlu bir on yıl!.. Kitaplar başında göz nurunu akıtarak, masa başında dirsek çürüterek, laboratuarlarda sabahlayarak, birilerinin bakamayacağı bir kadavrayı kesip, üzerinde vücudun her bir hücresinin yerini işlevini öğrenerek kazanılan bir meslek hekimlik.  
 
Sağlığı bozulan herkesin en iyi profesör doktorların arandığı, sıra beklemeye tahammül edemeden bir an önce sağlığına kavuşmayı istediğini biliyoruz ya da kendimiz yaşıyoruz bunları. Bunlara sahip olabilmek için şiddet uygulanıyor; hiç kendi sağlıklarını bu kadar önemli olduğunu düşünen eğitimden, insani değerlerden, erdemden yoksun olanlar. 
 
Son yıllarda yaşanan çelişkilere bakarak, bugünün benim için ne kadar da değerli olduğunun önemini hatırlatan o güzelim yıllara döndüm. Biz, sağlık çalışanlarının değerinin hem kendi camiamızda hem de hizmet ettiğimiz halkımızın gözünde ne kadar yüksek olduğu yıllarmış.
 
1979 yılında o zamanki adıyla Sağlık Koleji’nden ebe olarak mezun olup, köy ebesi olarak Sinop ili Boyabat ilçesinin köy sağlık ocağına atanmıştım. O sağlık ocağına bağlı 13 köy sağlık evi vardı. Tüm köylerin mesleğim gereği öncelikle anne ve çocuk sağlığı olmak üzere herkesin sağlığından sorumluydum. 
 
Asıl yazmak istediğim, şehre en uzak köylerden birine, - sonradan orman köyü olduğunu öğrendiğim o köye- genç bir ebe olarak nasıl gittiğimdi. 
 
Önce il sağlık müdürlüğüne gider nerede görev yapacağımı öğrenmem gerekiyordu. Bu arada Devlet Hastanesinde bekar çalışanlara tahsis edilen lojmanda misafir ediliyordum. Atanacağım yeri öğrenmek üzere Sağlık Müdürü ile görüşmeye gittim. Öyle güzel öyle bir babacan tavırla karşılandım ki günümüze baktığımda; ben mi yaşamıştım bunları diyorum.
 
Atama yerim, köy olduğu için bunu bana iletirken neredeyse kızına istemediği bir işi veren baba mahcubiyeti seziliyordu, ses tonunda sözlerinde, mimiklerinde.  Ben şaşkındım aslında. Yatılı okulun otoriter yönetiminden sonra; ben ayakta Sağlık Müdürü makamında oturduğu koltuktan gürleyen bir sesle “senin atama yerin şurası” demesi olağan gelirdi. Öyle olmadı. Aksine karşılıklı ezilmeler üzülmeler gibi duygular yaşandı. Sonradan öğrendim ki, bu köye giden uzun süre kalmazmış. Devletin yaptırdığı kocaman tam teşekküllü dediğimiz sağlık ocağı ve yan yana çalışanlar için lojman olarak kullanılmak üzere yaptırılan yepyeni daireler bomboş. Yıllardır yazık olmuş devletin parasına diye düşünürüm. Çünkü göç veren bir köy olduğundan, nüfusun çoğunluğu ileri yaştan oluşuyordu. Elbette onların da sağlık hizmetine ihtiyacı vardı, ama anne ve bebek ölümlerinin yüksek olduğu yıllarda ebelik hizmetlerinin sunulacağı genç nüfus yoktu. 
 
Köye tek başıma gitmedim tabi. Nasıl gittiğime gelince; gideceğim gün belirlendi. Sağlık Müdürlüğüne ait araba (o eski jeeplerden) hazırlandı. Sağlık Müdürüm Dr. Adil Saraçoğlu, müdürlükten bir memur, ben, haliyle şoförümüz arabadaydık. Sanki bir geziye gidiyorduk. Yolumuz epey uzundu. O zaman en az bir buçuk saatlik yol girmiştik. Ve köyümüze geldik. Orman köyüydü demiştim. Orman Bölge Müdürlüğü vardı köyde. Müdür, katip ve memurlar orman ekibiydi. Değerli Sağlık Müdürüm beni orman bölge müdürü ve öğretmen olan eşine emanet etmişti. Vedalaşırken “kızım bir yıl burada kal, sonra seni devlet hastanesine alacağım” diye söz vermişti. Ne yazık ki, o bir yıl bitmeden, sözünü yerine getirmek kısmet olmadan; bu dünyaya veda etmişti. Böyle bir Sağlık Müdürünün yaptığı ve adı unutulabilir miydi? Mekanı cennet olsun. 
 
Günümüzde ne ebenin ne de hekim ya da diğer sağlık çalışanlarının hak ettikleri değer ne atama yetkisi olanlar ne de hizmet alanlar açısından bilinmiyor ne yazık ki!.. Hem hayatta en “değerli sağlık” denecek hem de sağlık hizmeti verenlere “değer verilmeyecek” yaman çelişki değil mi sizce de?

Bayramsa; KUTLU OLSUN!

 
 
Toplam blog
: 12
: 230
Kayıt tarihi
: 02.08.21
 
 

Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi emekli öğretim üyesiyim. ..