Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Haziran '06

 
Kategori
İş Yaşamı - Kariyer
 

TIR'la yolculuk

TIR'la yolculuk
 

Macar yolu temiz, Hırvat kapı çakılı
Almanya'ya kadar TIR'la gitmeye karar verdiğimizde, herkes, aklımızı kaçırdığımızı sandı. "Delirdiniz mi siz?", "Ne gerek var?" diyenlerin yanı sıra, Kapıkule yolunda arayıp da "Bakın hâlâ şansınız var. Geri dönün" diyenler bile oldu. Kolay değil, 5 bin kilometre yol yapacaktık. Uzun kuyruklar bekleyecek, ıssız yollardan geçecektik. Belki aç, belki susuz ama kesin uykusuz bir yolculuk olacaktı. Ama buna değerdi. Türkiye'nin artan ihracatına, kâğıt üzerinden izleyerek değil, yaşayarak şahitlik edecektik. DHL'nin Yenibosna'daki tesisinden 12 ton konfeksiyon ürünü yükleyip Kapıkule'nin yolunu tuttuk. Bulgaristan, Yugoslavya, Hırvatistan, Slovenya, Avusturya'dan geçip dört gün sonra Almanya'ya vardık. Malları zamanında teslim edip, ihracatı tamamladıktan sonra sıra ithalata gelmişti. Yüklediğimiz 20 tona yakın motor yağını ithal etmek için de yeniden yollara düştük. Bu kez güzergâhımıza Macaristan ve Romanya da eklenmişti. İşte burada okuyacaklarınız sekiz günde sekiz ülke ve 30'dan fazla şehirden geçerek TIR'la yaptığımız dış ticaretin yolculuk öyküsüdür

Yolları laptop'una yüklediği programla buluyor

Karayolu taşımacılığına geçen yıl başlayan DHL'nin TIR'ıyla yapacağımız yolculuk için Yurttaşla beraber günler öncesinden hazırlandık. Bavullarımızı sırtlanıp da DHL'nin Erşen'deki tesislerine vardığımızda heyecanımız görülmeye değerdi. TIR'ın yükleme işlemi hala bitmemişti. Söylenene göre konfeksiyon ürünleri ihraç edecektik. Yanı sıra çorap, iç çamaşırı vs.
TIR yüklenirken, DHL Türkiye'den Hakkı Abdik, Knut Harbers ve Selda Susal ile kahve içip beklemeye başladık.
Gözlerimiz bizi götürecek şoförü arayıp durdu. İsmi Aydın'mış. Aydın Özçelik. "Hazırlanıyor" dediler.
Uzun bir süre ortalıkta görünmeyince merakımız iyice arttı. Dolu dolu tam sekiz gün geçireceğimiz, yollarda kader birliği yapacağımız Aydın kaptan acaba nasıl birisiydi? Az sonra elinde baklava dolu bir tabakla kapıda göründü. Bir gece öncesinden Düzce Kaynaşlı'daki evinde, eşini, ablalarını seferber etmiş, baklavalar, pastalar, börekler hazırlatmıştı.
Bizim heyecanımıza göre o çok sakin sayılabilirdi. Öyle ki DHL yetkilileri, yolculuk öncesi ona sormuşlar "İki gazeteciyi Almanya'ya kadar götüreceksin. Heyecanlı mısın?" diye.
Cevabı, "Niye heyecanlanayım ki, her zaman gittiğim yol, onlar heyecanlıdır herhalde" olmuş.
Aydın Özçelik, yol boyunca bizi hep şaşırttı. İlkokul mezunuydu ama teknolojiye karşı ilgisi onu diğer şoförlerden farklı kılıyordu. Gideceği güzergahı, caddelerden, otoban numaralarına kadar laptop'una yüklediği programla buluyordu. Davidoff marka sigara içiyor, video kamera kullanıyor, özel olarak taktırdığı cd player'ında Ace Of Base dinliyordu.
Neşeli, titiz ve iyi bir aşçıydı. Neredeyse tüm zamanını geçirdiği TIR, artık onun evi gibi olmuştu. Tecrübelerinden aldığı sakinliği tüm yol boyunca bize güven duygusu verdi.

Her gün binlerce TIR çıkış yapıyor

Yolculuğumuzun ilk durağı Halkalı Gümrüğü. Safari yapar gibi bozuk bir yoldan giriyoruz gümrüğe. Kapıda fazla kuyruk yok. Bizi orada DHL'nin gümrük çalışanları Gökhan ve Murat karşılıyor. Buradaki işlemler, 'gümrüğün en boş hali' denilmesine rağmen yine de üç saat sürüyor. Böylece İstanbul'dan çıkışımız akşamı buluyor. Üç saatlik bir yolculuktan sonra Kapıkule sınır kapısına yaklaşıyoruz. Yaklaşıyoruz diyorum çünkü uzayıp giden kuyruk kapıya varmanın o gece biraz zor olacağını gösteriyor. Öyle de oluyor.
Günde ortalama 2 bine yakın TIR'ın çıkış yaptığı kapıda tek yapılacak şey beklemek.
Yol kenarlarına "TIR marketler" sıralanmış. Alışveriş için Aydın kaptanın hemşerilerinin işlettiği Öz Bolu TIR Market'te kısa bir mola veriyoruz. İçeride uzun yolculuklara dair ne ararsanız var. Konserveler, şarjlı su ısıtıcıları, kahve makineleri, müzik cd'leri, plastik tabaklar, bardaklar, çatallar vs. Yemekten sonra yolculuk için alışveriş yapıp yine kuyruğa giriyoruz. TIR'lar kuyruklarda etik olarak birbirlerini sollamıyorlar. Sollayan olursa, sıradaki TIR'lardan herhangi birisi sol aynadan durumu görüp yolunu kesiyor ve sollamasına engel oluyor. Bir de kuyruklarda şoförün uyuya kalmaması çok önemli. Çünkü arkadaki TIR sollama hakkını ancak bu şekilde kazanıyor.
Yolda karşılaştığımız tüm şoförlerin bu çileli kuyruklar için yorumu ise insanı duygulandırıyor. "İhracatın arttığını bu kuyruklara bakıp anlayabilirsiniz. İhracatın artması demek Türkiye'nin kazanması demek. Madem ülkemiz kazanıyor bize de bu kuyruklara katlanmak düşer..."

Şoförlerin irtibat büroları

Kapıkule'den sonra ilk durağımız olan Bulgaristan sınır kapısı Andreevo Kaptain'a ancak sabahın altısında ulaşıyoruz. Dezenfekte, kantar, TIR karnesi kesimi, kolcu mühür, çıkış kontrol gibi rutin gümrük işlemlerinden sonra pasaport kontrolünden geçiyoruz. Hiçbir problem yaşamadan geçtiğimiz Bulgaristan topraklarında ilk durağımız Harmanlı kentindeki, İlyas'ın Yeri oluyor. Sahibi aslen Trabzonlu. Kadın garsonların çalıştığı bu restoranda her türlü Türk yemeği bulmak mümkün. Şoförler, "Bulgaristan'da İlyas, Macaristan'da Naci bizim kalelerimiz" diyorlar. Bu tip uğrak yerleri şoförlerin sadece dinlendikleri, karınlarını doyurdukları mekânlar değil, aynı zamanda haberleştikleri, sorunlarını çözdükleri irtibat büroları gibi olmuş. Biraz kestirdikten sonra yeniden yola çıkıyoruz.

BULGARİSTAN

Bulgaristan yollarında sık aralıklarla Türk restoranı görmek mümkün. Biz Gaziantepli Zeki Öksüz'e ait İstanbul Restoran'da durmayı tercih ediyoruz. Sofya yakınlarındaki bu restoran özellikle Bulgarlar tarafından yoğun ilgi görüyormuş. Öksüz, Bulgaristan'a 1999 yılında geldiğini, yedi erkek kardeşinin de Gaziantep'te halıcılıkla uğraştığını anlatıyor. Öksüz'ün amacı restoran sayısını artırmakmış. Yemekten sonra Öksüzle vedalaşıp Yugoslavya'ya doğru yola koyuluyoruz.

YUGOSLAVYA

Nema problema!
Aynı günün akşamında Bulgaristan'ı Yugoslavya'ya bağlayan Kalotina sınır kapısına ulaşıyoruz. Bu kapı, Kapıkule'yi aratır nitelikte. Saatlerce yapılan yolculuktan öte, sınır kapılarında 10 - 35 saat arası süren kuyruklar yoruyor insanı. Bizim çilemiz, on saat sürüyor. Aydın kaptana göre bu bir şans. 32 saat bekleme yapıldığını hatırlıyor.
Transit vize alacağımız Yugoslavya'nın sınır kapısına ulaştığımızda ise gazeteci olduğumuzu öğrenen polis, TIR'ın ön bölümüne girip, eşyalarımızı altını üstüne getiriyor. Aradığı tek araç biziz. Sonra bizi kontrol kabinlerini arkasındaki binaya götürüyor.
İçeride bir başka polis pasaportlarımızı inceledikten sonra, "İstanbul? Gazeteci?" şeklinde bir Türkçe'yle sorular soruyor. Evet yanıtını alınca, "Nema problema" diyerek bizi kapıdan vizesiz olarak geçiriyor. Kabinin alt üst olduğuyla kalıyoruz. Toparlamak ise 15 dakikamızı alıyor.
Bir saate yakın yol aldıktan sonra dinlenmek için bir TIR parkında mola veriyoruz. Sabah Aydın kaptanın demlediği çay, tüm yorgunluğumuzu unutturuyor.

HIRVATİSTAN

50 dakikada 10 metre ilerleyen kuyruk
Yugoslavya'dan sonra Hırvatistan'ın sınır kapısına ulaşmak için sekiz saat süren bir kuyruk maratonu yaşıyoruz. Issız, karlı bir yolda sıralanmış yüzlerce TIR'dan başka bir şey görünmüyor. Akşam saatlerinde iyice acıkıyoruz. Soğuğa rağmen dışarıya çıkıp TIR'ın mutfağında yemek yemeye karar veriyoruz. Aydın bize domatesli spagetti ve menemen hazırlıyor.
Öyle açız ki "İstanbullular böyle severmiş" diyerek sulu olarak hazırladığı menemen, yediğimiz en lezzetli yemekler arasına giriyor.
Zaman burada bir türlü geçmiyor. TIR'lar 50 dakika aralıklarla sadece on metre ilerliyor. Dergi, kitap karıştırıyor, TIR'dan uzaklaşmamak kaydıyla dışarıda ufak turlar atıyoruz ama nafile. Zaman hiç geçmiyor. Sınıra gece yarısı ulaştığımızda ise Hırvat Polisi, pasaport kontrolünden sonra Yurttaş'la ikimizi küçük bir binaya götürüyor.
İçerideki polisler İngilizce olarak neden TIR'la seyahat ettiğimizi soruyorlar. Haber kapsamında bir TIR gezisi olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Yanımızda ne kadar para olduğunu sorunca bizi otostopçu sandıklarını anlıyoruz. Basın kartlarımıza bakıp durumu anlayınca, TIR'daki eşyalarımızı alarak sınırdan yürüyerek geçmemizi, istiyorlar.
Biz de bavulları yüklenip, Hırvatistan topraklarına yürüyerek geçiyoruz. 20 metre sonra Aydın gelip bizi alıyor ve yola devam ediyoruz.

'Mesafe uzayınca isim kısalır'
Her şoför için olduğu gibi telsiz konuşmaları onun için de büyük önem taşıyordu. 21d bandından "Barik" diye yapılan her çağrı gözlerinin parlamasına neden oluyor, bir anavatan istasyonu (Türk şoförlerin telsizdeki genel adı) bulabilmek için dakikalarca uğraştığı, çağrı yaptığı oluyordu.
Sohbet ise hep aynıydı: Yol
"Macar yolu temiz (açık), Hırvat kapı çakılı (ilerlemiyor)" gibi ya da "Tamponunuz temiz olsun, kazasız, belasız yolculuk inşallah" gibi temenniler duyuluyordu cızırtılı frekanslardan.
İstikameti Avrupa ülkeleri olanlar, Türkiye'ye gidenlere, bir kucak dolusu selam gönderiyordu anavatana.
Şoförler kendi aralarında özel bir dil de oluşturmuşlardı. Öncelikle hiçbir ülkenin adı tam olarak söylenmiyordu. Hırvat kapı, Bulgar kapı, Macar kapı gibi. Bunun nedenini sorunca Aydın kaptan şaşırtan bir yanıt veriyordu: "Mesafeler uzayınca isimler kısalır."
Anladık ki şoförler kendi aralarında, sadece özel bir dil değil, bu işin felsefesini de oluşturmuşlardı...

ALMANYA

Yükümüzü Worms'a boşalttık
Almanya'nın Passau sınır kapısında gümrük açtırıyoruz. Bu iş de saatlerimizi alıyor. İşlem bittiğinde yükümüzü ilk boşaltacağımız yer olan Worms'a doğru yola çıkıyoruz. Yine durduğumuz her lokantada bir Türk'le karşılaşıyoruz. Worms'daki Burger King'de çalışanlardan tutun da Frankfurt yakınlarındaki bir alışveriş merkezinin içinde Ulaş Akgül'ün işlettiği dönerciye kadar. Akşam saatlerinde ulaştığımız Worms'da boşaltma işlemi yaklaşık bir saat sürüyor. Almanya'da ikinci durağımız ise Wesseling'deki Jansen Tekstil. Alman firma, Türkiye'den çorap, iç çamaşırı ithal ediyor. Firmanın Dış Ticaret Müdürü Dieter Freyer, ithalatlarının yüzde 40'ını Türkiye'den yaptıklarını söylüyor. Freyer, Türkiye'yi tercih etmelerindeki en önemli nedenlerin kalite, fiyat ve hızlı teslimat olduğunu belirterek, alımlarını artırmayı planladıklarını anlatıyor. Freyer'la vedalaştıktan sonra son durağımız olan Köln'e doğru yola çıkıyoruz.
AVUSTURYA

Alpler'de kıymalı yumurta keyfi
Köln'den başladığımız dönüş yolculuğunda Suben'e yakın bir benzinlikte mola veriyoruz. Orada DHL'ye ait bir başka TIR'la karşılaşıyoruz. Türk şoförleri genellikle buradan mazot alıyorlarmış. Benzinliğin yan tarafında Ali Şimşek tarafından işletilen bir döner büfesi bulunuyor. Sivas'tan 16 yıl önce Avusturya'ya gelen Şimşek yollardaki onlarca Türk girişimciden sadece birisi. Avusturya'da bir başka durağımız ise küçük bir börekçi oluyor. İçerisi Türk şoförleriyle dolu. Kanal D'nin haber bültenini izliyorlar. Börekçiyi Kosovalı bir aile işletiyor. Tekrar yola koyulduğumuzda karanlık bastığı için Alpler'in enfes manzarasını göremiyoruz ama nefis bir çam kokusu çekiyoruz içimize.
İştahımız açılıyor. Yol kenarındaki bir parkta mola verip, kıymalı yumurta yiyoruz. Hava çok soğuk olduğu için molayı kısa tutuyoruz.

MACARİSTAN

En büyük yardımcıları Naci babaları
Dönüş yolculuğumuzda Macaristan ve Romanya'nın da dahil olduğu bir güzergâh izliyoruz. Budapeşte'ye akşam saatlerinde varıyoruz. Gün batımında Tuna Nehri muhteşem görünüyor. İlk durağımız Naci Keskin'nin Yeri. Keskin aynı zamanda Keskin Kartal isimli nakliye firmasının da sahibi. Yıllarca TIR şoförlüğü yaptıktan sonra Macaristan'a yerleşip kendi işini kurmaya karar vermiş. Restoranı, şoförlerin Macaristan'daki tek durağı olmuş.
"O bizim babamız" dedikleri Keskin, şoförlerin her derdine koşmasıyla tanınıyor. Bir tür danışma mercii olmuş. Keskin, TIR şoförlerine, Türk pasaportuna daha fazla sahip çıkılması gerektiğinin altını çiziyor. Sohbetimiz esnasında Macaristan'da yaz uygulamasına geçileceğini öğreniyoruz. Bu uygulamaya göre TIR'lara pazar günleri yürüme yasağı getiriliyormuş. Önce ertesi sabah 08:00'de başlayacağı söylenen yasağın 15 dakika sonra 24:00'te, bir süre sonra da 22:00'de başlayacağı haberi geliyor. Kararlar anlık değişebildiği için hemen yola çıkıyoruz.

ROMANYA

Yağ sadece Boj'dan geçiyormuş...
Motor yağı taşıdığımız için, bu yükün geçişi sadece Romanya'nın Boj kapısından yapılabildiğini öğreniyoruz. Macaristan'daki yürüme yasağının da etkisiyle Boj kapısı'nda da uzun bir kuyruk oluşmuş. Sabah saatlerinde geçiş yaptığımız Romanya'da sadece 100 kilometrelik bir otoban bulunuyor. Bu nedenle yerleşim bölgelerini görme şansımız oluyor. Yollar at arabaları ve bisikletleriyle dolaşan insanlarla dolu. Romanya'nın Bulgaristan sınırında daha önce karşılaşmadığımız bir nezaketle karşılaşıyoruz. Görevli polisler TIR'ların yanına kadar gelip, yapılan bekleme ile ilgili şoförlere bilgi veriyor, özür diliyorlar. İlgileri karşısında şaşırıyoruz.

İki yıldır direkt geçen görülmedi
Bulgaristan'ı Kapıkule'ye bağlayan sınır kapısı Andreevo Kaptain sınır kapısında ne kadarlık bir kuyruk oluştuğu hepimizin merak konusu. Akşam saatlerinde kahve içmek için durduğumuz bir restoranda korkudan kimseye soramıyoruz. Yurttaş, iyimser bir tavırla, "Üzülmeyin belki de sınırda kuyruk yoktur, direk geçeriz" diyor. Aydın kaptanın "Son iki yıldır bu kapıdan direk geçen görülmedi" yanıtı ise bizi uzun süre güldürüyor. Yan masamızda oturan bir şoför, konuşmalarımızı duymuş olacak ki kötü haberi veriyor: "Kuyruk uzun. Oradan geliyorum." Korktuğumuz başımıza gelirken, Kapıkule'ye varışımız sabah 07:00'yi buluyor.

 
Toplam blog
: 11
: 14040
Kayıt tarihi
: 22.06.06
 
 

Marmara Üniversitesi Gazetecilik Bölümü’nü bitirdi. Eğitimine Uluslararası İlişkiler alanında yaptığ..