Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Kasım '06

 
Kategori
Sosyoloji
 

Türk kültüründe konut kavramına tarihsel ve güncel bir bakış

Her gün gazetelerin ilan sayfalarında yüzlerce satılık ev ilanları dikkatimizi çekmiştir. Hatta bazılarının fiyatlarının tüm ömrümüz boyunca çalışsak ve kazandıklarımızı hiç harcamadan biriktirsek yine de yanına yaklaşamayacağımız rakamlara ulaştığını görürüz. İşte bu noktada bir konu dikkatimi çekmeye başladı. Ülkemizde insanlar ev alırken nelere dikkat ediyorlardı? Kültürel bakış açımız var mıydı? Kültürel psikolojinin evrensellik kaygısı taşımaması da açıkçası beni bu konuda araştırma yapmak için kışkırttı. Öncelikle tarihsel boyutunu inceleyerek “Türk Evi” tanımını yapmaya çalıştım. Erken cumhuriyet döneminde Türk kültüründe konut ve yerleşme boyutunu Zeynep Rona’nın çevirisinden alıntı yaparak çalışmama aktardım. Daha sonra emlakçılarla ve konut almak isteyenlerle yaptığım görüşmelerden edindiğim izlenimleri yorumlamaya çalıştım.

TÜRK EVİNİN TANIMI

Türk evi tarih boyunca Türklerin içinde oturdukları ev tipleri olarak tanımlanabilir. Ama Türklerin tarih sahnesine ilk çıktıkları zamandan bu yana mekanları da çok değişmiş; Orta Asya’dan Balkanlar’a Kuzey Afrika’dan Arabistan’a, oradan Karadeniz’in kuzeyine kadar uzanmışlar, ayrıca pek çok da devlet kurmuşlardır. Biz Türk evi olarak Osmanlı İmparatorluğu’nun bize miras bıraktığı, zamanımıza gelen örnekleri 17. yüzyıla kadar uzanabilen evlere bakarak şu niteliklere sahip olanlara Türk Evi diyoruz.

Özgün oda düzeni: Türk evinin en önemli öğesi odadır. İzleyebildiğimiz dönemler boyunca nitelikleri pek az değişmiştir.

Plan şeması: Plan şemaları içinde dış ve açık sofalı tipler, köşklü veya eyvanlı uygulamalarla dikkati çeker. Odaların birbirine bitişik olmasından çok, sofanın uzantılarıyla birbirinden ayrılarak özerklik kazanması plan şemalarının en özgün niteliğidir. Daha sonraki dönemlerde orta sofalı tip görülmeye başlar.

Çok katlılık: En az iki katlı olup üst kat yaşama katı olarak belirginleşir ve amaçlanan planı verir. Zemin kat sanki bir sur duvarı imişcesine sağır, yüksek ve kagirdir. Üst kat çıkmalarla sokağa uzanır.

Çatı biçimi: Çatı dört yana eğilimli olup girinti çıkıntılardan kaçınılmıştır. Saçaklar geniş ve yataydır.

Yapım:En belirgin yapım sistemi ahşap çatkı arası dolgu veya bağdadi olan örneklerdir.

Türk evi konusuyla ilgilenen çok az kimse olmuştur. Bu alanda en geniş, en erken ve yetkin çalışmalar Türk evinin önemini daha genç yaşında fark ederek belge toplayan ve araştıran Sedat Hakkı Eldem tarafından yapılmıştır. Eldem çalışmalarının bir kısmını ölümünden ancak çok kısa bir süre önce yayımlayabilmiştir. Arkeolog Mahmut Akok da çeşitli yöre evleri hakkında rölöve ve makaleleriyle konuya katkıda bulunmuştur. 1950’li yıllarda İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nde önemli kentlerin konut mimarisi hakkında yeterlilik çalışmaları yapılmıştır. Bu konu yirmi yıl kadar unutulduktan sonra, özellikle küçük kentler hakkında, daha bilimsel yöntemlerle hazırlanmış, doktora tezler ve öğrenci çalışmaları görülmeye başlar.
Geleneksel konut dokusunun giderek yok olmaya başlaması ve yeni yapılarla yozlaşması bu yeni ilginin başlıca nedenidir.

TÜRK EVİNİN GENEL GÖRÜNÜŞÜ

Türk evi sınırları içinde gördüğümüz ev tipinde zemin kat taş veya kerpiç bir duvarla sokağa kapalıdır, üst kat ağır taşıyıcı duvarlar veya ahşap direkler üzerine oturur. Üst katlar ahşap çatkılıdır. Orta kat, varsa, alçak tavanlı yarım veya tam kattır. Üst kat devirler içinde giderek çok pencereli ve çıkmalarla hareketli bir görünüm kazanmıştır. Pencereler önceleri camsızdır. Camın yaygınlaşmasıyla iki yana kanat açılan çerçeveler yapılmıştır. Batı etkilerinden sonra ise düşey sürme pencereler görülmeye başlar. Pencerelerin standart ölçülerde olması ortak bir ritm yaratarak tek eve olduğu kadar, sokağa ve kente de bütünlük sağlamıştır. Tavan geometrik bölünmüş ve bazen boyaya bezenmiştir. Çatı daima dört yana eğimlidir. Bu özellik Türk evinin en önemli ayırıcı niteliğidir. Türk evlerine örnekler Ek-A’da sunulmuştur.

CUMHURİYETİN İLK DÖNEMLERİNDE EV ANLAYIŞI

Üst sınıf ev kültürü ve aile yaşamının Avrupa doğrultusunda dönüşüm geçirmesi Kemalist Cumhuriyet’in Batılılaşma reformlarından en az yarım yüzyıl öncesine tarihlenir. A.Duben ve C.Behar’ın, Cumhuriyet’ten hemen önceki İstanbul ailesi üzerine yaptıkları kapsamlı araştırmada belirttikleri gibi, Tanzimat’tan başlayarak İstanbul’un bürokrasi ve ticaretle uğraşan seçkinlerinin evlerinde yalnızca Avrupa (özellikle de Fransız) kültürünün sofra görenekleri, burjuva terbiyesi, giyimi, zevkleri, mobilyalarının yanı sıra Avrupa’nın aile, evlilik ve ev yaşamı kavramları da benimsenmiştir. 1923’te Cumhuriyet ilan edildiğinde, İstanbul’da, geleneksel geniş aile yerine, çekirdek aile kavramı çoktan benimsenmeye başlamıştı; en azından (her ne kadar Türkiye’de bugün bile geniş aile bağlarının bütünüyle yok olmadığı bir gerçekse de) genel konut mekanı bağlamında bu böyleydi, hatta “ İyi hallilerin evlerindeki harem-selamlık ayırımı geçmişte kalmıştı bile.”
Aylık popüler Modern Türkiye Mecmuası’ndaki bir makalede gururla şu gözlem dile getirilmiştir. “Avrupalı için ev sırf şahsın olan hususi bir şeydir. Bizde ev, şimdi bu medeni seviyeye yükselen bir müessese ve teşkilat olmaya başlamaktadır… Türk vatandaşı, birçok iyi şeyi olduğu gibi, meskeni de cumhuriyet devrinde tanımış bulunuyor. Ve işte bunun için bizde ev yapmak, ev döşemek fikirlerinin pek yeni olması yüzünden, içimizde hemen hemen ekserimiz güzel ev yapmayı, güzel yerleşmeyi bilmiyoruz.

Modern ev üzerindeki Cumhuriyet söylemi, her şeyden önce, hepsi de Jön Türkler’le birlikte benimsenmeye başlayan düşünceler doğrultusunda, çekirdek aileye özellikle de ulusal görev olarak anneliğe ve ulusal yeniden doğuşun “ocağı” ya da kutsal mekanı olarak aile evine yükselen ulusalcı vurgulamanın bir uzantısıydı. Kemalist dönemde kadının “kurtuluşu” meselesinin, bugün bildiğimiz iç çelişkilerin de işaret eder biçimde, kadının yaşamının ev dışında ve işyerinde odaklaşması düşüncesi, önde gelen birçok Cumhuriyetçi aydın tarafından küçümsenmekteydi. İdeal örnek hala yaşam dünyası ev ya da “aile yuvası” olan aydın bir eş, anne ve arkadaş olan kadındı. İdealize edilen bu yuva imajı, yuvayı kuran kadının becerisiyle zevkli ve tutumlu bir biçimde düzenlediği “güzel,rahat, sade ve kullanışlı” modern evdi. Bir aile dergisinde “yazlık villa” tasarımına eşlik eden bir yazıda şöyle deniyordu: “İşte size saadet yuvası… Ucuz, güzel havadar bir köşk. Bir banyo, bir mutfak, geniş ve havadar bir yatak odası ile bir yemek odası ve salondan ibaret Akşam yemeklerinizi zarif zevceniz ve güzel çocuğunuzla beraber yemek odasının önündeki taraçada yiyebilir, sonra da şezlonglara uzanarak tatlı tatlı konuşabilirsiniz.
Mimarlar, bütün tasarım alanlarında uzman olduklarının kanıtlayarak otoriterlerinin meşrulaştırmak amacıyla bütüncül tasarım ya da Gesamtkunstwerk (iskemleden duvara asılan resimlere ya da vazodaki çiçeklere kadar tutarlı bir modernist sezgiyle, her nesnenin ve eşyanın tasarlanması ve düzenlenmesi) ilkesini savunmuşlardır. Türk mimarlarının meslek dergisi Mimarlık’ın ilk sayısında Abdullah Ziya şunları yazmıştır: “Bugün artık bütün cihan teslim etmiştir ki mimar evimizi yağmura güneşe karşı muhafaza için yapıp giden bir amele değil, bize içtimai hayatımızda yol gösteren…(bizi) temiz sıhhatli bir şekilde yaşatmak için çalışan bir mütefekkirdir. Evimizin dışıyla nasıl meşgul olmuşsa, içiyle de aynen ve belki daha ziyade meşgul olur.”

Yapılan araştırma sonucu; çok eski tarihlerden beri konut sektöründe, tekstil ve otomotivde olduğu gibi, moda ve günün trendleri izlenmekte olduğu görülmekte. Bu moda anlayışı tabi bir maddi güçle ve biraz da özentiyle doğrudan ilintili. Son zamanlarda her şeyde olduğu gibi konut anlayışı Amerikan tarzına doğru kaymakta. Hemen herkes dubleks, bahçe içinde, kapalı garajı olan ve daha bireysel bir yaşam tarzını benimseyen bir konut sahibi olma isteğinde. Bu durum özellikle metropollerde daha da öne çıkıyor. Türk insanı büyük şehirlerdeki güvenlik sorunun da göz önüne alarak, güvenlikli sitelerde oturma ya da konut sahibi olma konusunda son derece hassas. 1999 yılında meydana gelen Marmara depremi insanların sağlam zemin ve depreme dayanıklı evleri tercih etmelerine sebep olmuş durumda. Isınma ve evin güneş alması da Türk insanının temel tercihlerinden birisi. Bu yüzden güney cepheli evlerde çok revaçta. Tabi bu arada Türk kültüründe asırlardır evlerde kullanıla gelen alaturka tuvalet alışkanlığı da kaybolmuş yerini alafranga tuvalet tercihine bırakmıştır. Halen alaturka olan tuvaletler ise çoğunlukla üstü kapatılarak başka amaçlara yönelik kullanılmaya başlanmıştır. Avrupa Mimarlar Konseyi’nden 21. yüzyıl için 21 önemli mesaj-Mayıs 2004- adlı çalışmada belirtilen “Mimarlık, ülkelerden her birinin tarihi, kültürü ve yaşam dokusunun temel bir özelliğidir; vatandaşların gündelik yaşamında başlıca sanatsal ifade unsuru olarak, geleceğin mirasını da oluşturmaktadır. Aidiyet ve kimlik duyguları insan toplumu ve kültürünün önemli bir özelliğidir. Mimari ifadenin çoğunlukla bu kültürel ve toplumsal ihtiyaçların taşıyıcısı olması nedeniyle, bu etkilerin tasarımda yeterince yer alması önem kazanmaktadır.” Sanırım çalışmada belirtilen bu husus bizim ülkemizde pek taraftar bulmamış gibi. Çünkü kafamızı kaldırıp etrafımızdaki bina olduğu söylenen ucube yapılara baktığımızda, kültürel bir dokudan bahsetmek oldukça komik olacaktır. Başta bahsettiğim moda ve trendler doğrultusunda inşa edilen bir çok plazanın İstanbul’un göbeğinde çirkinlik abidesi gibi dikilmesi bu görüşümü açıkça desteklemektedir.

 
Toplam blog
: 116
: 1883
Kayıt tarihi
: 24.10.06
 
 

Emekli Deniz Öğretmen Subayım. Felsefe ve yabancı dil eğitimi üzerine çalışmaktayım. Yazmak ise b..