Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Mayıs '11

 
Kategori
Doğa Sporları
 

Toros Keçileri-2

Toros Keçileri-2
 

Neymiş efendim, bizi yine cennet gibi doğa ve sürprizlerle dolu bir yürüyüş bekliyormuş…

Neymiş efendim, Antalya’ya yaklaşık 130 km uzaklıktaki Burdur-Gölhisar-Kibyra antik şehrini gezdikten sonra, yine Gölhisar yakınındaki 1800 metre rakımlı tepelerde dolaşacakmışız...

Neymiş efendim, yağmur olasılığına karşı, yağmurluk ve sert tabanlı ayakkabılarımızla, hoşgörümüzden başka hiç bir şeye ihtiyacımız yokmuş…Muş muş da muş muş…

“Yapmayın” dedim, “ben böyle zırt pırt dağ, dere, tepe yürüyemem” dedim…“Yüksek tansiyonum var, üstelik sağ ayağımın başparmağı ağrıyor” dedim…

Dinleyen kim, bir ısrar bir ısrar!..

Ne yapayım dayanamadım, “gelirim” diye söz verdim.

Sanki hiç işim yokmuş gibi yine sabahın köründe kalktım, sırt çantamı, öğle kumanyamı hazırladım, Toros Keçileri’nin peşine takılıp kendimi dağlara, yaylalara vurmak üzere buluşma noktasına gittim.

Ooooo!.. Bir ben değil ki, herkes gelmiş… Yaklaşık 75 katılımcıyla, 3 minibüs hınca hınç dolmuş…

Yol uzun, aksiyon çok...Eee Özay Hoca haliyle gergin!

“Geç kaldık işte!..Toplanın arkadaşlar!.. Bekleyemem efendim!.. Olmaz efendim!.. Filanca mı? Bana ne efendim!..Zamanında gelseydi efendim!..”

(Aaa..Parmak kadar insanlar bu kadar da paylanmaz ki efendim. Mesela ben, saati kurmamışım, ilk defa 20 dakikacık geç kalmışım n’olcak efendim!…)

Tekrar ediyorum, akıllanmam beeen!

Hâlbuki böyle bir pazar sabahında saat dokuzlara kadar uyu, değil mi? Şöyle hiç acele etmeden gerine gerine yatağından kalk, pencereni aç, mis gibi bahar havasını evine davet et, saç baş dağınık, pijamalarının paçasına basa basa, esneye esneye kedilerini mıncıkla, sev, besle…

Ardından, bahçeye şöyle yumurtasından bazlamasına, kızarmış ekmeğinden patates kızartmasına, tereyağlı, reçelli, ballı özel bir kahvaltı hazırla…

Karnın doyunca güneşi sırtına alıp, ayaklarını şöylece uzat, demli Rize çayını yudumlarken gazeteni çarşafla…

(Yok, “Geleceğiz” dedik ya, gittik ya… Bir de üstüne bunca lâfı işit ya!.. Alla Allaaaaah!...)

Burdur’un ilçesi Gölhisar’a ulaşmamız yaklaşık 1,5 saat sürünce Meryem’in şefkatli omzunda uyuyakalmışım ki, beni boş böğrümden dirseğiyle dürtmez mi!..

Kızdım tabi; ”Ne var, ne oluyor?”

“Eee horluyorsun!..Zaten Özay Bey yeterince sinirli , bu gürültüye de kızacak şimdi, göreceksin... Hem üstelik karizman şekerim, karizman!..” dedi..

“Hııı...Karizma söz konusuysa, akan sular durur...Tamam… Anlaşıldı…”dedim.

(Yarım saat de olsa, şekerleme iyi gelmiş, hafiflemişim, uzatmadım haliyle…)

….

Kibyra Antik Kenti'nin tarihi İ.Ö 3. yy.a dayanıyormuş. Çok ilginç ve gezilmeye değer bir antik alan.

Şayet igi duyarsanız, http://www.kibyra.com/ adresinden pek çok bilgiye ulaşabilirsiniz.

...

Hava limonata kıvamında, doğa yine en bakir ve en muhteşem güzelliğindeydi. Dünyanın tüm renklerini içinde barındıran, ardıç ve kara çam ağaçlarıyla kaplı o nadide ormanların içinde yürürken, dünyanın en güzel ülkesinde yaşamakta olduğumuzun bilinci ve gururu hepimizi sarmıştı.

Parkurumuz hayli zorluydu. Sürekli tırmandık, kalbimiz sık sık yerinden çıkacak gibi çarptı.

Geri dönmek ya da tükendiği yerde ruhunu teslim etmek isteyenler oldu ama Özay Hoca’nın;

“Gelmeseydiniz efendim, size izin veremem, hele sizi burada hiç bırakamam, kaybolur, kurda kuşa yem olursunuz, kalkınız ve yürüyünüz!” serzenişi üzerine, sürünerek parkuru tamamladılar.

Dilimiz bir karış dışarıda, o dik yamacı tırmanınca karşılaştığımız göl manzarası ise tüm perişanlığımızın, yorgunluğumuzun ödülü ve doğrusu Özay Bey’in bize hazırladığı en hoş sürprizdi.

Göl kenarında, yedik, içtik, dinlendik, göl havzasında suyun çekildiği yeşil alanlarda çocuklar gibi şenlendik…

Meryem, sarı çiçeklerin yeşil tarlaların içinde; “Ayyy ne güzeeel! Sanki bir kartpostalın içine daldım…Ağlamak istiyorum, ağlamak istiyoruuum!.." Diyerek kelebekler gibi uçuştu..

Hüseyin, sehven daldığı gölün balçıklı bölümünde, dizlerine kadar ıslanmasına ve çamurlanmasına aldırmayarak: “Bir şey yok, bir şey!” anlamında yaptığı işaretlerle yiğitliğe yoğurt sürdürmedi...

Medine, kendisine çok yakışan o şapkası ve deri yeleğiyle yine bir içim suydu...

Gürhan, Burhan, Derya, dönüş parkurunu, müzik ve dans aksiyonları ile tamamladı...

Yürüyüş sona erip, evlere dönmek üzere minibüslere kendimizi attığımızda, herkes yorgunluktan bitap, ama yaşadığı güzelliklerden mutluydu.

Bitmedi…Dönüş başlayınca bendeniz son bir hamleyle, Şafak Beyin cümbüşü eşliğinde, o yorgun ve de üstelik o çatlak sesimle TSM icra etmeye çalıştım…

(Evet, evet... Biraz katliam, biraz kıyım, o bendim işte…:)

Bitmedi…Özay Bey, aracın içinde, bilhassa Hüseyin’in gözlerinin içine bakarak ( nedense?:) günah çıkardı!..

“Ben aslında böyle değilim değil mi? Bilirsiniz; Normalde böyle agresif değilim, öyle değil mi? Farkındayım, ayıp ettim, ama bana ne oldu anlamadım...Bugün kendimi hiç sevmedim...Bugün bana ne oldu ya? Ne demek şimdi bu ya?” dedi, durdu…

Otobüsteki “Estağfurullaaaah, estağfurullaaah!” nidaları bile kendisini zor yatıştırdı…

( Ha...Bunları ifşa edebileceğime dair Özay Beyin onayını aldım, haberiniz olsun!:)

Anlaşılacağı üzere; Sızlana sızlana başladığım pazar yürüyüşü, buraya yazmakla sığdıramayacağım bir güzellikte, çarçabuk geçti, gitti..

Haydi bakalım, başka doğa yürüyüşlerinde buluşmak üzere; Sağlıkla, dostluk ve hoşlukla…

 
Toplam blog
: 247
: 1493
Kayıt tarihi
: 29.01.08
 
 

Antalya ve Akdeniz aşığı bir öğretmenim. Bol bol okurum, blog yazarım, şiir yazarım. Yazdıkça ve ..