Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Ekim '17

 
Kategori
Öykü
 

Uğultu

Uğultu
 

Öğretmenliğimin o gençlik yılları


Güneş perdesiz camdan içeri vuruyordu.Yatakta yön değiştirince kolumdaki saatte okulu açma zamanının geldiğini gördüm. Geç kalmadan tek kat giysimi aceleyle giyindim. Okulun yükseğe kurulmuş olması Kelköy’ü rahatça görmemi sağlıyordu.

Köyden okula doğru koşuşturan çocuklar yorgunluk bilmiyorlardı. İki yıl önce depreme uğrayan Kelköy insanı yılgındı. Tavuk kümesine benzeyen evleri iç içeydi. İçlerinde soluk benizli çocuklar yaşıyordu. Onlar her sabah maviye boyalı okula kurtulmak istercesine koşuyorlardı. Kumlu, küçük, kısa ağaçlı köy yolu şimdi daha iyi görünüyordu. Gündüz gözüyle yolun taşlı olduğunu gördüm.

Okulun bölümlerini tek tek inceledim.Okul müdürü Ertuğrul Büyüklü ile öğrencileri sınıflara aldık. Kırk dört kişi iki öbeğe ayrıldı. Sınıflardan uğultu kesilmemişti. Kapıyı açtığımı gören çocuklar birden sus pus oldular.

Sınıfımdaki öğrenciler ayakta karşıladılar beni. Burnu akan öğrencinin “Mendilin yok mu?” uyarımla başını önüne eğdi. Cebimden çıkardığım mendilimle burnunu sildim. Çocuklar şaşkınlıkla bana bakıyorlardı. “Evet artık herkesin mendili olacak, kendi mendilinizle burnunuzu sileceksiniz, tamam mı?” Hemen kurulmuş saat gibi, “Tamam öğretmenim.” diye sınıf coştu.

Öğrenciler zilin çalınmasıyla hücum ettiler kapıya. “Sırayla çıkacağız çocuklar, yavaş yavaş.” uyarımı uğultuyu kesip başlarını önlerine eğerek yanıtladılar. Geride kalan öğrenci dikkatimi çekti. “Sen gelsene.” deyince şaşırdı birden. “Evet sen.” Sıkılganlığı, utangaçlığı yüzüne oturdu, İri yarı vücudu sarsıldı “Sıra çek otur.” dedim. Masama yakın oturdu. Okul yasası sayıp saçlarını yeni kestirmiş. Kararlı, dokunaklı sesiyle adını söyledi, “Yahya” Yine de akan sümüğü, sırtındaki önlüğü çocuklaştırıyordu onu.” Önlüğünün cebinde buruşmuş mendilini çıkarıp başını benden kaçırarak burnunu sildi. Avucunda yuvarladığı mendilini kalın siyah keten pantolonunun cebine koydu.”Bu yıl okul bitiyor mu Yahya?” Başı önde “Evet” derken öğretmeninin gözlerine kaçamak baktı.Mavi mavi gözlere bakınca bir hoş oldu. Güvenmek, rahatlamak gibi bir sevinci yakaladı.Öğretmenini sevdi.

Yahya, Rıza ustanın oğlu olduğunu anlattı. “Babamın keseri, rendesi, testeresi geçimimiz; duvar terazisi bağımız, tarlamız!” diye yaşamını pek güzel özetledi. Ben de çok yakından tanıdım, artık Yahya benim en yakınım oldu. Sorunlarını sıkılmadan gelip anlatırdı. Sınıf başkanlığını arkadaşları onaylayınca daha yakın olduk Yahya’yla.

Günler sonra Yahya’nın evli olduğunu duyunca Rıza ustayı ziyarete gittim. Beni kapıda karşılayan çocuk kim ola düşünürken, “Gelinimiz.” diye yanıtladı beni Rıza usta. “Bu yaşta olur mu?” diye karşılık verince: ”Hoca, kitaplarda yazıldığı gibi yürümüyor bazı durumlar, kimi kez de tersi oluyor.” Bu açıklama üzerine ne denilebilinirdi ki!? Rıza usta belki de haklı.

Gece boyu Rıza ustayı, çocuk gelini düşünüp durdum ama en çok Yahya beni üzüyordu. Birlikte okulda olduğumuz günlerde konuştuklarımız, sızlanmaları yiyip bitiriyordu beni. Bu gerçek günübirlik bir konu değildi, sorunu çözmek öyle kolay olamayacaktı. Okul uğultuya boğulmuştu, çocuklar bilmeden Yahya’yı oyuna katmaya uğraşıyorlardı. Yahya ise söylenmeyecek bir yükün altında çocukluğunu unutmuştu; oysa çocuktu daha…

 

 
Toplam blog
: 1064
: 732
Kayıt tarihi
: 24.03.12
 
 

Türkay KORKMAZ, umuda yolculuğu ertelemez. Mermeri delenin damlanın sürekliliği olduğunu bilir. Y..